- 595 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Aşkın Çiçeği (1)
1918 yılında Büyük Hıristiyan Devleti kurma hayaliyle Kafkasya’dan Daşnak partisi üyeleri İran’ın Güney Azerbaycan Topraklarına hücum ettiler ve Osmanlı topraklarından göç eden Ermenilerle birlikte silahlı bir savaş yürütüp orada yaşayan Türklere karşı adeta bir soykırım gerçekleştirdiler. Bu soykırımda 300 binden aşkın Güney Azerbaycan Türkü acımasızca katledildi.
Dönemin Osmanlı Ordusu komutanı Nuri Paşa bu soykırıma dur demek için Ordusunu Güney Azerbaycan’a seferber etti. İlk önce Hoy ve daha sonra Salmas ve Urmiye kentlerini kurtardı. Bu savaşta şehit olan 823 Osmanlı askerin cenazesi Salmas’ın Çiçek köyünde defnedildiler. Onların fedakarlıkları bu güne dek yerli halk tarafından kahramanlık destanı olup mezarları hala korunmaktadır.
..
Sazını yere bıraktı. Ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledi. Camdan dışarı bakıp havanın git gide karardığını görünce, odada bir sağa bir sola yürümeye başladı. “Bu kız nerede kaldı Allahım” diye, kendi kendine konuştu. Çok geç olmuştu. Başına kötü bir şeyin gelmesinden korkuyordu. Hemen evden dışarı fırladı. Yan komşunun kapısını vurdu. “Zehra hala, Zehra hala” diye, bağırdı. Yaşlı kadın kapını açıp sordu:
- Ne oldu Süleyman?
- Zehra hala, Gültekin dışarı çıktı. Geç kaldı. Hala dönmedi eve. Peşinden gitmeliyim.
Kadın sinirlendi. Süleyman’ın üstüne bağırdı:
- Sen aklını mı kaçırdın? Hasta kadını tek başına mı dışarı bıraktın? hem de karnında sekiz aylık bebeği taşıyan hamile bir kadını. Hemen koş. Allah yardımcımız olsun. Başına bir şey gelmemiştir inşallah.
Köyün sokaklarında koşup kızını arıyordu. Çiçek köyünde doğmuştu ve oranın daracık sokaklarında koşturup büyümüştü. Akrabalarının bir çoğu köyü terkedip Urmiye kentine yerleşseler de, onu Çiçek’ten ayrılmaya ikna edememişlerdi.
Hiç bir yerde kızının izini bulamıyordu. Ter içinde sokaklarda koşarken geçen seneyi aklından geçirdi.
Gece yarısıydı. O gece nöbetçi Su miri (Su Amiri) oydu. Urmiye’de katledilen eşinin üzüntüsü onu iyice yıkmıştı ama yine de köy halkının yaptığı ortak görevlere hazır olduğunu köy hudaya (muhtar) söylemişti. Üstelik Urmiye ve Salmas’dan gelen kötü haberler köyün huzurunu almıştı.
Haberlere göre yerli halkın düşman karşısında dayanmasına rağmen silahlı haydutlar ve Daşnak’ların saldırısı altında olan savunmasız Urmiye ve Salmas kentleri sonunda işgal edilmişti. Düşman vahşice şehir sokaklarında dolaşıp halkı kendi evleri içinde acımasızca öldürüp mallarını çalmıştı. O sırada akrabalarını ziyaret etmek için Urmiye’ye giden eşi öldürülmüştü.
Eğer komutan Nuri Paşa, kafkas İslam ordusuyla halkın yardımına koşmasaydı Urmiye, Hoy, Salmas’da yaşyan bütün halk katledilmişti. Düşman osmanlı ordusunun top seslerini duyunca korkarak şehirleri terketmişti. Şehirlerden kaçan silahlı haydutlar yollarındaki her hangi bir köyü yakıp halkı öldürüyorlardı.
Bu haberleri duyan halk korku içinde yaşamaktaydı.Tehlike her an kapının önünde olabilirdi.
Toprak küreğini elinde tutmuştu ve su kanalının kenarında duruyordu. Suyun akıp tarlayı doldurmasını bekliyordu. Tarla suyla dolduktan sonra elindeki kürekle toprak kanalından akan suyu diğer tarlaya doğru yönlendirdi. Yeni tarlanın suvarılması bir saatten fazla sürecekti. O yüzden etrafı dolaşmaya karar verdi. Hızlıca köy sınırındaki tepeye tırmandı. Tepenin zirvesinden köye baktı. Saatin geç olmasına rağmen çoğu evin ışığı kapatılmamıştı. Korku içinde günlerini geçiren köylüler geceyi de uyuyamıyorlardı. Ara sıra duyulan köpeklerin sesinden başka ses duyulmuyordu. Tepenin değer yamacından aşağı indi. Göle yaklaşmıştı. Çiçek gölü adıyla tanınan bu göl köyün güzelliğini iki katına çevirmişti. Belki de köy, ismini gölün yanında bulunan bozkırdaki çeşitli çiçeklerden almıştı. Gölün çevresinde biten yüksek kamışlar etrafını sarmıştı.
Uzaktan gelen ayak sesleri duydu. Dikkatlice dinledi. Sesler yavaş yavaş yaklaşıyordu. Gecenin bu saatinde köylü olmadıklarından emindi. Kamışlığın içinde saklandı. İki kişi sırtında silah taşıyordu. Onun saklandığı yerden bir kaç metre ilerde durdular. Yabancı dilde konuşuyorlardı. Sonra tepeye doğru yürüdüler. Tepeye tırmanıp zirvesinden köyü izlediler. Sonra hızla aşağı inip geldikleri yoldan geri gittiler.
Onlar izci Daşnak’tı. Hemen köye koştu. Sokaklarda dolaşırken kapıları yumruklayıp “Daşnak’lar, Silahlılar” diye, bağırdı. Köylüler silah, değnek, kürek ellerinde evlerinden dışarı çıktılar. Herkesi bir araya toplayıp gruplara ayırdı. Bir grubu kendi liderliğinde tepeye götürdü. Zirveden baktığında geniş bir karartının onlara doğru hareket ettiğini gördü. Bir ordu kadar büyüklükte silahlı haydut köye saldırmaktaydı. Bu Kadar düşmanın karşısında durmak imkansızdı ama yine de savaşmaktan başka çare yoktu. Çünkü bu caniler ister çocuk olsun ister kadın önüne gelen herkesi öldürürlerdi.
Bütün sokakları dolaştı. Kızından hiç bir iz yoktu. Sanki bir kuş olup köyden uçmuştu. Ne yapacağını bilemiyordu. “Nerede olsaydı artık şimdi eve dönmüş olmalı” diye düşünüp eve doğru ilerledi. Eve bir iki sokak kalıyordu. Uzaktan sırtında kürek olan birisi ona yaklaştı. O gelen kişi gecenin su miri’ydi. Hızlı adımlarla ona doğru yürüyordu. Yaklaşıp tanıdıktan sonra dedi:
- Şükürler olsun seni burada gördüm, Süleyman dede. Ben de sizin eve gidiyordum. Gültekin’i köyden çıkarken gördüm. Durdurmaya çalıştım ama yapamadım.
- Söyle. Hangi tarafa gitti?
- Tepeye tırmandı, Süleyman dede.
“Tepeye mi? Allahım ya Rabbim, göle gitmesin!” diye, bağırdı.
Süleyman ve diğer köylü aceleyle tepeye doğru koştular. O an yalnız düşündüğü şey dengesi yerinde olmayan hamile kızıydı. Hızlıca tepeye tırmandı. Tepenin üstünden öbürü yamacına baktı. Diğer tarafta tam ortada ceset gibi bir karartı yerde görünüyordu. Ona doğru koştu.
Yerde uzanan kişi kızı Gültekin’di. Baygındı ve kafası kan içindeydi. Tepenin başından dönerek aşağı düşmüş olmalıydı. Çarptığı büyük taş daha aşağı dönmesine engel olmuştu. Ama kafasının arkasında derin bir kesik açmıştı. Kanını durdurması için gömleğini yırtıp kızının kafasına sardı. “Gültekin, Gültekin” diyerek onu uyandırmaya çalıştı. Baygın kız hafifçe gözlerini açtı.
- Baba
- Evet, kızım. Merak etme buradayım.
Yaralı kızını kollarının üstüne kaldırdığında diğer köylü de yaklaşmıştı.
“ Tepeden düşmüş. Hemen bir at arabası bulup bize gel. Salmas’a götürmeliyim onu” dedi.
Gültekin kollarının üstündeydi. Aynı bu sahneyi geçen sene de yaşadığını hatırladı. Çavuş Mehmet yaralanmıştı. Onu kollarına alıp köy camisine yaralıların olduğu yere koşturmuştu.
Gültekin’in zayıf sesini duydu.
- Baba
- Evet, kızım.
- Baba, bir gün beni Kars’a götürür müsün?
Süleyman dedenin gözyaşları durmak bilmiyordu. Aceleyle eve doğru yürüyordu ve akan gözyaşları adımlarına eşlik ediyordu.
Muhammed Ahmedizade
...
Su miri: Güney Azerbaycan köylerinde, suyu köylülerin tarlalarına dağıtan kişi
Köy huda: Güney Azerbaycan Köylerinde yaşlı ve sözü geçen kişi
Bir Aşkın Çiçeği (1) Yazısına Yorum Yap
"Bir Aşkın Çiçeği (1)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.