kızıl gözlü kız
Müdür önde ben arkada odadan çıktık. Koridorun kuzeye bakan tarafında üzerinde 2/B yazan sınıfa girmek üzere kapısını açtığımızda sıraların üstünde dolaşan bir birinin peşinde koşan çocuklar göz açıp kapayıncaya kadar yerlerine oturdular. İçlerinden biri ayakta kaldı. Öğretmen doğum iznine ayrıldıktan sonra derslerin büyük bir çoğunluğu boş geçmiş. Ara sıra müdür yardımcısı sınıfa girmiş oda çoğunlukla duyuru yapmak, ya da yaramazlık yaptığı şikâyet edilen öğrencilerin kulağını çekmek için. Çocuklar birkaç dakika nerde ise nefes bil almadılar. Otuz beş kişilik sınıftan çıt çıkmıyordu. Müdür; bana doğru dönerek hocam sen bunların böyle mum gibi olduklarına bakmayın, bunlar ne yaramaz haydutlardır bir bilsen dedi. İçimden eyvah dedim, zaten bende acemilik var birde sınıf eğer böyle yaramaz olursa iki gün sonra velilerden şikâyetler başlar, beni kapının önüne koyarlar diye geçiriyordum ki müdür bey; hafif gülümseyerek korkma hocam, aslında güzel bir sınıf, izne ayrılan öğretmenimizde iyi bir öğretmendi, bir iki günde toparlarsın sen dedi. İçime su serpilmişti. Öğretmen kürsüsünün önüne geçen müdür günaydın çocuklar dedi. Bir dakikadır çık çıkmayan sınıf hep bir ağızdan günaydın diye karşılık verdiler. Çocuklar müdürü dinlermiş gibi yaparken bir taraftan da göz ucu ile beni süzüyorlardı. Çocuklar biliyorsunuz öğretmeniniz doğum iznine ayrıl. Bu izin süresince bana dönerek elini omuzuma koyduktan sonra, yeni öğretmeniniz Ekrem hocam dedi. Çocuklarda bir fısıltı başladı. Müdür "iyi dersler hocam ben birazdan sınıf defterini yollarım" deyip sınıftan çıktı.
35 meraklı çocukla baş başa kaldım. Bir an avuç içimin terle dolduğunu ağzımın kuruduğunu ve dudaklarımın bir birine yapıştığını tüm vücudumu bir ateş sardığını hissettim. Tam bu sırada bir kız çocuğu imdadıma yetişti. Sırasından kalkıp yanıma gelerek boynunu büktü önce gözlerimin içine baktı sonra ve başını hafif önüne eğdikten sonra kulağıma öğretmenim tuvalete gide bilimiyim dedi. Kızıl gözlerindeki korkuyla karışık masumiyet beni çok etkilemişti. Bu bakışları koyunlar kuzuladıktan sonra annesi yavrusunun üzerindeki plasentayı yalar bu hem yavrunun kurumasını sağladığı gibi aynı zamanda kuzu ile anne arasında kuvvetli bir bağ oluşmasını sağlar. Bundan sonraki emzirme döneminde anne yavrusunu bu kokusundan diğer kuzulardan ayırt edip tanır. Sürüdeki bazı koyunlar bil hassa ilk yavru yapanlar yavrularına bakmaz onu kabullenmezler. İşte çoban o zaman yavruyu kendisi kurular ve burnuna ağzı ile üfleyerek nefes almasını sağlar. Doğumdan kısa süre sonra anne halk arasında ağız denilen içerisinde yavruyu her türlü hastalıktan koruma özelliğine sahip ilk sütannenin yavruyu cesaretlendirmesi ve kuzunun içgüdüsel hareketi ile zar zor bulunan memeden emilir. Bu sütü emmeyen veya annesi tarafından reddedildiği için bundan mahrum kalan kuzuları çoban başka koyunlardan aldığı normal sütü verir. Kuzu doya bilir ama bu koruyucu sütü almadığı için birçok hastalığa yakalana bilir. Bu kuzuları kucağınıza alır üşümesin diye bağrınıza basar ve kepeneği üzerine sararsınız. Kuzu o an sizin kokunuzu alır. Çobanı annesi, parmaklarını da annesinin memesi yerine koyarak emer. O an kuzunun gözlerindeki bakışla bu minik kızın, kızıl gözlerindeki bakış aynıydı. Tabi gidebilirsin kızım dedim. Çok karmaşık bir duygu bu sanırım kolay anlatılmaz ancak yaşana bilir. Yarım saat öncesine kadar, bir öğrenci iken şimdi birden bire 35 çocuklu bir baba olmuştum. Kürsünün arkasına geçtim. Cesaretimi toplayıp evet günaydın çocuklar dedim. Hep bir ağızdan günaydın öğretmenim dediler. Nasılsınız diye sordum. Yine hep bir ağızdan sağ ol öğretmenim diye bağırdılar. Ben kendimi kısaca tanıttım. Adımı soyadımı söyledim. Şimdi sıra sizde diyerek ilk sırada oturandan başlayarak adlarını soruyor ve ardından teşekkür ediyordum. Nerde ise tanışma faslını tamamlamak üzer idim. Kapı tıklandı tuvalet ihtiyacını karşılayan kızıl gözlü kızımız içeri gire-bilir miyim öğretmenim dedi. Bakışlar yine aynı, annesinin reddettiği kuzunun çobana bakışı gibi. Ben tabi gire bilirsin dedim. Geldi sırasına usulca oturdu. Bütün sıralarda çocuklar ikişerli üçerli otururken o tek oturuyordu. Sıradaki çocuklarla tanımamız bittiğinde onun sıra-sına gittim. Sürek boynu bir tarafa eğik olduğu halde gözlerimin içine bakıyordu bir elinin parmaklarını diğer elinin için-de koparırcasına bükerek. Çok tuhaf bir duygu bu kısa sürede onunla aramızda tarif edemediğim bir bağ oluşmuştu. Adını sordum, A. dedi senin soyadın yok mu dedim tebessüm ederek. Başını iyice öne eğdikten sonra Yeter öğretme-nim dedi. Bir an o kızıl gözler ağlamaklı oldu. Anlayamamıştım soyadımı yeterdi, yoksa sorma demek mi istemişti. Ben baka kalmıştım. Yan sırada oturan öğretmenim onun soyadı yeter dedi. Derin bir nefes aldım. Yağlanmış saçlarının altında uzun süredir su değmediği anlaşılan yanağını okşamak üzere elimi uzattığımda aniden o kızıl gözler kapanırken yüzünde korkunç bir ifade belir-di. Aniden kafasını geri çekti. Elim havada kalmıştı. Sonra gözlerini açtı. Ben yere çömelerek o kızıl gözlerinin içine bakıp havada kalan elimi yüzüne hafifçe dokundurup teşekkür ederken o biraz evvelkinin aksine bir ev kedisinin neşeli halinde kuyruğunu dikip bacaklarınıza sürünerek etrafınızda dolanırken başını dizlerinize mırıldayarak sürer ya aynen öyle yaptı. Yanağına dokunan elime başını hafifçe bastırarak gözlerini kapadı. Teşekkür ettim, kürsüye döndüm. Bu tanışma ile birlikte üzerimdeki heyecan dalgası da geçmişti. Daha sonra hizmetli sınıf listesini ve ders defterini getirdi. Yoklama yaptım. O ana kadar işlenen konulara bir göz atarken ilk teneffüs zili de çalmıştı. Teneffüse çıkmadım. Çerde defteri iyice inceleyerek bilgi edinmeye çalışıyordum. On bir yıldır öğretmenleri izlemiştim. Dersin sonunda bu defterlere bir şeyler yazdıklarını ama ne yazdıkları nasıl yazdıklarını doğrusu, hiç de merak etmemiştim. Defteri ilk sayfasından itibaren doldurulan bütün sayfalarını dikkatle gözden geçirdim. Önce bir planlama yazılmış sonraki bölümlere de işlene konuların kısa bir özeti yazılmıştı. Ben defteri incelemekle meşgulken içeri zili de çalmıştı. Çocuklar birer ikişer içeri girip yerlerine oturdular. Zaten bir kısmı da hiç dışarı çıkmamıştı. Meraklı gözlerle beni izliyorlardı. Dışardaki öğrenciler tamamı sınıfa dönmüş yerlerine oturmuşlardı o kızıl gözlü kız hariç. Kendisine doğru baktığımı görünce sıra-sına oturur gibi yaptı. Sırada tek oturmasına rağmen sanki onu bir şeyler rahatsız ediyordu. Bir tedirginlik vardı. Oturduğu zaman daha farklı ifadeler beliriyordu yüzünde.
Ders defterine göre bu ders gözüküyordu. Çocuklar dersimiz dememle birlikte Türkçe öğretmenim, Türkçe dediler. Öğretmenleri izine ayrılmadan bir konu vermiş ama kimse konuya hazırlanma-mış öğretmen gelmeyecek diye.
Çocuklar bu ders sizin de benim de yeterli hazırlığımız olmadığı için kitaptan konuyu bir okuyalım sonra üzerinde çalışalım dedim. Tamam, öğretmenim de-diler. Kim okumak istiyorsa parmak kaldırsın dedim. Hemen hemen herkes hem parmak kaldırıyor hemde ben okuyabilir miyim öğretmenim diye bağırıyorlar. Hatta bazıları ayağa kalkıyor öğretmenim, öğretmenim, öğretmenim diyerek parmağını en yukarı kaldırmaya kendini göstermeye çalışıyorlar. Bu oldukça hoşuma gitmişti. Bir öğrenci hariç, evet, sizin de hemen tahmin ettiğiniz gibi kızıl gözlü kız. Parmağını bir kaldırıyor bir indiriyor. En arka sıraydı onun sırası. Sen oku A. dedim. Herkes o tarafa doğru baktı ve diğer çocuklar onun kitabı yok ki öğretmenim dediler. Kürsüden kalkıp yanına doğru gittim ve elimdeki kitabı sırasının üstüne koydum al bakalım A. dedim. Sırada yine ayaktaydı. Boyu kısa olduğu için oturuyormuş gibi geliyordu, ama oturmuyordu. Saçlarını o minik eli ile geriye doğru atıp kulaklarının arkasına sıkıştırdıktan sonra sağ elinin işaret parmağını yanını üstüne koyup okumaya başladı. Arada bir takılıyor kekeliyor, parmağını ağzına götürüp ısırdıktan sonra heceleyerek doğru kelimeyi bulmaya çalışıyordu. Ben kızım oturarak okusana dedim. Bir an duraksadı öğretmenim acıyor dedi. Anlayamamıştım. Ben kızım neden oturmuyorsun diye tekrarladığımda gözleri doldu ağlamaya başladı. Öğretmenim ama acıyor diye tekrar etti inleyen bir ses tonuyla. Peki, kızım sen bırak birazda diğer arkadaşın okusun dedim. Baktım o kızıl gözden yaşlar o su değmemiş yanaklarından süzülüp akarken bir birine paralel şekiller oluşturuyorlardı. Yağmurun kuru toprağa yağdığında oluşturdukları küçük şekiller gibi. Çocuklar en iyisi önce bir ben okuyayım sonrada siz olur mu dedim. Kitapta yer alan konuyu elimden geldiğince güzel okumaya çalışıyordum ama kafamda hep bu kızıl gözlü kızın acıyor ama sözü dolaşıyordu. Konuyu okuyup bitirdim. Birkaç öğrenci daha okudular sonra ikinci teneffüs zili derken akşam etmiş-tik. Sınıftan en son ben çıktım. Defteri alıp Müdürün odasına bıraktım. İyi akşamlar deyip çıktım. Yürüyerek otele geldim. Oldukça yorulmuştum. Heyecan, stres hepsi bir yana o kızıl gözlü kıza kafam takılmıştı. O bakışı, acıyor öğretmenim deyişi, o gece uyuyuncaya kadar çeşitli senaryolar yazdım durdum. Sabah uyandığımda saat hayli ilerlemişti. İlk günden geç kalmamak için kahvaltı bile yapmadan okulun yolunu tuttum. Okula vardığımda zil daha yeni çalmıştı. Kapıda öğrenciler sıra oldular hep beraber andımızı okuduk. İçeri Sınıf, sınıf sırayla giriyorlardı. Birler bitmiş sıra ikinci sınıflara gelmişti. Her öğretmen kendi sınıfının başında duruyor onlarla birlikte içeri giriyorlardı. Sınıfımın başına vardım şöyle bir saydım 34 öğrenci vardı. Bir kişi eksikti.2/A girmiş sıra bize gelmişti. Hadiyin bakalım çocuklar deyip ben önden onlarda arkadan sınıfa doğru yürüdük.
Bu adamı çok aradılar mı?
Çocuklar sınıfa doğru yürürken ben Müdür beyin odasına sınıf defterini almaya girdim. Odada birkaç kişi daha vardı. Hiç birini tabi tanımıyorum. Günaydın Müdür Bey sınıf defterini alabilir miyim dedim. Müdür hele otur bakalım Ekrem Bey dedi. Peki deyip boş bulunan bir sandalyeye oturdum. Odada bulunanlara arkadaşlar. Biliyorsunuz Fulya Hanım geçtiğimiz hafta başında doğum iznine ayrıldı. Ekrem öğretmenimiz fulya hanımın yerine görev yapacak, tanıştırayım dedi. Odadakilerin gözleri üzerime çevrilmişti. Üzerimde Bursa’ya geldiğim günden bu yana çıkarmadığım, öğrencilik yıllarım süresince de çıkarmayacağım o zamanlarda birçok kişinin giymiş olduğu asker kabanı vardı. Necip bey biryan tini sürülerek şekil verilmeye çalışılmış uzun saçlar. Kabanın içinde uzun ve sivri yakalı bir gömlek, gömleğin üstten iki düğmesi açık bir delikanlıyı görünce şaşırmamaları mümkün değil. Nezaketen hep bir ağızdan hoş geldiniz dedi dudakları. Eminim içlerinden bu adamı çok aradılar mı acaba görevlendirmek için diye geçirmişlerdir.
Birer bardak çay içtik. Öğretmenler kendi araları birtakım şeyleri paylaştılar.2/A sınıf öğretmeni yanıma geldi ho-cam bireye ihtiyacın olursa çekinme dedi. Teşekkür ederim hocam sanırım bir öğrencimin kitapları yok senin sınıfta fazla var mı dedim. Bir bakalım hocam bende şuan bilmiyorum dedi ve defterleri alıp birlikte çıktık odadan. Giriş kapısında öğrencileri içeri alan nöbetçi öğretmen bağırıp çağırıyor. Sen her gün böyle geç kalıyorsun, ne biçim çocuksun, ailen yok mu senin vs. Okadar çok soruyu art arda soruyor ki, sınıfa gitmek yerine dış kapıya yöneldim bu kadar öğretmeni kızdıran şeyi merak etmiştim. Bu bağırmaları müdürde duymuş olmalı ki oda odasından çıkarak dış kapıya yöneldi. Kapıdan dışarı çıktığımızda şok olmuştum. Öğretmenin kulağından tutup bağırıp çağırdığı çocuk benim o kızıl saçlı kızımdı. Beni görünce o kızıl gözleriyle öyle bir baktı ki anlatamam. Ben hocam o benim öğrencim ben onunla konuşurum. Dedim. Öğretmen hocam sen onu daha tanımıyorsun o ne şeytandır ne şeytan dedi. Kızıl gözlüm bu kadar bağırmaya kulağından tutulup sürüklenmeye rağmen ağlamanın dışında her hangi bir tepki vermiyordu. Sanki bu tür acılara alışık bir yetişkin gibiydi. Elinden tuttum müdüre dönerek bir daha geç gelmeyecek ben söz veriyorum dedim. Yanında ne bir kitap ne bir defter vardı. Sınıfa girmeden biraz konuşmak için salonda bir köşeye çektim. Yağmurda ıslana serçeden farkı yoktu. Titriyordu, karşısında çömeldim şimdi o kızıl gözlerinin içine bakıyordum. Başını öne eğerek gözlerini kaçırmak için bir iki deneme yaptı. Ama o ne kadar gözlerini kaçırırsa kaçırsın ben bir yolunu bulup o gözlerden içeri girmem gerektiğini biliyordum. Siyah önlüğü bir-kaç yerinden delinmişti. Saçlar taranmamış, saç telleri birbirine yapışmıştı. Elimi kafasına atıp okşamaya çalıştığımda benim briyantinli sacımdan daha yağlı olduğunu fark ettim. Hiç konuşmadan birkaç dakika öylece durduk. Konuşmaktan vaz geçtim. Sakinleşmişti. Sınıfa gidelim mi dedim. Tamam anlamında başını salladı. O önde ben arkada sınıfa doğru yürüdük. Sınıfın kapısına geldiğinde durdu ve bana baktı. Ben hadi bakalım derse geç kalıyoruz dedim. Nerde ise birinci dersin yarısına geliyorduk. İçerden gürültüler geliyordu. Kapıyı öğretmen içerde imiş gibi çaldı. İçerden girin diye bir ses ve ardından gülüşmeler duyuldu. Kapıda ikimizi birlikte gören çocuklar koşarak sıralarına geçtiler ama oturmadılar. Ben kürsünün önüne gelerek çocuklar bundan sonra A. benim yardımcım olacak ona göre anlaşıldı mı dedim. Hep bir ağızdan anlaşıldı öğretmenim diye bağırdılar. Ben kürsünün arkasına geçerken o da sırasına doğru yürüdü. O gün sabahki olayla ilgili hiç konuşmadık. Son ders zili çalmıştı, öğrenciler daha zil çalmadan çantalarını hazırladıkları için hemencecik sınıf boşalı vermişti. İşlediğim konuları deftere yazdım, masayı biraz toparlayıp dışarı çıktığımda onu kapının yanında beklerken gördüm. Ona doğru eğilerek, sen neden gitmedin diye sordum. Gözümün içine bakarak kulağınıza söyleyebilir miyim öğretmenim dedi. Kulağıma bir şey söyleyecek gibi yaklaştı. Yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra arkasına bile bakmadan koşarak çıkıp gözden kayboldu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.