- 501 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
-1980'LERDE ERGENLİK ÇAĞINDA OLMAK-(4)
“Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.”
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.”
“Büyük devletler kuran ecdâdımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdâdını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.”
Tarihi salt geçmişin bir dökümünün yapılması olarak almamak gerekir. Şu olay şu tarihte oldu gibi kronolojik bir tasnif kültürü kılmak ondan yararlanmayı mümkün kılmayacaktır. Olay örgüsünün neden sonuç ilişkileri bağlamında ele alınıp değerlendirilmesi önem arz edecektir. Kuşkusuz her millet tarihindeki büyüklüklerin, yüksekliklerin övüncünü de duymak ister ve duyar da. Üstte yer verdğim alıntı ve söyleyişler bize bu gerçeği de hissettirir.
Eğitim sistemimiz ve bu sistemin öğrenciyle kurduğu bağ ne yazık ki tarihe karşı genel bir ilgi, alaka uyandırmaktan uzak olmaktadır. Çocukların ve hatta yetişkinlerin tarihle bağ kurmaları ve tarih kültürü almalarında tarihsel içerikli edebi ürünlerin ve yayınların önemi büyüktür. Hiç kuşkusuz okuma zevkinin kazanılmasında da bu tip eserlerin değeri büyüktür.
Çocukluğumdan bu yana tarihe karşı ayrı bir yakınlık duyduğumu, ilgi beslediğimi söylemek isterim. Hatta bununla ilgili bir olay da aklıma gelir. İlkokulu bitirdiğim yaz tatilinde bir gün yolda giiderken baktım yer de bir kitap, hatta bir çöp tenekesinin yanı başında diyebilirim. Kapağı yırtılmış kitabı elime aldığımda Lise -1- Tarih ibaresi karşıma çıkıverdi. Ki genel olarak eski çağ tarihi daha sıkıcı yahut ağır gelir öğrenciye. Buna ben de dahil olmaktan uzak değilim açıkçası. Fakat bu hususu göz ardı ederek kitabı yerden alıp eve götürdüm ve anneme de renk vermeden seri bir şekilde okuyuverdim. Öyle ya sokakta ve çöp bidonu mahallinden alınmış bir kitabı annem muhtemelen eve sokmazdı.
Yine orta öğretim yıllarımda tarihi hikâye ve romanlara karşı ilgim olduğundan söz etmeliyim. Abdullah Ziya Kozanoğlu romanları ilk elde aklıma gelir de Ahmet Yılmaz Boyunağa’nın Fetih Sancakları adlı romanını da unutamam. Beri yandan Yüzbaşı Selahattin’in Romanı gelir aklıma. Balkan, 1’inci Cihan ve İstiklal harbinde muhtelif cephelerde görev almış kıymetli bir askerimizin günlüklerinden yararlanarak İlhan Selçuk tarafından hazırlanmış bir roman olduğunu da belirtmek isterim. Hiç şüphesiz Ömer Seyfettin’in tarihsel içerikli ve destan kültürümüzdende beslenen öykülerininde ben de yeri ayrıdır. Ansiklopedik tarih yazımları da o dem ilgimi çekmektedir. Resimli Bilgi ansiklopedisinin tarih içerikli yazılarını ziyadesiyle okurdum neme lazım.
1978’de yayın hayatına giren ve aylık fasiküller şeklinde basılan Yıllar Boyu Tarih dergisi de bir dönem ilgi odağım hâline gelir. İlk yayınlandığı dönemler de Yaşadığımız Yüzyıl ve Büyük Tarihi Sırlar gibi ilaveler de veren derginin her sayısında karşımıza çıkan Geçmiş Zaman Olur ki köşesi yakın tarihte basın dünyasında yankı yapmış olayları bir gazete sayfası formatında vermektedir. 20’nci yüzyılda meydana gelen olayların yanı sıra daha eski çağların olaylarına da yer veren dergide okuyucuyu ilgi çekici başlıklar karşılamaktadır.
Yıllar Boyu tarih dergisinin bana hatırlattığı yazılar arasında yer alan “Beyaz Irkın Kara Lekesi Kunta Kinteler” Başlıklı bir örnekte aynı zamanda dönemin televizyon dizilerinden birine karşılık gelmektedir. Tek kanal döneminin dizileri arasında “Kökler” i hatırlayanlarımız vardır. Siyahi yazar Alex Haley’in aynı adlı romanından televizyona uyarlanan dizide siyahların tarihinde son yüzyıllara karşılık gelen kölelik ve ırk ayrımcılığı dönemlerinin gelişmelerine ışık tutulur. Afrika’nın ormanlarından toplanıp, balık istifi misâli gemilere doldurularak Amerika’ya götürülmek suretiyle esir pazarlarında satılan insanların dramı romanın ve dizinin kahramanı Kunta Kinte’nin şahsında konu edilir.
Dizide köleleştirmek kavramı da bizi karşılar. Afrika’dan bir gemiyle Amerika’ya götürülüp esir pazarında satılan Kunta Kinte’yi satın alan toprak sahibi ilk günler kölesine işkence yapacaktır. Ona yeni bir isim verilir. Ancak kendisine ismi sorulduğunda her seferinde Kunta Kinte cevabını verir. Anlaşılabileceği üzere süreç içerisinde direnci kırılarak köle olduğu kendisine benimsetilmek istenir. Ya da başka bir ifadeyle; Afrika’da edindiği ve küçüklüğünden beri taşıdığı Kunta Kinte kimliğini silmektir amaç. Bugün, artık hayatta olmayan Alex Haley’in bir fotoğrafıyla karşılaştığımda gerek çocukluğumun siyah-beyaz ekran döneminin dehşetli sahnelerle yüklü dizisi Kökler, gerekse Malcolm X otobiyografisi aklıma gelir ve sen de bir dönem hayatımızı doldurdun demekten kendimi alamam.
Bir dizi filmden söz ettik ya; 1980’lerin başları televizyon tarihimizde tek kanal döneminin hükmünü sürdürdüğü yıllardır. Şüphesiz, izleyiciye seçenek sunmayan bir dönemden söz ediyoruz. Televizyonla kitle arasında ki bu otoriter ilişki ağı belki de dönemin büyüsünü belirleyen unsurlardan biridir. Gerçekten de ekranda karşılaştığımız programı neredeyse sorgusuz sualsiz izlemeye dayalı bir beğenme-beğenilme sürecini getirir. Bir yönüyle de o yıllarda onar yıllık periyotlar hâlinde yaşadığımız askeri darbe süreçleriyle de bütünleşen bir formattır bu. Gece haberlerini takiben Anıtkabir’den verilen nöbet değişimi ve bu esnada bir kıt’a askerin rap rap yürüyüşü ile birlikte ekrana gelen televizyonun kapanış görüntüleri aklımızdadır. Açıkçası tek kanal dönemi ile yakın tarihimizde yer alan otoriter dönemler birbirini tamamlayan unsurlar olarak da görünebilir.
1980’lerin başlarında televizyonlarımızı süsleyen Beyaz Gölgenin de ayrı bir yeri ve lezzeti vardır. Bir basketbol ve gençlik dizisidir. Olaylar bir lisenin basketbol takımı etrafında gelişir. Takımın Coach’ı Ken Reeves; Coolidge, Salamy, Hayward, Gomez, Goldstein gibi oyuncuları maçlara hazırlaması yanında sosyal yönleriyle de ilgilenir ve oyuncularının karşılaştığı problemlere çözüm üretir. Döneminde çocuklara ve gençlere basketbol sevgisini aşılar. Sözgelimi kendimden bir örnek verirsem, 1981’de babama basketbol topu aldırırım. Ve tüm bir yaz soluğu ortaokulun potalarında aldığım aklıma gelir.
1980’lerin en önemli programları arasında ben de bir belgesel öne çıkmaktadır. Okyanus araştırmacısı Jacques Yves Cousteau ya da yaygın ünüyle Kaptan Cousteau ve çalışmalarını yürüttüğü Calypso gemisiyle simgeleşen Yaşayan Deniz belgeseli. Denizleri, okyanusları, deniz altı dünyasını bitki ve hayvan türleriyle birlikte tanıtan, sevdiren belgesel program bana göre dönemin en faydalı yapımı olmaktadır.
Eh! Erkek çocuğu olur da futbolsuz bir dünya kurulabilir mi? Bu dönemde futbol dünyamızda yankı yapan olaylara göz attığımızda Türkiye 1’inci liginde Trabzonspor’un fırtınalı döneminin devam ettiği görülür. Beşiktaş’ın on dört yıl aradan sonra şampiyon olması ile birlikte Fenerbahçe’nin Stankoviç ile birlikte yakaladığı çıkış ve Trabzonspor ile çekişmeli bir döneme girilmesi, dönemin köşe başı olayları arasında olmalıdır.
A Milli takım son dönemlerin aksine zig zaglı devreler geçirecektir. 1980 Avrupa şampiyonası elemelerinde F. Almanya’nın ardından grup ikincisi olan Türkiye 1982 Dünya kupası elemelerinde maalesef grubunda oynadığı sekiz maçı da kaybeder. Bu periyotta kaptan Fatih vasıtasıyla tek golümüzü kaydetmemiz tam bir hayal kırıklığıdır. 1984 Avrupa şampiyonası elemelerinde ise yeni bir toparlanma sürecine girildiği görülür. Özellikle İstanbul’da Avusturya karşısında galip gelmemiz önemlidir. A Milli takımın gerek takım tertibi gerekse teknik adam yönünden sirkülasyon yaşadığı yıllardır. Yine futbolumuzda Ankaragücü’nün yakaladığı çıkış, bir ikinci lig takımının Türkiye kupası ve Cumhurbaşkanlığı kupasını kazanması zaman zaman 12 Eylülün getirisi olarak yorumlansa da önemli bir başarıdır. Sonrasında bu güzide kulübümüz birinci ligde de etkin bir dönem geçirecektir.
Dünya futbolunda ise 1982 Dünya kupası başlıca organizasyondur. İspanya’nın ev sahibi olduğu turnuvaya adeta bir Maradona fırtınası ile girilir. Henüz uluslararası düzeyde başarı göstermemekle beraber üstün yetenekli bir oyuncu olarak dikkat çekmektedir. Bu durumun neticesi olarak Barcelona’ya dönemin en pahalı transferini gerçekleştirecektir. Fakat 1982 Dünya kupası Maradona açısından tam bir fiyaskodur. Başarısız maçların ardından Brezilya ile oynanan karşılaşmada görülen bir kırmızı kartla turnuvayı noktalar.
Dünya kupası sürprizli de başlar. 1978’in şampiyonu Arjantin Maradona’lı, Kempes’li kadrosuyla 1980 Avrupa şampiyonası finalisti Belçika’ya yenilir. Ne var ki turnuvanın asıl sürpriz takımları Kamerun ve Cezayir’dir. İtalya ve Kamerun’un üçer puana sahip olmasına karşın İtalya gol farkıyla gruptan çıkar. Cezayir’in F.Almanya karşısında galip gelmesi turnuvanın en dikkate değer sonuçlarından olmalıdır.
Turnuvanın finalini belki futbol yönünden en beğenilmeyen ancak turnuva takımı özelliği gösteren iki ülkesi F.Almanya ile İtalya oynar. Ve İtalya Dünya şampiyonu olur.
Nihayet, ergenlik çağı insan hayatında bir kritik eşik, kilit değer taşıyan bir dönem olmaktadır. İyi bir orta öğretim başarısı kadar sağlıklı ve dengeli insanlar, nesiller yetişmesinde anahtar bir değerinin, konumunun olduğu hususu uzun boylu konuşmayı gerektirmeyecek kadar açık ve nettir şeklinde düşünürüm.
-SON-
L.T.
YORUMLAR
Bir insanın yetişmesinde, üstadım, en büyük ve önemli pay ailenindir...
Yüzde 99...
Ne var ki, biz çocuklarımızla konuşmayız...
Onların kendilerini rahat rahat ifade etmelerine fırsat vermeyiz...
Neden?...
Çünkü kendimiz merak etmez, bilmeyi istemez, dolayısiyle fikir alış verişinden anlamaz insanlarız...
Okuma seviyemiz belli...
Bu insan, bir insanın yetişme süreci gibi oldukça entellektüel bir birikim gerektiren süreci nasıl değerlendirsin...
Çocukta güzel sanatlara eğilim mi var; mesela müziğe, onu hemen bir 'çalgıcı' olarak tasavvur ederiz...
Edebi sanatlara mı meylediyor; dudak bükeriz...
Spora mı yatkın; serseri olmayı istemekle suçlarız...
Gerçi anlayış genel anlamda değişiyor, ama eski anlayışın taşıyısı olan kültür öyle hemen kabuk değiştiremiyor...
Bunun üstüne ezberci eğitimin tuz biber olmasını da düşünelim...
O zaman, zamana hakim olan anlayış seviyesini, kural tanımaz, saygı duymaz tipolojiyi anlamak zor olmaz...
'Tazmanya canavarı' gibi çılgınca tüketim güdüleriyle yetiştirilen nesil, gergedan hantallığıyla incelikleri çiğnemeye alıştırılırken, bilmem sonu nasıl olur...
Kime soralım?...
Sorulan anlatırsa, anlaşılacak mı bakalım...
Dediğim dedik, diyecek yeni yetme, çaldığım düdük...
İyi öyleyse, devam etsin...
Vesselam...
Selam ve saygımla...
Çok güzeldi, eminim herkes kendini buldu bu seri içinde.
Kaleminize sağlık .
Sevgiler,
levent taner
Her şey gönlünüzce olsun
Saygı ve selamlarımla...