- 702 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
VE BİR ADIM ÖTESİ...
Anlamsız bir güdünün esaretinde, yarım kalmışlıkların telaşında ve hegemonyasında tüm zafiyetlerin…
Kırıklarını aldırmak kolaysa olmasa da, kalbin kırgınlığın dozajı belki de ayarlanma imkânının olmadığı.
Ruhun izlek bildiği onca teferruatın detayına takılıp birbirini mimleyen kim varsa yine de müşkülpesent ve rahvan tümcelerin girizgâhında demlenen mizaçsız soykırımlar istimlâk edilse de rüştünü ispatlama gayreti ile devinen belli ki tüm devingenliği bir tek satırda gizli adsız bir kimliğin çekingenliğinde peyda olmaya aday var oluşlar.
Kırık bir gökyüzü; günün tam da ortasında ve çatlaktan sızan o mütereddit gün ışığı. Evren hoş bir nüans yaratma gayretindeyken mevsimler fazlaca çekingen: güze nazire eden güneş belki de ağustosun ortasında lapa lapa yağan gönlün büründüğü o derin hüzün bir mabedi işgal eden pervasız düş katilleri.
Bir varmış bir yokmuş aşk…
Ya, bizler neye tekabül ediyoruz şu dipsiz evrende: bir mahlûkat mı eşsiz bir var oluş mu hali hazırda edilgen ruhunu tümlemeye çalıştığı o emsalsiz cinayetlerin birincil zanlısı? Varlıkla yokluğun buluştuğu bir çatı mademki altında toplandığımız, neyin telaşı neyin derdi de iştigal ettiğimiz çalıntı ruhlarımızla seğirtiyoruz rahvan yetilerimizin doğurganlığında en üst mertebeye ulaşma çabası ile…
Çaldığımız hangi makamda gizliyiz birbirimizden çaldıklarımızı görmezden gelip?
Gözyaşlarının taarruzunda minicik bedenler istiflemiş acıyı da ölüme meydan okuyor ve kurtulamıyor kara meleğin elinden. Berduş yolsuzlukları hak bilip soyup soğana çevirdiğimiz evrelerde masumiyet karalanmaya çalışıldıkça saklandığımız izbelerde tutarsızca tüketiyoruz kendimizi tükettiğimizden bihaber.
Yazarın naklettiği gibi;’’İnsan hasta bir hayvan mı?’’ yoksa ‘’akılcı bir hayvan mı?’’ Nükseden tüketilmişlikte bundandır insanoğlunun ebedi istirahatına kavuşmadan evvelki acımasızlığı yine de kalan son kırıntılar belki de vicdandan evrene uzanan o köprü yine de bu ve benzeri tanımlar illa ki eksik ve alabildiğine marjinal.
Düz mantık kurduğumuzda ilk etapta özümsenen; insanoğlunun hayatının gerçek bir bilinçsizlik içinde aktığı.
Belki de üstün insan ve sıradan tanımı kimi uzmanların altını çizdiği: Kant gibi belki de Goethe gibi, üstün insan kategorisinin ayrıştığı nokta bilincin kendi kendinin bilincine vardığına dair bir saptama.
Socrates’in vurguladığı o meşhur cümle:’’Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.’’
Ve bir adım ötesi hele ki ünlü filozof Sanches’in beyan ettiği üzere;’’hiçbir şey bilmediğimi bile bilmiyorum.’’
Bilip bilmemelerde gizli detaycılığın hassasiyetine vurgu yaparken elleriyle yarattığı o var oluş aslında yine insan ırkının elleriyle yıktığı belki dokunmadan türettiği türevi yanılgı ve yenilgi ile dolu.
Şüphe duyduğumuz kimliklerimiz ve birbirimize ayna olacağımıza donatıldığımız anlamsızlıkta kaybolan tüm mefhumlar, ne de olsa biteviye şüphe duymaktan alıkoyamıyoruz hem kendimizi hem de şüphemizden şüphe duymaktayken düştüğümüz yanılgıların katsayısı ne de olsa kendimizi bilmezden geliyoruz üstelik bunu bilinçli yapıyoruz.
İroni yüklü kaygıların gölgesinde insan olmanın sorumluluğunu göz ardı edip, kapıldığımız ihtiraslarımız ve yaftalarken birbirimizi verdiğimiz yeni kayıplar, bilip bilmeden arda kalan ne çok izlek; çoğunda örtülü kabahatler ve yitip giden tüm gerçeklik üstelik bir adım ötemizde bizi beklediğinden bihaber olduğumuz o damıtılmışlık belki de hayat hakkında geliştirdiğimiz önyargılar ve ne yazık ki hayat bile bizi böylesine yıpratmazken bizi yıpratan tek gerçek ne de olsa sahip olduğumuz farklı bilinçlerde gizli evrenin şifresi ne bilinçsizliğimiz ne de var oluş kaygımız ne de olsa ellerimizde saklı o yanılsama: varıp varacağımız tek nokta üstelik hem de yaratıldığımız ilk günden beri zihnimizin ve bilincimizin kancalarında takılı olan.
Hangimiz inkâr edebiliriz ki üstelik kerelerce duyup cevabını bilmekten imtina ettiğimiz şu sözü:’’Hayattan kazancımız nedir?’’
Kazanım yüklü egoların verdiği kayıplarla şekillendirdiği o gizem yüklü muhteviyat: aynı bilinmezlikten doğmuş ne çok insan ve bizler mütemadiyen birbirimizi inkâr etme gafleti ile iştigal ederken anbean akarken sona yine de sonlanacağına bir türlü ikna olamamışken.
YORUMLAR
paylştıkça çoğalırmış ya sevgiler ..bizde paylaşamadıkça bölündük kendi içimizde sorgulasakta kendimizi bir yerlerde bir kopukluk var ..çözemediğimiz.düzenden kaynaklı sanırım.
kaleminize sağılık sevgili Gülüm hfn.sevgiler..
Gülüm Çamlısoy
O kopukluk belki de kaçındığımız bir sağanaktan mı ileri gelmekte ya da korkuyor muyuz da bu denli uzak kılıyoruz varlığımızı?
Çok da haklısınız diğer yandan: çözemediğimiz bir düzen belki de düzensizlikten kaynaklanan bir tetikleme süreci bizlerin mağlup olduğu...
Yine de hala bir şans ve umut olduğuna inanıyorum yoksa nasıl yaşarız...
Çok çok teşekkür ederim varlığınızı ve yorumunuzu esirgemediğiniz için.
Sevgilerimle ve en iyi dileklerimle...
Gülüm Çamlısoy
Farkındayım hele ki nükseden duyguların açılımı derin ve yoğun oldu mu bir anda dökülüveriyor kalemden. Okurken de yazarken de çok seçiciyim bu bağlamda edebiyatın izdüşümünde sürüklendiğim bu mecrada, edebiyatın doyuruculuğu ve benim bitimsiz açlığımla odaklandığım bir tablo adeta ve tüm o çiçekleri koklarken hissettiklerim çok özel ve ayrımcı bir istila adeta hele ki varlığımı tescil ettiğim ve çok çok sevdiğim...
En az sizleri sevdiğim kadar, evet, sevdalıyım kelimelere.
Çok teşekkür ediyorum bana getirdiğiniz bu bakış açısı için.
Sevgilerimle...
glenay
sevgiler..
Gülüm Çamlısoy
bir çırpıda, içimden geçen ne ise...
:))
sevgilerimle...
Gülüm Çamlısoy
Son zamanlarda elimden düşmeyen bir kitap belki de esin kaynağım. Oldukça felsefi bir içeriği var.
Asıl ben teşekkür ederim. Ömrünüze bereket.
Sonsuz saygı ve selamlarımla değerli hocam...