- 2083 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
PİRUS ve PÜNİK SAVAŞ
PİRUS VE PÜNİK ÇÖKÜŞTEN ÇIKIŞ YAZILARI
Yıpratma ve imha savaşları olarak bilinyor... İlki (pirus); yenen ve yenilenin belli olmadığı, ikincisi (pünik); net, apaçık bir zafer veya yenilginin tanımı ve halidir.
Devamında, Batı’nın, islamist ve osmanist alt-üst/yatay-dikey bir sınıf toplumsalının, etnitite ve mistik doku yapısalından mamül ettiğini devşirerek, Türk ulusalına açtığı Reconquista’sıdır.(*)
Somuta (pratiğe) temel olacak soyutun (teorinin), ulus toplumsalda özneleşerek ve amaçlı eyleme dönüşebilmesinin, Türk ulus dinamikleri düşünülerek, olma veya ol(a)mama nedenleri nelerdir sizce ?
Cumhuriyetçi, "istiklal-i tam" ve laik bir Türk ulus toplumsallaşması, eğer toparlanıp devam edebilecekse, bu soru artık çok acil bir cevabi gerekirlikde zorunluluk arzetmektedir !?
Türk ulusal kimliğinin etnik, dinsel ve mezhepsel içerikli “global” saldırıya bakış ölçütleri neler olmalıdır şeklinde de soruyu ilerletelim ?
Karşı tarafın ki, biz bunu Batı ve emperyalizm algılayıp anlamlandırıyoruz, hangi yönlerden üstünlüğü söz konusudur, bakalım…
Bunlar :
Kararlı ve kesin olan, buyurgan ve pünik toplum psikolojisi mühendisliği terimler bütününde bir disiplinin kullanımı söz konusudur.
Amaç/eylem adımlarındaki emperyalist bilgi birikimi, kelime/kavramları net ve yeniden mistik/etnik çözmlemeler sonrasında anlamlandırılmış, bu tanımlar manzumesinden başlatmıştır.
Teorik kurgu ve kuramsalı titiz, denenmiş ve işleyebilirliği kesin olan bir model üzerinden kanıtlanmışlıktadır.
Bizim ’algı’ aşamasında olduğumuz, onlarda kavramlandırılmış bilgidir. Bunun devamında ise, ‘bilmeyen bir algılayan ’ ile ‘kavramlandırmış bir yönlendiren’ vardır.
Tam da burada, kötümser (art niyetli) ‘çözümleyen’ ile kötümser (umutsuz/ufuksuz) ‘çözümlenen’ örtüşmesi vardır da diyebiliyoruz.
Kötümser çözümlenen açısından bakarak, onun toplumsal gerçeklerinin hayalleştirilmesini, ütopyalaştırılmasını psiko-kurgusalda bir çökertme şeklinde önerebilir miyiz ?
Peki, algı/olgulaşması veya kavram/anlamlandırılması ile, olguyu algılatmak erimli yola çıkmış bir akıl yürütmesi şeklinde düşünerek ve bir soyutlama ve mukayese yaparsak, Türk birey/halk/ulus toplumsalının bütününde, resmin genel renk tonajı nasıl etkilenir ?
İşte yine tam buraya, resmi oluşturucu ögelerin, resmi yapan bakımından söylemiyorum, yapılan resmin içeriğini oluşturan objelerin; feodal, dinsel, etnik bir -sürü, kul veya güruh- imgelemi haline getirilmesi, bireyden sürüye bakarak “tâbiyun”(*) oluşu getirmiş midir ?
Sürüden bireye gittiğimiz taktirde, görebileceğinizin cevabı ’tâbi’(*)midir?
İşte o zaman tâbi’nin, tâbiyyun ile beraber, aslında ve en temelde bağlandığı nokta olarak soruyorum, aslında neye tabidir?
Emperyal hegomonyanın, iç proleterya/dış proleterya bütünündeki görüntüsüne etkisi bakımından tâbi mi, tâbiyyun mu birbirine göre daha ukalâ bir aymaz cehalettedir ?
Sebep–sonuç zinciri denkleminde ise, birbirlerine bağımlı olmalarındaki kasıtla soruyorum ? Sebebi "ilk" oluşturan ile “son” sonuçlandıranın arasındaki ortak dolgu ve doku sosyal materyali nedir ?
Ve burada Türk ulus toplumsalının "iradesi" nerdedir ?
Peki, etnitite ile buna bağlı kültürün temelindeki aslolan “asıl” ile, bu asılın son seçimlerden sonra artık gizlenemez bir şekilde alenen, utanmazca ve küstah bir biçimde ülkemize açmış olduğu Reconquista’da, aslında “ne” nedir ?
Umarsız mı umutsuzu, umutsuz mu umarsızı kuşatmıştır ?
Eğer hep yazdığımız gibi “bilmek, bilime eklemek bütünündeki süreç ise; sorma, sorgulama, hayret etme, tepki verme ve şaşırma emareleri yoksa, çelişkilerin inatçı ve tutuculuğundaki farkettirici uyarıcılık, Türk bireyinden oluşmuş ulus toplumsalda işlemiyorsa, derin algılamak veya derine inmek ve hatta/belki de, ulus toplumsal kavramımıza, toplumsal “derini göstermek” gerekmeyecek midir ?
Derini görmedeki zorluk ise; Türk bireyseli temelinden oluşmuş ulus toplumsalı organizasyonunun düşünce, duygu ve kırılma kaotiği yaşamasından kurtulmaya engel karartıcılığın derininden mi, yoksa derinin kasıtlı karanlıklaştırılmasından mıdır ?
Ve karartıcının ustalıkla tonlandırdığı “kara”, burada nereye kadar kara, nereye kadar “siyah”tır ?
Türk Ulusu’nun geleceğini “kara”rtanın ve “siyah”laştırıcının panzehiri olan “beyaz” ve ”ak” farkı bilen bir usta, önder ve kadro bu ülkede yok mudur ?
Çıkmayacak mıdır ?
Emperyalizm’in her türden işbirlikçisine ve umutsuz/umarsız olmaya karşı, Türk ve Atatürk renk/çizgisinde devrimci, antiemperyalist, "istiklal-i tam"cı, laik ve cumhuriyetçi bir ulusal cephe birlikteliği atık mutlak oluşmalı, oluşturulmalıdır.
Bunu, “14 Nisan 2007 Tandoğan” olgusu şeklinde gerçekleşmiş bir ruh ve anti emperyalist - "istiklal-i tam" çizgiden saptırmadan kastedip, iman etmek derece ve mahiyeti bütünlüğünde bir “ummak” olarak düşleyip, özlüyorum...
Yeter artık !..
Daha nemiz kaldı atılmadık, satılmadık, işgal edilmedik, aşağılanmadık?
Mustafa Kemal’in askerleri, sivilleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin “istikal-i tam” geleceğinde Türk’ce, türk(ü)lerce yaşamak rüyaları görenler. Neredesiniz !?
Her türden etnik, mezhep ve dinsel kimliğin hortladığı, kervanın tersine döndürülüp,
-uyuz eşeklerin öncü, Türklerin artçı- psikozuna sokulduğu görüntüye TÜRK ulusu dur demelidir !
Aydınlığımızı kararttılar sadece...
Güneşimizi mi tuttular, ne oluyor sanki nerdesiniz ?!
Akıl tutulması/duygu-inanç kırılması halimiz ; “umutsuzluk yasak !” dönüşümüne girmelidir yeniden !
Planladıkları, istedikleri bu düşünce ve duygu bitmişliği halinde olmamız içindi, bu bireyden toplumsala doğru bir tümden psikolojiye sokulmamız içindi. Biçtikleri gömleği yırttık, reddiye okuyoruz, kabul etmiyoruz, teslim olmayacağız !
Tehdit ve şantajla; "gaflet, delalet ve hatta hiyanet" içindeki işbirlikçileri eliyle yapılanları ve imzalanmış Lozan çizgisinden taviz verilmiş antlaşmaları tanımıyoruz.
Geçerlilikleri ve zerre kadar değeri yoktur.
Teorik/psikolojik savaşta da, pratik ulusal demokratik eylem düzleminde de savaşacağız, direneceğiz.
İçimizdeki bozmak için bozulmuşun bozucularını, kalp olanları, sahtekarları, kripto/kimliksizleri ve haramzadeleri fark ederek ama...
Peki, sihirli sözcüklerimiz mi?
Anti emperyalist, "istiklal-i tam" ve M. Kemal ATATÜRK çizgisinde laik bir Türkiye Cumhuriyeti’dir..
Uyan “Türk istikbalinin evladı”!..
Uyan artık...
”Çok yanıldın ve çok öldün”, artık yanılma, yanıltılma, kanma ve çok ölme !
Göktürkmen
Ahmet Kutlu Ayyüce
Ekim 2007
Açıklamalar:
(*)Reconquista :15.Yüzyılda Batılıların İspanya’daki (Endülüs’te) Arap Müslümanlara uyguladıkları haçlı soykırımı, kelime; yeniden fethetmek anlamındadır.
(*)Tâbi/Tâbiyyun : Arapça kökenli bu sözcükler, tekil ve çoğul anlamları kastedilerek; bir yere bağımlı ve buradan çıkarak anlaşılacak bir anlam genişletmesi ile zorunlu ikincil bağımlılar anlamına gönderme yapılarak kullanılmıştır.
YORUMLAR
-Beş parmağın beşide bir mi?
-Her koyun kendi bacağından asılır,
-Benden sonra tufan kopsun.
*Atasözleri*
-Bir kereyle bir şey olmaz
-Yaptımsa ben yaptım
-Alışırsınız,alışırsınız
-Arslanlar gibi satarım
-Ananı da al git
-Veled-i zina...
-Askerlik yan gelip yatma yeri değil(Burak,öncesinde Mert hariç)
-Cumhuriyeti ve laikliği herkeze(!)uyacak biçimde yeniden tanımlayacağız.
-Bu ülkede 70 yıldır zulmediliyor.
*Yakın sözler*
Yazınızı baştan sona irdeleyerek ve ne yazık ki içim acıyarak okudum. Okuduğum her kelimede bitmişliğimizin ve tükenmişliğimizin acısını gördüm. "Yeter artık" diyen sesinize ses olmak istedim ama sesimin kendi sessizliğimin içinde boğulup gideceğiniz bile bile.
Nasıl uyanacağız ve nasıl kendimize geleceğiz. Bu 1980 ihtilalinden sonra tamamen güçleşmiştir. Nedeni ise Henüz 17 yaşında bir gencimizi " asmayalım da besleyelim mi? " diyen bir anlayışın yapmış olduğu kanunlar, eğitim öğretim ile yamalı bohça gibi her an uğraşmalar ve sonunda da düşünmeyen, sorgulamayan, yargılamayan , yalnızca gününü gün eden bir gençlik yaratmak ile geleceğimizi karatacaklarını biliyorlardı ve de başardılar.
Aydınlık günlerin geleceğine olan inancımız bitmek üzere. Toplumsal değişim bir kişinin ya da bir kurumun uyanışı ile değil toplum olarak uyanışımız ile mümkündür. Bunu başarmak için gücümüz var ama korku insanların yüreğine öylesine ekilmiş ki o korkulardan kurtulmayı, kurtulabilmeyi düşünemez olmuşuz.
Mustafa Kemal ATAÜRK’ÜN Gençliğe hitabını toplumuzun her an, hiç unutmadan okuması ve bu gün içinde olduğu durumu çok iyi analiz etmesi gerek.
GENÇLİĞE HİTABE
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK
20 Ekim 1927
Sorgulayan ve kişileri uyanışa çağıran dizlerinizi ve yüreğinizi kutluyor teşekkür ediyorum.
Saygılar