- 633 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İFFETİ ARARKEN
ZEHRA´YI TENEŞİRE uzattılar, gasile (ölü yıkayıcısı kadın) ölüyü yıkamaya başlarken “Gufraneke Ya Rahim” dedi ve yıkama boyu aynı duayı tekrarladı durdu. Gasilenin yüzü bembeyazdı, nurdan bir aynaydı sanki. Bu âlemin görevlisi değil gibiydi. Görende haşyetle birlikte sükûnet uyandıran bir yüze ve hale sahipti. Yaptığı işin uhreviliği o kadar yoğundu ki bu dünya hayatına nasıl adapte olabildiğini düşünmemek elde değildi. Yıkama bittiğinde Zehra’nın saçları son olarak ölüme şekil aldı. Gasile, ölünün saçlarını ortadan ikiye ayırdı, omuzlarından aşağıya bıraktı. Mahşerde açılmak üzere sarıldı genç beden kefene.
*****
Öğle ezanı neredeyse okunacaktı, sokağına son defa bir cenaze aracının arkasında ve tabut içinde geldi Zehra. Evinin kapısının önünde durdu cenaze aracı. Mahalleli ağlamaklı. Cenaze aracının geldiğini fark eden Melda ve annesi dışarıya koştular. Annesi feryatlarla birlikte kızının tabuta sarıldı. Sarılmasıyla düşüp bayılması bir oldu. Melda, kendinden geçercesine ağlayarak kardeşinin tabutuna bakıyor: “Kardeşim!” demeye çalışıyor fakat bir cümleyi dahi ağzından çıkartamıyordu. Yusuf, ellerini önünde birleştirmiş, acıdan bir heykele dönüşmüş gibi buğulu gözlerle tabutun üstünde ki yeşil örtüde yazılı olan ayette teselli arıyordu. Arapçayı okuyabildiği gibi yazılanı anladığı için, aynı ayeti defalarca okuyordu, “Her can ölümü tadacaktır. Sonra döndürülüp Bize getirileceksiniz.”(Ankebut, 57)
*
Musalla taşında bir intihar, musalla taşında bir genç beden daha… Meyyite, dünya zindanındaki son seferine kaldırılmak üzere boylu boyunca uzatılmış, maddenin esir aldığı ruhlar, birazdan bir anlık, bir namazlık kendine gelecekti. Bu hakikatle yüz yüze geliş, silkeleniş, aynalara çarpılıp günahlarla iki büklüm oluş, cenazede hazır bulunanları kendilerinden kaçıracaktı. O da kalp tamamen kapanmamışsa. Acele acele cenaze defnedilecek, sonra yine aynı avuntularla aynı oyuna. Ruhun çığlığı bir an yükselmiş olacak, yine bastırılacaktı. Maddeye kısılmış ruhlar, bir namazlık, tabut ardında bir mezarlık yolu boyunca hakikatini bulacaktı. Ruhlar figana başlayacak: “Ölmeden, bu bedeni terk etmeden beni burada ferahlandır. Mahpusum bu beden, bu dünya denen zindanda! Bana bir namaz boyu, bir tabut boyu gedik açtın Kapatma! Beni müzikle, uykuyla, şehvetle, maddeyle, asıl gıdamdan başka bir şeyle doyurmaya kalkma,” diyecekti. Yine duyulmayacaktı sesi. Yine sukuta mahkûm, yine maddeye, şehvete, arzulara esir kalacaktı.
Belki de vicdanlar devreye öyle bir girecekti ki, sahiplerine sesleneceklerdi: “Kaç, kaç, nereye kadar? Ağzının tadını bozuyor, diye kaç. Günahlarını hatırlatıyor diye kaç. Kaçarken yakalanmak ne kötü bir an. Kaçma ki yüzleşebilesin. Yaptım, ettim, hoyratça kullandım bu emaneti. Pişmanım, deyip boyun büksen, umulur ki affedilirsin. Bir cenaze daha görmeği mi bekleyeceksin, şu ardından koşulan serabın hakikat olmadığını fark etmek için? Tabutların ardını sen kollamalısın ki, ölüme : “Bende sana doğru geliyordum.” der gibi gidebilesin. Hâlâ anlamadın mı? Kalpler yalnızca Allah’ı anmakla huzur bulur.” diyecekti.
*
Öğle namazına müteakiben cenaze namazı kılındı Zehra’nın. Tabutu ilk omuzlayan ağabeyi Yusuf oldu. Tabutu omuzlar omuzlamaz Zehra’nın çocukluğunu, altı yaşına gelene kadar her ağladığında onu omuzlarına alıp gezdirdiğini ve öyle susturabildiğini hatırladı. Cenaze aracına konana kadar bir başka omuza vermedi tabutta tuttuğu yeri. Mezarlığa varıldı ve tabut yere kondu, kapağı açıldı. Kâfur kokusu yayıldı havaya. Mezarın içine Yusuf’la birlikte Arif baş komiser girdi. Annesi evde baygın bir halde kalmıştı. Melda´nın da mezarlığa gelmeye takati yoktu, komşular ve Yusuf´da müsaade etmediler mezarlığa gelmesine. Edecekleri feryat figan, ölüye azaptan başka ne verecekti ki? Kardeşini usulca bıraktı toprağa. Kardeşinin yüzünü kıbleye doğru sağ yanına hafifçe çevirdi, arkasını toprakla besledi. Kefenin üzerinden başını okşadı. Okşarken: “Allah´ım ona rahmetinle muamele et,” diye dua etti. Arif baş komiser çıktı mezarın içinden. Yukardan tahtaları uzattılar. Kardeşinin üzerine tahtaları dizerken , “Allah´ım, sen onu kabir azabından, hesap gününün ağır sorgusundan, cehennem ateşinden muhafaza et. Merhametinle yarlığa” diye dua ediyordu. Son olarak bir hasır uzattılar, kardeşinin üstünü örttü o hasırla ve çıktı mezardan. İmam Kur´an okuyor, cenazede hazır bulunanlar da bir kürek toprak atmak için yarışıyorlardı. Yusuf, ellerini önünde birleştirmiş bir şekilde, buğulu gözlerle kardeşinin üzerine toprak atılışını izlerken tutamadı kendini, sicim sicim döküldü gözlerinden yaşlar. Kardeşi için istiğfar etmeye başladı. Zehra’nın üstü toprakla örtüldü. Cenaze merasimine katılanlar birer ikişer dönüyorlardı. Yanın da kalmak isteyen birkaç mesai arkadaşına müsaade etmedi Yusuf, onları da gönderdi. Kabrin başında imamla kendisi kaldı. İmam da görevini bitirince, Zehra’nın yüzünün geldiği yönde çömelmiş, kardeşinin toprağına bakan acılı adamın omzuna dokunarak “Allah sabır, metânet versin” dedi ve uzaklaştı. İmamın ardından o´da, Allah´u Teâlâ´nın kardeşine mağfiret etmesini, Kabir suallerine kolayca cevap verebilmesini umarak ona telkinde bulundu. Telkin sonrası başını biraz kaldırınca, tahtanın üzerine elle ve tükenmez kalemle yazılmış olan ”Zehra ÜFTADE” yazısını gördü. Kardeşinin ismini o tahta üzerinde görmeye takat getiremedi yüreği, gökyüzüne kaçırdı gözlerini. Ya- muhyi! (Her şeye can veren) Ya mümitü!(Canlılara ecel şerbeti içiren O´dur) dedi. Bir müddet gökyüzünü seyrettikten sonra tekrar kabre dikti gözlerini, yaşananların muhasebesine daldı. Kabre baka baka konuşmaya başladı:
“Varlık gayelerini keşfedememiş ebeveynlerden oluşan toplumlarda, yeni yetişen nesillerin sonunun benzer olacağı muhakkak. Ben dâhil herkes suçlu... Ben dâhil herkes suçlu kardeşim. Çok güçlüydü kardeşim, rezillik seli, ahlaksızlık seli çok güçlüydü ve ben seni o sele sürüklenmekten koruyamadım. Modernleşmek uğruna batı rüzgârlarına kapıldın, batının pisliğine battın ve boğuldun. Seni sen yapan, bizi biz yapan değerlerimizi bulamadan kaybettin. Sürü psikolojisine kapıldın, boğuldun.”
Bakışlarını kabirden kaldırıp etrafına bakınarak:
“Ah, ah, varlık gayemiz, biz seni kefene sarılmadan, toprağın altına konmadan bulamayacak mıyız? Birileri and, mı içmişler? Bize varlık gayemizi unutturacaklarına dair yemin mi etmişler? Bu neslin bütün melekelerini kapatmaya, ne için yaratıldıklarını fark ettirmemeye dair söz mü vermişler?”
Ayağa kalktı, kardeşinin mezarına bakarak:
“Gidişatımızı değiştirmediğimiz, varlık gayemizi layıkıyla keşfedemediğimiz ve O´na göre yaşayamadığımız için Allah´ın da gidişatımızı değiştirmediği bir toplumun mahsulüsün sen.”
Kabrin başucuna bir kaç adım attı, çömeldi. Kardeşinin saçlarını okşuyormuşçasına toprağını okşayarak:
“En çok neye üzülüyorum biliyor musun Zehra? Bu âleme ne için geldiğini, ne için yaratıldığını idrak edemeden, dönüşü olmayan bir hayata gittin. Ana rahminden indin pazara, bir kefen aldın döndün mezara. Beni asıl üzen, pazarın niçin kurulduğunu kavrayamadan, hoplamalarla, zıplamalarla, mecazi aşklar ardında sürüklenmelerle giymen kefeni. Pazarda ki sanata, ihtişama dalıp, sanatkârını düşünmeden, tanımadan ölmen asıl kahredici olan.”
Ayağa kalktı, bir süre kabre baktıktan sonra kabristanın çıkışına doğru yürüdü. Kardeşini mezarlıkta bırakıp gitmenin acısı göğsünün ortasına bir yumruk gibi indi. Durdu, yüzünü tekrar kabre çevirerek, gözyaşlarıyla konuştu:
“ Bende çok geç buldum kardeşim, ben varlık gayemi buluncaya, ne için yaratıldığımı kavrayıncaya kadar sen çoktan büyümüştün ve ahlaki çöküş seline girmiştin. Daha erken bulsaydım, belki, bir ihtimaldi, sana da buldurabilirdim.”
(İFFET ARAYIŞI isimli romandan alıntı)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.