- 747 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SOSYAL MEDYAYI KULLANMA ESASLARI İLE ŞİİR VE YAZIMINA İLİŞKİN GÖRÜŞLER
[face book sosyal paylaşım sitesinde “arkadaşlarım” olarak yer alan 2600’ün üzerindeki kişiyedir bu seslenişim/sitemim (eğer bir şeyler öğrenmek ve gerçekleri görmek istiyorsanız okuyunuz lütfen… Konu hepinizi ilgilendirmektedir):
2010 yılından beri face üyesiyim ve yararlı olmak adına bir şeyler (edebiyata, edebiyat dışı Diğer sanatlara, sosyal hayata, politikaya, sağlığa dair.) paylaşıyorum.
Paylaştığım gibi diğer arkadaşlarımın paylaştıklarını da (tamamı olmasa da) okumaya, seyretmeye ve dinlemeye çalışıyorum. Zaten amaç da bu ve bunun bize sağlayacağı artı katkılar değil midir? Amaç insanların ne yaptıklarına bakarken, onları incelerken bizim de ne yapabileceğimiz noktasında bir adım ya da bir arpa boyu ilerleme sağlamamız değil midir?
Bunların sonunda: insan olmanın, topluma yararlı birey olmanın; toplumu iyi yönde organize edip onları yönlendirmenin, güzel fikirler, yapıcı fikirler aşılamanın övüncünü ve gururunu yaşamak da, yaşama hakkı da amaçlarımız arasında değil midir?
insan okuduğu, dolayısıyla öğrendikleri kadar insandır. bu sözüm: insanın vicdani, sosyal ve beşeri ilişkilerinde, siyasi/politik görüşlerinde, dünya görüşünde; insanları sevme ve onlarla yardımlaşma konusunda; sanattan zevk almak, sanatçıyı sevmek konusunda; seçimden seçime adam yerine konularak kullandığımız/kullanacağımız bir tek oyumuzun daha anlamlı ve yararlı bir şekilde kullanılması konusunda; devlet malını koruyup, gözetlememiz konusunda; yetim hakkı yememek konusunda; hırsızlığa, arsızlığa, köşe dönmeciliğe son verme konusunda; söyleneni anlama, anladığını düşünme, yorumlama, yargılama ve sonuçta da uygun bulunanları uygulama konusunda; hayatı yaşanılabilir kılma ve yaşamdan zevkk alma, bu zevki alırken oluşacak iyi enerjiyi çevremize yayabilme konusunda ve nihayet sözün kısası adam gibi adam olma konusunda okunmalı ve de değerlendirilmelidir.
bir atasözümüzde şöyle deniyor "insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur" bu söz ilk bakışta doğru gibi görünse de eksiktir yâda tamamen yanlıştır. Yanlıştır çünkü: insanı değişmez kılma görüşünü hâkimdir. İnsan yedisinde çocuktur, pek çok şeyden habersizdir. ne demek yedisinde ne ise yetmişinde odur? bu birey hep aynı mı kalmalıdır; kendisini her yönden geliştirmemeli midir? Bizler onun yedisinde olduğu gibi yaşam sürmesine müsaade etmeli miyiz? ne tür katkılarla onu yaşamı boyunca geliştirmeliyiz ve de o birey kendini yetiştirme konusunda hangi çabaları sarf etmelidir? İşte bunların sonunda denebilir ki insan yedisinde her ne olursa olsun ilerleyen süreç içerisinde, tanımakta güçlük çekeceğimiz bilgi ve kültür düzeyine erişmelidir. bu sözü başka şekilde yorumlayanlarımız mutlaka olacaktır. onlara da saygı duymak yine erdemli kişi olmanın bir sonucudur.
Yine bir atasözümüzde "insan kıymetini insan bilir" yani: bir kimsenin değerini ancak onun kadar değerli olan kişiler anlayabilir. bu söz değerli insan olmanın zorunluluğunu anlatmıyor mu bize? biz kimden ve neden aşağı olalım da bir insanın kıymetini yada kişiliğini anlayamayalım? Değerimiz neden ondan eksik olmalı? Neden iyiye, güzele, bilgiye, zarafete, sevgiye, yüceliğe koşar adım gitmemeliyiz? Kısacası insan (adam) olmalıyız, olmak zorundayız.
Başka bir atasözümüz ise aynen şöyledir: "adam adamdır, olmasa da pulu; eşek eşektir atlastan da olsa çulu" yani: insanın değeri, yoksun ya da zengin oluşuyla ölçülmez. değerli insan yoksul da olabilir. değersiz bir kimseye ise zenginlik, kılık kıyafet değer kazandıramaz....
bu konuda yüce melana şöyle der: "nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok… nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok"
böyle deği lmidir arkadaşlarım. böyle ise ki böyledir o zaman ne diye bilgiye güzelliğe, eser bırakmaya ve unutulmamaya gayret etmek yerine paraya pulu değer verir hale geliyoruz. neden gösteriş düşkünüyüz, neden birbirimizle ve benim şunum, benim bunum seninkinden daha güzel ve pahalı... Türü yarışların yarışmacısı durumundayız. yada öyle olalım.!!! Bizim yarışımız bilgiye, güzele, sevgiye doğru olmalıdır. Bunu derken, parasız pulsuz da yaşanır demek istemiyorum! pek tabiidir ki size yetebilenle yetinmeniz, yoksa bunu artırma gücünüz boşuna kendinizi tüketmemeniz gerektiğini ve alçak gönüllü olunması gerektiğini belirmeye çalışıyorum.
Hayat gelip geçicidir. Hiçbir makam ve şöhret ilelebet kalıcı olamaz. Zaman gelir bir-bir yok olup gider geride ne koyacaksak ondan ötesi yoktur. Devleti idare edenler de böyledir... hepimiz için geçerli,.bu gün varız, yarın yokuz.
Osmanlı dönemi şairlerinden olan ve o devirde "sultanü’s şuara= şairlerin sultanı" diye anılan baki, en az bir mısraını hepimizin bildiği meşhur gazellerinden birinde:
"bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş" der.
amaç/anlam: kalıcı ve güzel bir şeyler yapıp, hem dostların gönlünü hoş tutmak, onları incitmemek, hem de uzun yıllar düşünceleriyle, eserleriyle zihinlerde yer edebilmek, yokken yaşayabilmektir.. bundan sonrası hiç bir önem arz etmiyor bence..
yaradan’ ın en mükemmel eserlerinden biri, en komplikesi, sırlarla dolu, merak uyandıran ve çözülmesi en imkânsız bir varlıktır insan. 1856 yılında dünyaya gelen ve psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud; insanı anlamak, çözmek,tanımak.... Konusunda tam bir başarı sağlayamamış, yani işin içinden çıkamamıştır. Durum bu iken, ben kim oluyorum da bu konularda bir şeyler yazıp çizmeye çalışıyorum. Bunu da eleştirebilirsiniz. Ancak herkesin görüşlerine saygı duyulması gerektiği de bilinmektedir. Bu hem demokrasi denen ancak yeterli düzeyde uygulanmayan bir gerçeğin ve insan olmanın gereğidir.
ilk bakışta her şey o kadar basit görünüyor ki, ama işin içine girildiğinde olayın çok karmaşık olduğu ortaya çıkıyor. İnsanı duygularımız, düşüncelerimiz, sevecenliğimizle dile getirmeye çalışsak da, daha neler var içimizde gizli, belki bizim bile bilmediğimiz ya da bastırdığımız. ben sadece, insan olmanın bana verdiği görev bilinciyle, bir şeyler yazmaya ve sonuçta da ister burada olsun, isterse sosyal medyada olsun insanlara bir şeyler vermeye, onlara yararlı olmaya, açabildiğim kadarıyla ufuklarını açarak ileriyi görmelerine yardımcı olmaya çalışıyorum
Şimdi bu kadar laftan sonra esas konuya geçmek istiyorum. Arkadaşlar belki ben dâhil pek çoğumuz sosyal medyayı kullanmayı, yani yararlı bir şekilde kullanmayı bilmiyoruz. Amaç sanki vakit geçirmek… geyik muhabbeti türü paylaşımlarla vakit öldürmek... Birilerini sanal oyun oynamaya davet etmek vesaire... Öyle arkadaşlarımız var ki sosyal medyada paylaşılması gerekmeyen eften püften bir konuyu burada paylaşıyor ve ne yazıktır ki bu tür paylaşımlar ciddi anlamda beğeni topluyor ve olumlu yorumların yapılmasına da neden oluyor. örneğin; "bizim tavuk bu gün yumurtladı...horozumuz öttü: gecenin köründe işkembe çorbası içtim….ağaçların üzeri karla kaplandı...bugün hava güzel olacakmış.. birazdan alışverişe çıkacağım.. …türünden paylaşımlar da olduğu gibi… sosyal medya böyle mi kullanılır, böyle kullananlara nasıl itibar edilir, yada bu paylaşımlar nasıl beğeni toplar . bir insan olarak, bir müfettiş olarak, iyi kötü bir şeyler yazıp çizen birisi olarak (ki şiir ve hikaye/roman yazmaya çalışıyorum) bunlara ne anlam verebiliyorum, ne de akıl erdirebiliyorum....insan güzel bir doğa resmini, fotoğraflanmış güzel bir anısını yada hayatında dönüm noktası sayılabilecek mutluluklarını, yada mutsuzluklarını (evlenmek, bir çocuğunun olması, yeni bir işe girmesi, Allah korusun bir kaza geçirmiş olması gibi) hısımı, akrabası, eşi, dostu ve arkadaşları görsün ve durumdan bilgilensinler diye paylaşabilir. Bunda sıkıntı yok. Ancak demin belirttiğim abuk sabuk konuları paylaşmanın ne anlamı ve face üyelerine ne gibi faydaları dokunur? bunu aklıselimle bir düşününü!. Vereceğiniz yâda bulacağınız cevabın pek tabidir ki “dokunmaz” olacağı açıktır. Böyle arkadaşlarımızı amaca yönlendirmek için incitmeden uyardığınızda da aynen "size ne? Onlar benim arkadaşlarım..." seklinde karşı taarruza geçiyorlar. Ancak burada dikkate almadıkları çok önemli hususlardan bir tanesi; bu arkadaşlarımızın toplam arkadaş sayısının bu beğeniyi yapan arkadaşlarla sınırlı olmadığıdır. Belirttiğim hususlarda 41 kişi beğeni tuşuna basıyorsa ve bu kişinin de 3600 arkadaşı varsa, savunması yerine oturuyor ve haklılık kazanıyor mu? Geride kalan 3559 arkadaşının günahı nedir ki de bu tür abuk sabuk konular, zaman zaman da olsa gözüne takılsın.
Face üyesi olup da paylaşacakları önemli hiçbir şeyleri (şiir, hikâye, müzik, fıkra, güzel anı resimleri, doğa resimleri)i olmayan arkadaşların yapacakları şey bence yararlı paylaşımları takip etmeleri, okumaları, dinlemeleri ve kendilerini geliştirmeleridir. yok, “ben bu sosyal medyayı arkadaşlarımla bir şeyler konuşmak, dertleşmek, övünmek, malımdan mülkümden bahsetmek gibi konularda kullanıyorum” diyecek arkadaşlarımızın bu işi, “ m e s a j” yoluyla halletmeleridir. hem daha rahat yazıp çizebilirler, hem de kimseyi sıkmazlar.
Ben uzun yıllar müfettişlik yapmış olan ve de 18 yaşından bu yana iyi kötü şiirler yazan; kitabı, canlı tv program deneyimi olan; dergilerde, antolojilerde ve yıllıklarda şiirleri, küçük yazıları yayımlanan, yayımlanmakta ve yayımlanacak olan ve birkaç da ödül almış bulunan birisiyim. Hiç bir zaman kendimi şair yerine koyup da küçülmek istemem. Yanlış anlamayın, ben şair olmadığım için bunu söylüyorum. “ şairler küçüktür” gibi bir anlam yok bu anlatımımda…
Şairlik öyle her babayiğidin altından kalkabileceği bir sanat adamlığı değildir. şiir yazmak için şu üç öğenin bir kişide toplanması gerektiğine inananlardanım. Bilgi, duygu ve izlenimcilik.
Bunu biraz daha açacak olursak: şairlik sonradan kazanılan bir meziyet olmayıp, o insana doğuşuyla birlikte bahşedilmiş bir yetenek ve özelliktir. şair nitelikli olarak yaratılmış bir kişinin, şiir yazmaması, konuya ilgi duymaması düşünülemez ancak, yaratılışla gelen bu özelliğin de tek başına yeterli olmadığı bilinmektedir. şair ya da şiir yazan kişinin; kültürle, yaşamla ilişkisini devam ettiren, izlenimci bir kişiliğe sahip olması da gerekmektedir. ayrıca: şiirin insanlarla paylaşılmak üzere yazıldığını dikkate alarak, onları insan değerleriyle motife edebilir, haklarını korumaları için yol gösterebilir; vatanına, milletine, bayrağına sahip olabilmenin gerekliliklerini öğretebilir, toplum huzurunu ve barışını tesis etmede katkı yaratabilir nitelikleri de kanımca kendisinde toplaması gerekir.
Şair, haksızlıklara karşı koyabilir nitelikte birisi de olmalıdır. Bu nitelik, aynı zamanda insan olmanın da bir gereği ve sonucudur.
Şair, insan sevgisini en üst düzeyde yaşayan bir kişidir ve öyle olmalıdır. Çünkü insanları sevmeyen kişilerin, onlara verebilecekleri hiç bir şey olamaz. Olsa olsa, zararlarına olacak eserler verebilirler.
Şairin ortaya koyduğu eserin yani şiirin ne olduğuna kısaca değinecek olursak:
estetiğin babası olarak bilinen HEGEL, şiiri; "insan aklının ve duyarlılığının en yüksek düzeyde yansıması" olarak tanımlıyor ve şiir sanatını, güzel sanatların en üst basamağı olarak değerlendiriyor.
şiir yazımı ile ilgili olarak yaptığı bir söyleşide, rahmetli Cahit Sıtkı Tarancı da aynen: "şiir bir deyiştir, kelimelerle güzel şekiller kurmak sanatıdır. şair de bu sanatı bilen adamdır. bu sanatın ifade vasıtası dil ve malzemesi de kelimeler olduğuna göre, şiir yazmak isteyen adamın kullandığı dilin bütün kurallarını iyi bellemesi, kelimelerini sınıf arkadaşları gibi yakından tanıması, hangi kelimelerin nerede ve nasıl kullanıldığı zaman, kendisinden beklenen ödevi yerine getireceğini bilmesi gerekir. şiir yalnız duymakla, parlak hayaller (i m g e l e r) bulmakla değil, dil ve kelimeler konusunda bu bilgilerle, bu sevgilerle, bu dikkatlerle yazılabilir. şairden beklediğimiz, işte bu davranıştır." demiştir.
Şair ve felsefeci Oktay taftalı "şiirin mikroestetik eleştirisi - ahlak, estetik ve şiir" adlı eserinde; "...şiirin hakiki bir ifade olabilmesi için, sözcüklerden çok imgelerle yazılması gereği apaçık ortadadır. Çünkü sözcüklerle yazılan şiir salt mekanik bir oyundur. onun hakiki bir ifadeye dönüşecek gücü yoktur..." ve "...sözcüklere gelince: onlar imgenin maddi taşıyıcılarından başka bir şey değildir. Şiir ve imge sözcükler aracılığıyla nesneleşirler" demek suretiyle, şiirde imgenin sözcüklerden daha önemli olduğunu çok açık bir şekilde dile getirmektedir
değerli üstadım ve de arkadaşım olan eğitimci şair yazar Zekeriya EFİLOĞLU’nun Face de “ŞİİR NEDİR “ başlığı ile yayımlanan ve pek çoğumuzun okuduğu ve bilgilendiği bir paylaşımı bulunmaktadır. Yeri gelmişken hem bilgilerimizi tazelemek hem de sanata katkıda bulunmak adına bu yazıyı da aşağıda ve aynen alıyorum:
“ şiir nedir...
Şiir hakkında platon’dan günümüze kadar geçen süre içinde onlarca tanım, açıklama ve aforizma yapılmış ve yapılmaya da devam edecektir. Platon şiir için, “büyülü söz!..” tanımını kullanırken bu tanım, klasik dönemden romantik döneme geçişin ilk önemli şairlerinden olan, fransız şiirine xvııı. yy.’ın klasik kalıplarından farklı yeni ve canlı bir yapı kazandıran, Hıristiyanlık duyguları ağır basan bir şiirler yazan, şiirlerin yanı sıra romantik kısa hikâyeler, tarihî ve siyasî yazıları bulunan, Türklere de yakınlık duyan Lamartine’nin, “şiir, büyük zekâların rüyalarıdır.” sözünü doğrulamaktadır. Çağımızın önemli şairlerinden YAHYA KEMAL’e göre şiir, “musikidir”, fakat bildiğimiz musikiden farklı bir musikidir. Yine Yahya Kemal şiir hakkında, “şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde "nefes" ve "ses" iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru (borusu) kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.” demektedir. Modern sanat ve sinema dünyasına önemli katkılarda bulunan, sürrealist, dadacı ve kübist akımın öncü sanatçılarından olan Jean Cocteau’ya göre, “şiir öylesine ayrı, öylesine apayrı bir dildir ki başka herhangi bir dile çevrilemez hatta yazılmış olduğu kendi diline bile...” demektedir. Yine Cocteau, “ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü.” diyerek belki de özellikle imge yoğunluklu şiir yazan kişilerin dayandığı temeli de atmış olmaktadır. Cahit Sıtkı’ya göre şiir, "kelimelerle güzel şekiller kurma sanatıdır."
Ahmet Haşim şiiri, "söz ile musiki arasında olan fakat sözden ziyade musikiye yakın olan bir lisan." olarak tanımlar.
Siyasal eylemci şair, romancı ve deneme yazarı olan, bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri diye bilinen, önceleri, dada akımının öncüleri arasında sayılan ancak, sonradan Breton, Soupaux ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan sürrealizm’in kurucularından biri olan ve bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımlanan Aragon, “şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir.” demektedir. Şairler sultanı olarak bilinen ülkemizin yetiştirdiği en ünlü şair ve dava adamı olan NECİP FAZIL’A göre şiir, "mutlak hakikati arama işidir." 19. yüzyıl Fransız şiirinde sembolizmin öncülerinden olan, “kapalılık ve anlaşılmazlık şiirin özüdür.” diyen "eski tanrılar", "saçmalar", "koşuklar", ve "düzyazılar" gibi yapıtları olan Mallerme, ressam Degas’ın, “çok güzel duygularım var, ama şiirde başarıya eremiyorum. neden?” diye sorması üzerine, “dostum” demiş, “şiir sözcüklerle yazılır. Herkesin duyguları, düşünceleri var, yetseydi herkes şair olurdu.” anlaşılmayan budur. içinden geldiği için mimar ya da mühendis olmaya kalkanı görmüyoruz. demek sanatların en kolayı şiir ki, duygulara, düşüncelere dayanarak şair olunabileceğine inanılıyor.” diye cevap vermiştir. TDK ise şiiri, "zengin sembollerle, ritimli sözlerle ve seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebî anlatım biçimidir…" şeklinde tarif eder. Osmanlıda ise, “mevzun ve mukaffa söz” yani “vezinli ve kafiyeli söz” olarak tarif anılmıştır. Ben de şiiri, ruhumuzda ve yüreğimizde olanları kâğıda nakşetmek olarak tanımladım. Ayrıca şiir; harfleri, kelimenin kalbine damlatma, beş duyuyla kâinatı tanıma sanatıdır... Şiir, arayıştır... kâh maddeden manaya kâh manadan maddeye yönelen bir arayış. Şiir, soyut sözcükleri somutlaştırma veya somut sözcükleri soyutlaştırarak hasat elde etmeye çalışır... Şiir mısralarla büyüyen bir tomurcuk; ruhumuzun çim biçme makinesi; sevgili için akıtılan en mukaddes gözyaşı; mısraların ruhunda yaşayan hayallerimiz; avluda beklediğimiz anahtar sesi; aşkın elbiseye girmiş hali; bedenin ruha transferi; ruhumuzla ve bedenimizle yaptığımız en önemli sözleşme; ruhumuzun deli gömleği; şuurumuza geçirilmiş kelepçe ve coşkun yüreklerin evrenidir…
Şiir adanmaktır... Öyle bir adanmak ki... Varlık ve yokluk sözcüklerinin akla bile gelmediği ve bütün sorulardan ve sorunlardan öte adanmak... şiir kaybolmaktır... öyle bir kayboluş ki kendi gölgemizde değil; sevgilinin kıyısında köşesinde kaybolmak... şiir duadır... öyle bir dua ki... Sevgili gitse bile "yeter ki o iyi olsun benim önemim yok." diye edilen dua... Şiir yemindir... Öyle bir yemin ki... Asla vazgeçmemek üzere edilmiş bir yemin... Şiir sözdür... Öyle bir söz ki... Sadece ama sadece adanmak için verilmiş söz... Her ne olursa olsun sevmeye dair... Ez cümle şiir "arayıştır" belki de en büyük "aldanış"…Şair ise, hem içimizdeki hayatı hem de hayatın içindekileri en güzel resmeden sanatkârdır. bu işin en muhteşem yanı ise bu resmi yaparken boya kullanmamasıdır. şair, soyut ve somut sözcüklerin her birini bir meleğin kanadına asıp sonsuzluğa salan bir dahi, sözcükten evler kuran bir mühendistir. Şairler ya delidir ya da dahi… Zaten dâhiliğin genlerinde biraz da delilik yok mudur?
Son yıllardaki şiirin sayının “kemiyet” olarak artıp “keyfiyet” olarak içinin boşalmasının elbette değişik nedenleri vardır. Belki, “ben şiirle uğraşıyorum…” ya da daha iddialı bir yaklaşımla, “ben şiirden alıyorum...” diyen herkes bu soruya teklifsiz onlarca cevap verebilecek konumdadır. bu konu ile ilgili olarak Cahit Külebi, “şiire başlayan bir insan, hangi yaşta olursa olsun, en az on beş-yirmi yıl iyi bir okuyucu olmak zorundadır. ondan sonra da şiir yazmağa başlamak için gerekli olan kendi dünyasını, dilini, biçemini bulmak zorundadır.” demektedir. Kalitesizliğin altında yatan nedenin –okumamak- olduğunu vurgulamıştır. Ülkemizdeki okuma oranlarına bakıldığı zaman çok doğru bir tespit gibi durmaktadır. şiir sözcükten evler kurmaktır. Sözcükler ise Kipling’in dediği gibi “insanların kullandığı en tesirli haplardır.” sözcükleri edinmek, onları etkili bir biçimde kullanabilmek ise ciddi bir okumanın ve birikimin getireceği sonuçtur. İlham denilen sevgili, doğru düzgün dili kullanamayan, sözcükleri nerde ve nasıl kullanacağını bilmeyen, gündelik konuşma dilinin ötesine geçemeyen birinin yüreğine inmeyecektir. Yani “sadece ilhamla yazarım okumaya ve fazla bir şey öğrenmeye gerek yok…” diye düşünenlerin yazdıklarını belki istisnalar hariç şiir kategorisinde değerlendirmek sanırım bu yüzyıllardır süregelen poetikaya ihanet olacaktır. Salah Birsel, “şiir alanına sinema salonuna girer gibi girilmez. Kişilik kazanmak gerekir ilkin…” sözünü çok manidar buluyorum. “ben de şiir yazıyorum.” diyenlerin öncelikle kendilerin bir çeki düzen vermesi gerektiği aşikârdır. bu kılık kıyafet düzeni değildir elbette. bu iki söz birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan gerçek, şiir yazan kişinin şahsiyet kazanması için kendisini geliştirmesi gerçeğidir. Kendini geliştirmek içinde şiir denilen sevgiliye ulaşmak için belki de yıllarca sözcüklerle talim yapma gereğidir. Burada Ataol Behramoğlu’nun şu sözünü de hep birlikte hatırlayalım. “bir şiir üzerinde aylarca, bazen daha uzun süreler çalıştığım oluyor. her seferinde, başlangıçtaki o duygu birikimini yakalamaya çalışıyorum.” yine ülkemizin yetiştirdiği ünlü şairlerden NAZIM HİKMET, "ben kendi payıma bir iki iyice şiir yazdımsa, bunların tümünün içeriğini önceden iyice pişirdim. sonra en uygun biçimlerini, ne çeşit uyakla (kafiye ile), ne çeşit ölçü ile yazılabileceğini, boyutunun aşağı yukarı ne olabileceğini, dilinin edasını, çeşnisini, peşinen kestirmeye çalıştım. yani çok zahmetli bir çalışmadan sonra işe koyuldum." diyerek anlatmak istediğimizi açıklamaktadır adeta… Hani amiyane tabirle, “ben yazdım oldu. ” mantığı sergilemek şiir adına sadece ama sadece sorumluluktan kaçmak, topu taca atmaktır…
Sözü uzatmadan elbette ki her şairin kendine göre bir şiir tanımı vardır. Ancak tanım yapabilmek için önce poetikayı (şiir sanatı) bilmek, bu uğurda kafa yormak, bu akımı incelemek ve ondan sonra derin bir düşünüşle bir şeyler söylemek ancak mümkündür.
Yoksa her teneke rüzgâr esince elbette bir takım garip sesler çıkaracaktır…”
Bu ve anlatılan diğer nedenle, şiir yazmanın sanıldığı kadar kolay bir iş olmadığı, hele "işi olmayanların şiirle uğraştığı" gibi bir düşüncenin de kesinlikle doğru olmadığı çok açık ve nettir.
Konu şiirden ve şiir yazmaktan açılmışken, dolayısıyla yeri gelmişken belirtmekte yarar bulunmaktadır. gerçek şairlerimiz hariç çoğu face üyemiz de kendisini şair sanıp (benim gibi) alel acele yazdıkları nesirin kafiyelendirilmiş şekillerini ve genelde hiçbir anlam ifade de etmeyen yazımlarını şiir diye paylaşmakta ve böylece şiir sanatına ve bunu layıkıyla yerine getiren şairlere zarar vermekteler., ve yine ne acıdır ki bu tür şeyleri şiir diye paylaşan pek çok arkadaşımızı beğenenlerin sayısı da neredeyse gerçek şairleri izleyen ve beğenen üye sayısına yakındır. bu durum için ancak şöyle denebilir: şiirden anlamayanı anlayanlar da şiirden anlamayanlardır. bu nedenle önerim her önüne gelen kendisini şair filan sanmamalı ve böylece sanatın yozlaşmasına neden olmamalıdır. Sanat toplum içindir. Sanat hepimizin malı ve ortak değeridir. bu nedenle dikkat etmek ve söylediklerimden asla alınmamak gerekmektedir. şair olacak kişide yukarıdaki özelliklerin tümünün bulunması gerekmektedir. bunlar yoksa o arkadaşlarım kesinlikle şiir yazmasınlar… Ya ne yapsınlar? Okusunlar ve varsa biraz cevher kendilerini yetiştirmenin yolunu seçsinler. Fface’den bir arkadaşım bana bir gün çektiği mesajında aynen “abi o kadar uğraşıyorum senin gibi şiir yazamıyorum” ben de ona aynen ‘”her şeyden önce sen, ben değilsin ve herkes şiir yazacak ya da şair olacak diye herhangi bir kural da yoktur. bu nedenle bolca okumalısın…” diye karşılık vermiştim. İşin özü budur arkadaşlar.
Laf lafı açar derler ya ne kadar doğru bir söz…konuya nasıl başladık ve nerelere kadar geldik..,bana göre, konusu sosyal medyanın kullanımı olan bir konuda bu derece mesafe alınmış olması ancak sizlerin hoşgörüsüyle övgüye ulaşabilir…
yine sosyal medyanın kullanımı ve iyi kullanıldığında sağlayacağı yararlar konusuna dönerek, âcizane bir iki şey daha söyledikten sonra yazımı bağlamak istiyorum.
Face book’ da benim 2600’ü aşkın arkadaşım ve iki tane de şiir gurubum bulunmaktadır. Bunlardan ilki “ŞAİR KEMAL (KISA BİR AŞK HİKAYESİ)” şiir grubu, diğeri ise “CENNET BAHÇESİ ŞİİR GRUBU”DUR. aynı zamanda antoloji.com sitesi ile “sair-kemal.blogspot.com” sitesinde şiirlerimi yayınlamaktayım.
Özellikle face de, edebi konular (ki özellikle şiir ve şiire yöneliktir), sosyal ve politik içerikli diğer konular ile Atatürk fotoğrafları, veciz sözleri ve çeşitli hitabeleri yer almaktadır.
Bu paylaşımlardan en fazla ilginin Atatürk resimleri ile onun sözlerine ait oluşu her vatan evladı ve Atatürkçü gibi beni çok ama çok mutlu etmektedir. Ancak bu ilgi de yoğun değildir. bu hususta duyarlı olan arkadaşlarımın sayısı 10’u 15’ i ancak bulur. bu da üzüntü verici bir durumdur. Atatürk olmasaydı halimiz nice olurdu? Diye elini başına dayayıp düşünebilen beyinlerde, zihinlerde bir şeylerin şaha kalkması gerekmez mi? kim bu Atatürk ve neden önemli? Bunu yıllar yılı dinledik, ya da pek azımız -üzülerek söylüyorum- yarım yamalak da olsa okuyarak öğrendik.
Her şey ortada. Kimsenin ata’yı eleştirmeye yetkisi olmamalı, olamaz. Ona kusur atfetmek ancak hainlerin ya da birilerine yaranmak isteyenlerin işi olabilir. Çünkü onun eleştirilecek hiçbir tarafı yoktur. Sadece onu minnetle, şükranla ve saygıyla yâd edebiliriz. Durum bu olmasına rağmen, onu eleştirme cesareti gösterenler, zorla kusur bulma yarışına giren kişiler de yok değildir. iyi eleştirilemez, sadece beğenilir ve övülür. Bir Hitler, bir Musolini eleştirilebilir. Çünkü onlar bir yandan iktidar hırsları nedeniyle haklarını ezdiler, diğer yandan dünya milletlerine zarar verdiler. Milyonlarca masumun kanına girdiler. Var olanla yetinmeyi bırakıp emperyalist emeller peşinde koştular. işte bu nedenle onlar artık sevgi ve saygıyla değil, nefret duygularıyla hatırlanan liderden başka bir şey değillerdir.
Oysa yüce Atatürk; yüceliği kendisine verilen Atatürk ismiyle de pekiştirilmiş olan o muhteşem lider, komutan, bilge, sanatkâr… Böyle miydi? Onun 7 düvelin elinden söküp aldığı bu vatan ve bu yolda verilen uğraş/savaşım tüm mazlum milletlere örnek olmuş, onların hürriyetlerini/bağımsızlıklarını kazanmada bir yol gösterici rehber olmuştur. bu nedenledir ki hala milyonlar akın-akın anıtkabire koşmakta, her yıl 10 kasım günü saat 09.05 te bütün sirenler acı acı bu yasa iştirak etmekte; vatan evlatları sireni duyar duymaz oldukları yerlerde kalakalmakta ve trafik seyretmemektedir.
Bunun nedeni nedir? Böylesine saygıyı ve bağlılığı hak etmiş bir yücenin neyini eleştireceksiniz ve neden eleştireceksiniz ki? o zor gün ve şartlarda onlarca eseri yurda kavuşturdu diye mi; ilk tayyareyi uçurdu diye mi; kadınlara seçme seçilme hakkı verdi diye mi; çocukları baş tacı edip onlara bayram hediye etti ve tüm dünya çocuklarının bu kutlamalarda yurdumuza gelmesini sağladı diye mi; gençlere de bir bayram hediye etti ve “Ey Türk Gençliği …” diye başlayan söylevinde onlara ayrıcalık ve üstünlük görevi verdi diye mi? Minarelerimizde özgürce ezanlar okunmasına vesile olduğu için mi? bir Fransız’ın, bir İngiliz’in, bir Yunanlının ya da bir Ermeni’nin oğlu ya da torunu olmaktan kurtardığı için mi? bırakın onca dünya liderinin övgülerini, dize getirdiği düşmanlarının bile övgüsüne mazhar oldu diye mi? neye bakarak nasıl eleştireceksiniz? Öyle sapıklar vardır ki, onun da bir insan olduğunu dikkate almayıp, sadece eleştiri olsun diye onun içki içtiğini, özel yaşamını, vakit bulup yaşadığı kısa birlikteliklerini (aşka dair) bir suçmuş gibi topluma sunma ve böylece onu karalama kampanyalarına katkıda bulunmaya çalışıyorlar… Sadece bu kişilere üzülünüz… Çünkü hala gerçeğin farkında değiller ne yazık onlara… Cahiliyetleri sona ermemiş…
Evet, konu atadan açılınca yine hızımızı alamadık arkadaşlarım. tekrar konumuza dönecek olursak:
Arkadaşlarımın çok ama çok az bir kısmının Atatürkken sonra ilgi duyduğu paylaşımlarım arasında; “profil resmi, ya da kapak resminin değiştirilmesi” konusu, sonra aforizmalar (güzel/anlamlı sözler) sonra şiir ve en sonra da sosyal ve siyasi içerikli konular yer almaktadır. Hadi siyasi konularda çekinme/korkma güdüsü hâkim… bu nedenle her babayiğit, bu konuda ne beğeni ve ne de yorumda bulunamıyor diye kabul edelim. ancak diğer konular neden az ilgi odağı oluyor ve neden birçok arkadaşımızın “bugün horozumuz öttü, ya da tavuğumuz yumurtladı…” benzeri paylaşımlarına duyulan ilgiden az bu ilgi….bunu bir anlayabilsem gam yemeyeceğim. ama nerede bizde o kafa, o zeka….anlayamadım, anlayamıyorum…
İşte sosyal medyanın işe yaramaz, fayda sağlamaz bir şekilde kullanılıyor olmasından duyduğum üzüntü nedeniyle; 2400 arkadaşımdan, henüz paylaşımlarımdan birisine dahi göz atmamış bulunan yaklaşık 1000 kişilik bir grubu arkadaşlıktan çıkarma kararı almış bulunuyorum. Çok üzgünüm, ancak ben bu arkadaşlarımı bu nedenle arkadaş edinmediğim ya da onlardan bir kısmına böyle ilgi gösterilsin talebinde bulunmadığım için, bu üzüntümün de yersiz olduğunu düşünmekteyim. bu konu aslında sadece benim değil, benim gibi binlerce arkadaşın ortak sorunudur. bu sorunu ortadan kaldırmak da yine bizlerin görevidir…
Haydi, bir olalım; kendimize bir çeki düzen verelim de bu üzüntüleri de yaşamayalım. niyet edilip de yerine getirilemeyecek hiç bir hususun olmadığına inananlardanım….haydi arkadaşlar, beni sizlerden, yada sizleri benden ayırmayalım, buna müsaade etmeyelim. yerine getirilmesi zor bir şey istemiyorum hiçbirinizden., sadece yazılanları iyice değerlendirip sağduyulu olmanızı, alıngan olmamanızı istiyorum…
Bu yazım ile incittiğim dost ve arkadaşlarım olmuşsa hepsinden sonsuz özür diliyor; hepinize engin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Görüşmek ve paylaşımlarımızda yararlı olmak dileğiyle…
Kemal ÇAKIR
(şiir ve hikaye/roman yazma gayreti içinde olan bir arkadaşınız)
]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.