ÖLMÜŞ OLABİLİR MİYİM ?
Bazı geceler olduğu gibi bu gecede şu soruyla kendimi uyanmış buldum. Ben ölmüş olabilir miyim ?
Karanlık bir odada buluyorum kendimi, nerede olduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Çok geçmeden yatağımda olduğumu anladım. Hiç kımıldamadım, yoksa kımıldayacak halim mi yok, yatmaya devam ediyorum. Herhalde saat gece yarısını geçmiştir. Kafamda gece gece bu soru da neyin nesi. Odamın karanlık ve sessiz olmasından dolayı olabilir, diye düşünüyorum. “Ben ölmüş olabilirim” sorusunu savuşturmak için de gözlerimi tavanda, duvarlarda ve odanın içinde bulunan eşyalarda gezdiriyorum. Belli belirsizde olsalarda var olduklarına dair karartılar görüyorum ve tanıdık geliyorlar. Evet, burası yatak odam. Mezar olsa böyle olmaz herhalde. Ama yine de acaba diye endişeye kapılıyorum. Hayır, hayır ölmüş olamam, sadece uyumuşum. Belki rüya görecek kadar uyumuş olabilirim, hatırlamaya çalışıyorum acaba ne gördüm, hiçbir görüntü gelmiyor aklıma.
Hemen bir başka soru beliriyor kafamda, ölen öldüğünü nereden bilecek ki ? Evet belki de bilmiyorumdur. Kendimi ikna etmek için çimdik atayım diyorum. Atıyorum, bak ! gördün mü hissettim, o zaman yaşıyorum. Yine bir iç ses bu mu yani, ne var ki hem ölmüş olabilirsin hem çimdiğini hissedersin, düşünen sensin nede olsa diyor, olabilir mi diyorum. Olur olur , bu yeterli bir ispat değil yaşadığına dair.
O zaman kalkayım ışığı yakayım, mutfağa gideyim, su içeyim diyorum, “git git” diyor. Ve hepsini yapıyorum, yatağıma geri dönüyorum. Hatta çocuklara bakıyorum, onlar da uyuyor bak ölmüş olsam çocukları da göremezdim, deyip yatağıma geri dönüyorum.
Yani şimdi kalktın, su içtin çocukları gördün diye… bu mu yaşadığının ispatı? diyor, yine ikna olmamışım. Niye ki! bak diyor, Çok uzağa gitmeyelim, istesen Gezi’den başlayalım, gezide öldürülen sekiz genç ,biri henüz ondört yaşındaydı Berkin bir, bedenine yaşı kadar kurşun sıkılan Uğur kaymaz iki, Ceylan Önkol üç, 13-14 yaşlarında, 45 kilo ağırlığında, kahverengi gözlü karışık renkli etekli, pembe eşofmanlı ve terlikleri yanı başında…bir kız çocuğu Fatma dört, Cizre’de buzdolabında cesedi saklanan 10 yaşında Cemile beş, daha sayayım mı, gel biraz daha beriye Roboski’de 35 kişiden 19 çocuktu ve reşit bile değillerdi, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da sonra Suruç ve son olarak Ankara’da 100 ‘den fazla insan öldü ve daha dün Dilek’i toprağa verdik niye ? neden ? operasyon var diye mi ? niçin ? eve ayakkabılarınızla girmeyin diye mi öldü; al giysiler, karanfiller eşliğinde süslendi tabutu, onlar biliyor muydu sanki öldüklerini, belki onlarda senin gibi hissetmiş olamaz mı ? “ben ölmüş olabilir miyim ?”, diye sormuş olabilirler ve halen yaşadıklarını sanıyorlardır. Belki hayatlarına kaldığı yerden devam ediyorlardır.
Nasıl yani şimdi tüm burada gördüklerimin gerçek değil mi ? yok ben öyle demedim. Neden gerçek olmasın ki, eee, peki hem burada hem de diğer tarafta olmam mümkün olmadığına göre, nasıl ne olabilir ki ?
- BAK ŞİMDİ- bir ayna düşün aynaya baktığında ne görürsün ? kendini hatta aynada senin bakış açına giren her şeyi tersinden de olsa görürsün. Normal yaşamda ise kendini sadece aynada veya ayna görevi yapan cisimler dışında göremezsin, bu yansıtıcıların dışında nasıl göründüğünün farkında bile olmazsın, ancak kendi görüş alanına giren her cismi normalde görürsün, ama bunların ne kadarını kendine yansıttığın önemlidir. Çünkü görmek istediğin kadar görürüsün. Bazen farkında olmadığın şeyleri de görürsün, fakat ihtiyacın olmadığın için kullanmazsın. Farkında olmadan fotoğraf hafızan görmek istemediğin ya da görmek istediğin fakat görüş alanına girmeyen, algılarla aldığın her şeyi, sen farkında olmadan tüm çevresini algılar ve kayıt eder, ancak sen duyabileceğin kadar sesleri duyarsın görmek istediğin kadar görebilirsin demi, ama renkleri ya da kokuları neye ait olduğunu görmesen de alırsın, nereden geldiğini bilmediğin ses dalgalarını duyarsın, ama ihtiyacın yoksa oraya yönelmezsin ya da kokuları göremezsin, yine de bu yasemin, bu gül bu nane vs. yani bu güne kadar tanıdığın, tanımladığın her şey bilinç altında, onları görmesen bile bir boyut kazandırırsın hayal gücünle, çünkü hafızanda bütün görüntüler kayıtlı hatta bundan sonraki olabilecek ve gelişebilecek durumların bile resmini bile çizebilirsin, anlatabilirsin de ve hatta bu görüntülere yer zaman, renkte yükleyebilirsin, al sana bir ayna, tersten de olsa, sen ölmüş olsan bile, hafızada biriktirdiğin her şeyin halen bir ayna gibi yansımadığını nerden bileceksin, şu an ölmüş olabilirsin ama hayatın kaldığı yerden devam etmediğini ispat edemezsin.
Evet diyorum ölen kişiler acaba öbür tarafa tüm hayatının yansımalarını geçirmiş olabilir mi. Kaldığı yerden devam eder mi, saçmalama diyorum sonra, ikna et kendini o zaman yaşıyor musun, evet yaşıyorumdur herhalde, en geç bunu sabah ispatlarım kendime. Nasıl diyor. Kalkacağım işe gideceğim, kahvaltı yapacağım mesela… herkesi göreceğim. Herkes de ölmüş olamaz ya, ya da herkes o yanılsamayla öbür tarafa geçmiş olamaz ya!
-ooo ben ne diyorum, sen anlatıyorsun, neden olmasın sen bunu binlerce kez yaptın. Aynı yeri gördün, aynı kişilerle konuştun, aynı merdivenlerden indin, çok mu zor yansıması, dedi.
-Ama caddelerde hiç tanımadığım konuşmadığım insanları da göreceğim.
-Hiç tanımamış olabilirsin ama hiç karşılaşmamış olamazsın.
-Sus! kafayı yiyeceğim, inatlaşma benimle bir de sırıtıyor bak hele..! En azından düşünmem bile yaşadığımı gösterir diyorum, hani ünlü filozof Descartes ne demişti “düşünüyorum öyleyse varım,” ne haber!
- Hııı.. ben sana düşünceler ölür demiyorum ki, SEN ANKARADA ölmüş olabilirsin, diyorum. Çünkü ölümü ensende hissettiğin en yakın tarih o değil mi, gözlerinle gördün o patlamanın gökyüzünü ne hale getirdiğini, canlı cansız neye ait olduğu belli olmayan parçaların havada uçtuğunu, çığlık çığlığa kaçanları, ambulans, siren seslerini, nasıl korktuğunu, o paniğin ne kadar sürdüğünü ve yanında saniyeler önce sohbet ettiğin kişilerin yanında olmadığını, ne zaman anladın, ne zaman oradan uzaklaştın, o zaman büyük bir gürültünün ilkini duymanla başlamış arkanı dönüp baktığın zaman dilimi arasında ikinci korkunç gürültüyle ne çok şey olduğunu anlayamamıştın bile. Tek yapabildiğin elinde ki BARIŞ yazan pankartı hiç bırakmadan kaçtığın, hatırlıyor musun, bir kurtarıcıya sarılır gibi sımsıkı tuttun elinde, şimdi yaşananları konuşmak bile istemiyorsun, kaçıyorsun hatta olay öncesinde çektiğin resimleri yayınlamadın bile, evet “sus” bence diyorum, haklı olabilirsin, ama neyi ispat etmeye çalışıyorsun? pekala sen de ölmüş olabilirsin, belki peşinden ağıtlar yakılmıştır, yazık oldu, çoluğu-çocuğu var, demişlerdir, gitme- etme dedik, dizini kırıp evinde otur dedik, dik kafalıydı, dinlemezdi ki demişlerdir.
Ve sana söylenen bunların hiçbirini duydun mu ? duymadım. Çünkü denmedi, ama başkaları için dendiğini duydum, kendi gözlerimle gördüm ağladım ve hissettim, ölen başkalarıydı diğer canlardı, ama ben ölmedim, bundan başka nasıl ispat ederim ki yaşadığı mı sana, ben yaşıyorum ve bunları paylaşıyorum.
Hııı… diyor, inanmadığını belli ederek, hınzırca gülümsemeyle. En sonunda aman! ne fark eder o zaman ha ölmüşüm ha yaşamışım hayat kaldığı yerden devam ediyorsa ne fark eder, kafamı karıştırma, bela mısın sen! diyorum ve ekliyorum sabah olsun görüşürüz seninle, ilk ışıkla nasıl kaybolacaksın, yaşadığımı ispat edeceğim, kendime !
“HER KIŞIN BAHARI, HER GECENİN SABAHI VARDIR…YAŞIYORUM VE YAŞIYORUZ, BİR ORMAN GİBİ…İYİ GECELER..HAYI
YORUMLAR
Yaşamak var bir de yaşamak var.
Düşünerek hissederek umudederek severek özleyerek acı çekerek yanarak haykıtarak .... insan olmaya dair tüm duyargaları çalıştırarak yaşamak var.
Yaşadığını sanarak sadece yaşamak var.
Yeniden andık sayende ölüp de yaşayanları...
Sevgiler Lara.