- 773 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ŞOVALYE ADASINDAN GAMZE İLE RAİF’E, GAMZE İLE RAİF’TEN ALEKSİS VE ELİF NUR'A 29 EKİM 2015 FETHİYE…
On sene öncesi olsaydı çoktan yataktan kalmış ve okulun yolunu tutmuştum. Çünkü her 29 Ekimde Günün anlam ve önemini belirten konuşmayı yapma görevi mutlaka benim olurdu. Görev dediğime bakmayın. Seve seve yaptığım ve benden başkasına bırakmayı asla istemediğim bir şeydi bu. İlle velakin dokuz senedir emekliyim.
Emekli bir dede isen şayet, Cumhuriyet Bayramında ne yapılır? Tabii ki torunun elinden tutulur ve doğruca bayramın yapıldığı yere yani Fethiye Stadına gidilir. Gitmesine gidilir de bir gün önce saat ikiye kadar bilgisayar başında oturup sabah 11.00 gibi yataktan kalkmamışsanız gidilir.
Velhasılıkelam bayram kutlamasını kaçırmıştık ama netice olarak parklar yerli yerinde durduğuna göre ve o gün neredeyse tüm çocuklar parklara koşturacağına göre biz de yine dede torun parka gidip felekten bir gün çalabilirdik.
Hava oldukça günlük güneşlik… Hatta al şortunu at denize kendini. Öylesine bir hava.
Uzatmayalım biz dede torun ver elini park yaptık yine. Elif Nur’u saldım parktaki çocukların arasına. Anında o da karıştı cıvıltıların içine. Ben bir bankta öylece denize bakıyorum.
Yok olmayacak böyle. Önümde çarşaf gibi bir deniz. Karşımda Şovalye adası... Benim bulunduğum sahilden kaç metre ötede olabilir? En fazla 500 metre. Ben bu beş yüz metreyi yüzebilir miyim? Hımmmm. Sırtüstünde on dakika, kelebek stilde sekiz, kurbağalamada yedi, köpekleme stilinde altı dakikada Şovalye adasındayım. Bu arada biraz daha ileride olan Çalış’a doğru mu yüzsem acaba diye düşünüyorum ama ne de olsa yaşlandık. Çalış’a kadar da yüzerim de ne gerek var yorulmaya di mi ama?
Şimdi soyunup denize girsem ayıp olur mu? Ulan ne ayıbı. Millet burada zaten şort katına dolaşıyor. Hem bu yaşta böyle muhteşem bir vücudu seyretmiş olur millet. Herkülle Apollon karışımı, her kası baklava dilimi gibi olan böyle bir müstesna ademi seyretmek her zaman nasipleneceği bir şey mi milletin? Haydi oğlum Sami. Torun nasılsa dalmış oyuna. Gir şu denize. Şovalye Adası seni bekliyor.
Üzerimdeki tişortu soyunmamla birlikte bir anda Fethiye Kordon boyunda tüm gözler üzerime çevriliyor. Atleti attığımda ise ‘’Oooooooo’’ nidaları inletiyor ortalığı. Derken pantolonu da indirip sadece şortla kalıyorum. Akıştan inliyor ortalık…
Sonra,kendimi Akdeniz’in artık soğumaya başlamış sularına bırakıyorum. Beşyüz, altı yüz kulaç sonra Rabbim izin verirse ( Ki nefes durumuna baktığımda verecek gibi görünüyor) Şovalye Adasındayım.
Ben Şovalye Adasına doğru bir kuğu misali yüzerken yanı başımda bakıyorum bir prenses. Hem de kim biliyor musunuz? Prenses Serap. Yani şu meşhur Mavi yolculuk yatlarından biri olan Prenses Serap. Yoksa bizde nerde o şans ki herhangi bir prenses benimle birlikte yüzsün.
Bir kaç kulaç daha atmıştım ki baktım hemen sağ tarafımda bir çift, kendi aralarında konuşuyor.
Adam ‘’ Bak bak ne kadar güzeller değil mi Gamze?’’ diyor. Kadın ‘’ Ahh evet Raif çok güzeller’’ diye cevap veriyor.
‘’Kimmiş bu güzeller’’ diye baktığımda Raif’in Gamze’ye parkta oynayan çocukları gösterdiğini fark ediyorum.
Evet çocuklar oldukça güzeller ama Raif’in gözlerine dikkatlice baktığımda çocukların ne kadar güzel olduğunun onun pek de umurunda olmadığını fark ediyorum. Nitekim konuşma daha sonra şöyle devam ediyor:
-Hayatım hele şu esmer güzeline bakar mısın. Ne kadar tatlı değil mi? ( Esmer güzeli benim torun )
-Ay Raiiffff. Ya şu sarışın, mavi gözlü’ye ne dersin? ( O da benim torunun o anda arkadaş olduğu Aleksis…Aleksis senden benden güzel Türkçe konuşuyor. Sanırım baba Türk, Anne Rus. Çünkü baba da son derece düzgün Türkçe konuşuyor)
-Evet Gamze…Ne kadar tatlı ve şirinler di mi?
-Eveeettttt. Bayıldım.
-E o zaman daha ne bekliyoruz Gamze? Bir tane de biz yapsak ya.
-Yapmak sorun değil de onu dokuz ay taşımak, sonra çıkarmak… Ondan korkuyorum Raif.
-Hiç korkma Gamze. Benim anam tam on iki çıkarmış. Hala maşallah turp gibi.
-Ay nesi Turp gibi Raif? Zavallı kadın çuval gibi olmuş vallahi.
-Gamzeciğim. Ben sana anam gibi on iki tane yap demiyorum ki. Alt tarafı bir tane yapacaksın.
E artık dayanamıyorum.
-Hep böyle bir tane diye başlar Gamze. Ben de vakti zamanında bir tane diye işe başladım sonra toplamda beş oldu.
Gamze gözleri faltaşı bir vaziyette bakıyor bana
-Ay amca sen tam beş tane mi doğurdun? Maşallah maşallah. Ama baya dinçsin yine de.
Yok arkadaş. Bu Raif bu Gamze’yi kesin götürür. Kız beş çocuk deyince ille de onları benim doğurduğumu sanıyor da doğurtmuş olabileceğim ihtimali aklına gelmiyor.
Normalde Gamze’ye azı dişlerimi göstermem lazım ama o kadar salak ki dişlerimi gösterip kızgınlığımı belli etmeye kalksam kesin bir tüp diş macunu ve bir diş firçasıyla koşacaktır. ‘’ Parlatayım amca’’ diyerek.
Raif pis pis bakıyor bana. ‘’ Lan moruk niçin pişmiş aşa su katıyorsun?’’ der gibi. Ya o değil de dikkatlice bakınca Gamze’nin gözlerinin de öyle hiç de masum masum bakmadığını fark ettim. Hem zaten aşağı yukarı kırk yaşına gelmiş bir hatun bir bebeğin nasıl dünyaya geldiği hakkında azami bir şeyler biliyordur herhalde değil mi?
En iyisi gençleri kendi hallerine bırakmak…
Raif Devam ediyor.
-Hiç korkma hayatım. Tereyağdan kıl çeker gibi olacak vallahi. Kolayca çıkarırsın.
Yav susayım diyorum ama gel de sus.
-Beyefendi siz sanırım ya hayatınızda hiç tereyağın içinden kıl çekmediniz ya da doğum yapmadınız.
Çok yanlış bir örnek verdiğimi Raif. ‘’ Amca sanırım sen baya doğum yapmışsın. Bu konuda oldukça tecrübelisin’’ deyince anladım.
Kendi kendime kızıyorum artık. ‘’ Ulan ukala. Sana ne? Ne karışırsın el alemin işine. El alemin Gamze’sini korumak sana mı kaldı? Hem bak bakalım Gamze korunmak istiyor mu?’’
Evet..Asıl sorulması gereken şey ‘’ Gamze korunmak istiyor mu?’’ sorusuydu. Çok çok dikkat edince anladım ki Gamze’nin korunmak gibi bir niyeti yoktu. O ‘’ Ama korkuyorum’’ olayı tamamen işin naz tarafıydı. Peki parka niçin gelmişti? Niçin olacak? İleride yapmayı düşündüğü çocuk için model seçiyordu. Nitekim fazla kalmadılar. Beğendikleri bir modelden imal etmek üzere alt yapı ve fizibilite çalışmaları için el ele bir yerlere doğru yol aldılar.
Olan benim Şovalye Adasına yüzme hayallerine oldu tabii ki. Ne güzel dalmış gitmiştim. Dokuz ay on gün sonra Gamze’nin tere yağından kıl mı çekilecek yoksa ebe-hemşireler ‘’Ikın Gamze’’ diye seslenirken o ‘’ Anacığım anacığımmmm... Gözün kör olsun Raif. Sen buraya fil yavrusu mu yerleştirdin köpoğlu köpeeekkk’’ diye mi bağıracak hiç de umurumda değildi aslında.
Ya o değil de bizim zamanımızda bu işler çok daha farklı olurdu. Öyle anlaşılıyor ki zamanımızda hiç kimse filateliye ( Pulculuk, pul koleksiyonculuğu) ilgi duymuyor. Oysa bizim zamanımızda ‘’ Gel sana pul koleksiyonmu göstereyim’’ denirdi. Şimdi olay daha gerçekçi bir boyut kazanmış. Vatandaş alıyor hatunu, getiriyor çocuk parkına ‘’ Hayatım, seç beğen, hangi modelden istiyorsun ?’’ diye soruyor direkt olarak.
Raif ve Gamze gittikten sonra kafamı kaldırıp Elif Nur’a baktım. Arkadaşı Aleksis ile oynuyordu. Biraz sonra babası Aleksis’e bir kutu mısır patlağı aldı. Benim torun bakıyor öylece. Adam ‘’Arkadaşına da ver’’ dedi ama Aleksis vermedi. Benim torun dudaklarını büzerek yanıma geldi. Bunun üzerine ben de toruna bir kutu aldım. O anda Aleksis düştü ve kendi mısır patlakları yere saçıldı. Sonra? Sonra otururup benim torunun mısırlarını birlikte yediler. Hatta bir arkadaş daha aldılar yanlarına.
Daha sonra koşmaca başlattılar. Benim torun bir kaç kez Aleksis’i geçince Aleksis arkadan tuttu. Bizimki zırlayarak oturdu yerine. Dedim ki ‘’ kızım, bir kere de o kazansın bir şey olmaz’’ Lakin torun zırıltıyı tutturdu ‘’ Ama ben kazanmayı seviyorum’’ diye…Aleksis patlattı cevabı: ‘’ Ama ben de kazanmayı seviyorum.’’ Dedim ki ‘’ Kazanmayı sevmek güzel ama sen hile yaptın. Öyle değil mi?’’ Aleksis çok tatlı bir şekilde gülümsedi ‘’ Evet ama ne yapayım. Başka türlü onu geçemiyorum’’
Belki ırkçı bir yorum kabul edeceksiniz ama sanırım elindekini başkalarıyla paylaşmak ve yarışmada dürüst olmak bizim, millet olarak genlerimizde var. Şimdi zaman zaman kazanmak için her şeyi mübah görenlerin inanın bana kesinlikle genetik yapısında bir dezenformasyon olmuştur.
Benim torun küslüğü başlattı vesselam. Ne dersem deyim dinlemiyor beni. Dudaklar büzüldü, kollar birleştiririldi ‘’Hıh’’ diyor başka bir şey demiyor. Bir de inatçıdır ki anne annesi kılıklı hiç sormayın… Sonunda meseleyi yine Aleksis çözdü ki hayran kaldım. Benim toruna ‘’ Ama arkadaş, arkadaşının kazanmasından mutlu olur. Ben kazanınca senin mutlu olman gerekir‘’ Dedi. Sonra mı? Sırayla bir Aleksis kazandı bir Elif Nur ve sarılıp birbirlerini kutladılar her seferinde.
Bazen biz büyüklerin aklına gelmeyen çok basit çözümler küçücük beyinlerden, küçücük yüreklerden çok daha kolay ve çabuk çıkabiliyor. Tabii ki ‘’Biz ne kadar paylaşımcı ve dürüst isek yabancı dediğimiz insanların da mesela böyle basit meselelere pratik çözümler getirme gibi özellikleri var’’ diye düşündüm. Küçük bir olaydan haraketle bu derece büyük bir genelleme yapılabilir mi ? Yapılamaz elbette ama o anki düşüncelerim bunlardı.
O gün akşam karanlığı çökene kadar parkta oynadılar Elif Nur ve Aleksis. Zaman zaman benim ya da Aleksis’in babasının yanına gidip onla da konuştular . Bu arada bir şey dikkatimi çekti. Bir ara Aleksis’e ‘’ Sen ne kadar güzel bir kızsın’’ dediğimde benim torun bana çok sert bir şekilde baktı. ‘’Allah Allah’’ dedim ama pek de üzerinde durmadım. İşte o üzerinde durmadığım konu eve giderken suratıma indi şamar gibi.
Artık hava karardı ve akşam ezanı okunmaya başlandı. ‘’ Elif Nur haydi eve gidiyoruz’’ diyerek onu havuz başından çağırdım. Gelmesine geldi ama kollar sırılsıklam su. Sonra başladı muhabbet.
-Gel bakayım buraya. Bu ne bu? Hesap ver bakalım. Bu kollar nasıl böyle ıslandı?
-Asıl sen bana hesap ver
-Allah Allah. Ben sana neyin hesabını vereceğim?
-Sen Fatma Nur’a nasıl ‘’ Bu ne güzellik’’ dersin?
Fatma Nur, ev sahibimizin Elif Nur ile yaşıt olan torunu.
-Kızım ben Fatma Nur’a ne zaman ‘’ Bu ne güzellik?’’ dedim?
-Hani geçen gün ablasıyla bir arkadaşının doğum gününe giderken demiştin ya.
-Haaa o mu. Yahu on gün önceydi o. Sen şimdi on gün önceki şeyin hesebını mı soruyorsun bana. Ben sana bu günkü yaptığını soruyorum oysa.
-Bu gün de yaptın ama.
-Ne yaptım?
-Aleksis’e ‘’Ne kadar güzelsin’’ dedin.
-Dememem mi gerekiyordu?
-Tabii ki...Dedeler, yanlarında torunları varken başka kızlara ‘’ ne kadar güzelsin’’ demezler
Velhasılıkelam o gün bir şey daha öğrenmiş oldum. Yanınızda sevgiliniz veya eşiniz varken bir başka bayanın ne kadar güzel olduğundan bahsetmek zinhar yasak olduğu gibi yanınızda kız torununuz varken bir başka kız çocuğuna ‘’ ne kadar güzelsin’’ demek de zinhar yasaktır. Eğer böyle bir affedilmez suç işlemişseniz torununuza ‘’ Senin o üstünün başının hali ne öyle?’’ sorusunu sorma hakkınızı kaybedersiniz. Aynen ben gibi...
Yahu o değil de fırça atayım derken fırça yemek de varmış bu ahir ömrümüzde…
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Resim: Şovalye adası.
YORUMLAR
Elif Nur dan daha çok şeyler öğreneceksin Sami dedesi,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Evet. Elif Nur bakalım daha neler öğretecek bize.
Selam ve sevgilerimle.
sözün özü çocuklardan öğreneceğimiz çokkkkk şey var ...
Elif Nur'a sevgiler
size de bu güzel yazı için teşekkür ve tebrikler Sami öğretmenim...
nice Elif Nur'lu günler diliyorum (çünkü onunla geçirdiğiniz bütün günler ışıl ışıl aydınlık belli ki)
saygılar selamlar...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Fethiye sahilinde az bir süre dinlenmiştik geçenlerdeki gezimizde.
Karşıda bir yerler gözüküyordu ama,
ne olduklarını bilemiyorduk bizler tabi ki.
Fotoğraflara bir daha bakmam gerek.
Bu arada,
dede-torun, iyi dersler çıkarıyoruz maceralarınızdan.
yarın kullanacağız her birini.
Torun büyüyünce yani.
sami biberoğulları
Bu arada, bir daha buralara ayağın düşerse mutlaka beklerim.
Torunun az daha büyüsün bak o zaman sen de ne hikayeler yazıyorsun.
Selam ve sevgilerimle.