- 449 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FEDAKÂRLIK VE YARDIM ÜZERİNE
Yardım almaya alışanlar, emir almaya da alışırlar. IV. Murat.
Gerek ilkel, gerekse modern yaşam tarzlarında yardım almak veya etmek yaşamımızın olmazsa olmazlarındandır; yaşantımız boyunca karşılaştığımız bir olgudur. Yardım her konuda olabilir. Gerek yardım etmek, gerekse yardım almak, hep bir karşılık bekleme arzusunu da yanında taşır. Nedense yardım etme olayı ulvî bir davranış olarak düşünülür hep. Acaba öyle mi? Gelin bu konu üzerinde biraz derinleşelim.
Küçüklüğümüzden beri, anne ve babamız, yakın çevremiz tarafından, gerektiği zaman in-sanlara yardım etmemizin insani bir görev olduğu söylene gelmiştir. İnsan tek başına, her şeyi tam anlamı ile yapabilecek kapasiteye sahip değildir doğal olarak. Her şeyi bilmesi de olanaksızdır. Bu nedenle başkalarından yardım almamız normal bir olaydır. Aldığımız bu yardım asla karşılıksız değildir. Günü geldiğinde, aldığımız bu yardımın karşılığı bizden talep edilir. Zaten biz, başka birine yardım ederken, empati kurarız yardım ettiğimiz kişiyle. Bu kişinin yerinde biz de olabilirdik, düşüncesi bilnçaltımızda canlanır: Biz yardım edersek, bize de yardım edilecek fikri uyanır zihnimizde.
Bazı örneklerle olayı somut hâle getirmek daha iyi olacaktır sanırım. Bir arkadaşımızın, maddi konuda bir sıkıntısı olduğu ve bizden yardım istediğini varsayalım. Biz yardım ederiz, ama karşılığını da bekleriz; ne kadar belli etmemeye çalışsak da gerçek böyledir. Hatta yardım ettiğimiz bu arkadaşımızın, bize borçlu olduğu anlayışı, bilinçaltımıza âdeta kazınmıştır. Kabul etmezsek dahi, onun yanında kendimizi daha bir güçlü hissederiz. Yardım aldığımız zaman, yardım aldığımız kişiye karşı ise, minnettarlık hisleri beslemeye başlarız. Bu his bizi rahatsız etmeye başlar bir süre sonra. Bir an önce aldığımız yardımın karşılığını verme düşüncesi zihnimizi kurcalamaya başlar. Kendimizi rahatsız hissederiz; tâ ki borcumuzu ödeyene kadar. Yolda araba ile giderken, kaza yapmış bir araç görürüz. Aman bulaşmayalım der geçer gideriz: Ancak biraz gidince, içimizi bir sıkıntı sarar: “Aynı durumda biz de olabilirdik” deriz kendi kendimize. Eğer şimdi yardım etmezsek, bize de yardım edilmez fikri zihnimizde belirir. Dönüp, kaza yerine gideriz ve kazazedelere yardım ederiz. Dahası, yardım etmenin, kişiye sevap kazandıracağı, bunun sonucunda da Allah tarafından mükâfatlandırılacağı inancı, küçük yaşlardan itibaren zihinlere kazınır. Görüleceği gibi, yardım etme olayı, bir karşılığının olması hesabı ile yapılmaktadır. Yani öyle ulvî bir tarafı falan yoktur. “Al gülüm, ver gülüm,” atasözü burada da geçerliliğini korur.
Etrafımızda yardım almayı, alışkanlık haline getirmiş kişileri oldukça fazladır. Onlar için, sadece yardım almak, bir şeylerden yararlanmak yaşamlarının tek amacıdır sanki. Dördüncü Murat’ın dediği gibi: “Yardım almaya alışanlar, emir almaya da alışırlar,” atasözü tam da bu kişiler için söylenmiştir sanki. Bu kişiler için sadece yardım almak fikri zihinlerine kazınmıştır. Asla, yardım etmek gibi bir husus, onların karakterlerinde bulunmaz. Bu kişiler için yardımın kaynağı hiç önemli değildir: Yardım, kişilerden olduğu gibi, kurumlardan, devletten de alınabilir. Bu kişiler yardım aldıkları zaman, asla ve asla, yardım edene karşı bir minnettarlık hissetmezler; ve asla aldıkları yardımı, iade etmek gibi bir düşünceye sahip değillerdir. Bu kişiler için, yardım edenin tüm isteklerine boyun eğmek, onlar için bir sorun teşkil etmez. Onlar için yardım eden taraf yolunacak bir kazdır. Halkımız arasında “ Devlet malı deniz, yemeyen domuz,” deyişi o kadar yaygındır ki, bu tip insan sayısının, sayılamayacak kadar az olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu kişileri “yardımkolik” olarak tanımlayabiliriz ( Yardımkolik, yardım alamadan yapamayan kişiler için kullanılmıştır). Alkolilklerin bile tedavisi olanaklı olmasına karşın, yardımkoliklerin tedavisi maalesef yoktur. Bu kişilerin, yardım almaksızın yaşamlarını sürdürmeleri neredeyse imkansızdır.
Karşılık beklemeden yapılana ise, yardım değil fedakârlık denir. Fedakârlık, bambaşka bir olaydır; yüce bir davranış şeklidir. Hiç bir karşılık talep etmez fedakârlık: Fedakârlık , yeri ve zamanı geldiği zaman yapılır ve orda biter. Fedakârlık yapılırken, asla bir art düşünce yoktur zihinde. Yapılır ve unutulur. Asla karşılık beklemez. Fedakârlık yapılırken, alınacak olan risk asla dikkate alınmaz. Belki ölüm bile gerçekleşebilir, fedakârlık yapılırken. Ama en ufak bir tereddüt dahi gösterilmez bu işlem öncesi ve sırasında. Örneklersek eğer; anne ve babaların çocukları için, çok yakın arkadaşların, sevgililerin, birbiri için; veya kişinin çok değer verdiği bir olgu ( vatanı- milleti-dinî...) için yaptıkları sayılabilir. Hatta sonu ölüm dahi olsa, fedakârlık asla yapılmamazlık edilemez. Bu konuda yazılmış, yaşanmış yüzlerce örnek verilebilir.
Yardım etmenin de bir sınırı vardır. Bu sınır kişiden kişiye değişir. İşin garibi böyle bir sınır olduğu hiç bir zaman ifade edilmez. Ancak kişilerin zihinlerinde, bilinçaltında, yardım etmenin sınırı sanki belirlenmiştir ( özellikle maddi konularda ). Yardım, gerek maddi gerekse maddi konular dışında ( manevi, psikolojik... ) olabilir. Yardım sırasında bu sınıra yaklaşıldıkça, insanların ilk anlarda gösterdikleri arzu, yavaş yavaş azalma eğilimi göstermeye başlar. İçsel bir çatışmanın eşiğindedir artık: Yardım etme, veya etmeme arasında gidip gelir düşünceleri. Fedakârlık ta ise kesinlikle böyle bir sınırdan bahsetmek mümkün değildir.
Toplu olarak yaşayan her canlı türü, şu veya bu şekilde birbirleri ile ilişki halindedir: Zaten, yaşam da bu ilşkiler yumağından ibaret değil midir? İlişki sırasında karşılıklı olarak, almak, veya vermek olayı söz konusudur. Bunlardan bazıları içgüdüsel, bazıları da bilinçlı olarak yapılır. İnsanoğlu kendini düşünen varlık olarak tanımlıyor. Yani, ilişkiler sırasında yardım etme veya alma olayı, bilinçli bir şekilde yapılmaktadır, diyerekten kendini yüceltme çabası içerisine girmektedir. Ancak, yardım, eğer karşılık beklemeden yapılırsa bir anlam taşır ki; yukarıda da bahsettiğimiz gibi, her yardımın bir karşılık beklentisi vardır: Yani insanı yüceltecek bir anlam taşımamaktadır. Fedakârlık ise, yardımdan çok farklı bir şeydir. Fedakârlık tamamen içimizden gelir; muhakkak yapılması gerektiği inancı tüm benliğimizi sarar; âdeta, sabit bir fikir gibi, zihnimize odaklanır. Sonucunun ne olabileceği düşünülmez bile: Sonucun yüzde yüz çok kötü olacağı bilinse dahi, asla tereddüt gösterilmez, asla pişmanlık duyulmaz. Kanımca fedakârlık, düşünülerek yapılmamakta, sanki içgüdüsel olarak devreye girmektedir.
Sonuç olarak toplu halde yaşayan insanoğlu birbirine muhtaçtır. Bu zorunluluk, yaşamın olmazsa olmazlarındandır. Yardım ve fedakârlık bu zorunluluklardan bazılarıdır. Yardım etmenin, bir sınırı, zamanı ve bir karşılık beklentisini de içerdiğini bilmemizde yarar var sanırım. Nedense zihnimiz yardımda bulunmanın, içimizi rahatlattığı duygusu içerisindedir hep. Rahatlatır, doğrudur ! Çünkü yardım edersek eğer, bize de yardım edileceği kanısı içeri-sinde olan zihin, bu yolla kendini kandırır âdeta. Yardım etme ile fedakârlığı birbiri ile sık sık karıştırdığımızı da unutmamalıyız.
YORUMLAR
İbret alıncak, tam derslik bir makale. Kutluyorum yazarı.
Aslında yorum yazmak bile şimdi bana zor gelmeye başladı.
Hayır, hayır; üşendiğimden değilİ yazacaklarımın kifayetsizliğinden.
Emeğinize gönülünüze sağlık.
Saygılar ve selamlar
Acizane bir beyitte benden olsun.
Ne kadar büyük ise şefkatin merhâmetin,
Ancak o kadar olur, -kısmet ise- cennettin!
(KederliCe)