- 785 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR CUMA GÜNÜ
Gergindi yine bu hafta ülkem. Güneydoğumuzda aslında hiç bitmeyen savaşı unutturmak istermişcesine uluslararası çapta savaş rüzgârları estirilmeye başlandı. Dün akşam haberlerde iki tanınmış gazetecinin mahkeme haberleri vardı. Sabah ilk öğrendiğim haber o gazetecilerin tutuklanmış olmasıydı. Bu tutuklamalara tepkiler yurt içinde kalmamış, uluslararasına ulaşmış. Hiç de hoş değil aslında.
Özellikle doğalgaz ve elektrik enerjisi yönünden önemli bir bağımlılığımız olan ülkenin uçağını düşürmüşük. Büyük devlet olduğumuzun göstergesiymiş hesapta. Gazetecilere gösterilen muamelenin bizi uluslararası basın özgürlüğü standartlarında yerlerde sürüklüyor olması önemli değilmiş. Büyük ülkeymişik ve başkaları bizi çekemiyormuş. İnsan hakları standardımızın düşük olması, işsizlik rakamlarının büyüklüğü, asgâri ücretin ve emekli maaşlarının komikliği hep bizi çekemeyenlerin uydurmasıymış.
Bilgisayaraımda çalışırken birden bire kararan ekran biraz şaşırttı beni. Elektriklerin kesildiğini anladım. Dışarıya çıktım biraz. İşyerime yakın olan trafik lâmbalarının da çalışmadığını gördüm. Yaklaşık yarım saat süren bu kesinti boyunca ışıkların yanmadığı kavşakta araçların birbirlerine çarpmamak için gösterdikleri mücadeleyi seyrettim. Bu sürede orada bir kaza yaşanmamış olmasında kendimi de şanslı buldum. Çünkü böyle şeylerin benim görüntü alanımda olmasını, adeta bana da verilmiş bir ceza gibi görürüm. Benim de böyle bir anlayışım var işte.
Biraz sonra Cuma saati. Hutbede sakallı ama genç bir vaiz. Resmen isyan ediyor. ’ Niçin tövbe etmek için bazı koşulların gerçekleşmesini bekliyorsunuz ? Ömrünüzün buna yeteceğini kim garanti etmiş ? ’ diye soruyor. Adam haklı galiba. Ama bizim millet böyledir hoca. Sigarayı bırakmaya karar veren adam, cebindeki paketin bitmesini bekler. Diyete girecek kadın, hafta sonunun gelmesini bekler. Kimisi hacdan sonra der kimisi de umreden sonrasını bekler bazı yanlışlıkları terk etmek için. Sonra Tasavvufa davet ediyor insanları. ’ Ne var Tasavvufa girmekte ? Günde bilmem kaç yüz defa zikir getirmekten, bilmem kaç yüz defa tekbir getirmekten ne olacak ? ’ diye soruyor. Vallahi benim bu konuda bir fikrim yok şimdilik .. Bütün dualarda ülkenin bölünmekten kurtulmasını diliyor. Allah’tan tüm müslümanları koruması üzerine dua edip cemaate de onaylatırken ben biraz aykırılık ediyorum. ’ Tüm insanlığı koru Yarabbim ! ’ diyorum içimden. Çünkü biliyorum ki diğerlerini de O yarattı. Ve biz ’ yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü ! ’ demedik mi, diyeni onaylamadık mı ?
Çıkışta cami önü mahşer günü gibi. Müezzin camiye yardım istiyor, kadınlar, çocuklar ’ Allah rızası için bir sadaka ! ’ deyip el açıyor, ağlıyor, yalvarıyor insanlara. İşte benim en sevmediğim olay bu ! Sadaka vermek, muhtaç olana yardım etmek elbette ki güzel. Fakat bu isteme şekli hoşuma gitmiyor işte. Ben ülkemin büyüklüğüne bu dilenme şeklinden dolayı itiraz ediyorum arkadaş !
Bizzat tanık oldum : Bazıları sırf insanları etkileyebilmek için çocukları kullanıyorlar. Kendileri bir tarafa gizlenip çocukları dilendirenler, kundaktaki bebeyi alıp kapı kapı dolaşıp dilenenler, hatta karda kışta sokaklarda yatırıp dilenenler var.
Birden aklıma geliyor : ’ Doğumundan onsekiz yaşına kadar bütün çocuklar devletin çocuğudur bundan sonra ! ’ diyen en tepeden en yetkili kişinin sözleri. Madem onlar devletin çocukları, ne diye sahip çıkılmaz ? Nasıl da suistimal edilip dilendirilir ? Devletimiz kendi çocuklarına sahip çıkamayacak kadar aciz mi ? Oysa her akşam dinlemiyor muyuz ; bilmem neredeki soydaşlarımızı sahipsiz bırakmayız, koruruz, kollarız, onlar için savaşa bile gireriz sözlerini ? Kendi çocuğuna bakamayan bir ebeveynin komşunun çocuğuna ne faydası olabilir ?
Osmanlı döneminde büyük müydük biz gerçekten ? Başka ülkelere bağımlı değil miydik ? Halkın refahı nasıldı ; bu günkünden iyi mi ? Peki, Cumhuriyeti kuranlar mı yıktı bu Osmanlı ’yı ? Geri kalmışlığımızın sebebi Cumhuriyet mi ? Cumhuriyet olmasaydı şimdi biz Rusya’dan doğalgaz falan almaz mıydık ? Kendi elektriğimizi yeterince üretebilir miydik ? Sokaklarda dilenciler olmaz mıydı ? Çocuklar öylesine suistimal edilmez miydi ? Güneydoğumuzda yıllardır süren savaş yoksa hiç yaşanmaz mıydı ?
Peki son yıllarda Cumhuriyet rejimi gün geçtikçe zayıflamıyor mu ? Bu zayıflama, bize refah olarak , huzur olarak, dışa karşı bağımlılığımızı azaltıcı olarak geri dönüyor mu ?
Eğer böyle olduğuna inanıyorsanız size müjdem var : Dilediğiniz kadar sevinebilir, dilemediğiniz kadar kınayı da tüketebilirsiniz. Çünkü Cumhuriyet bence gerçekten de sizlere ömür.
Fikret TÜRKER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.