- 520 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gel
Gel
"Gel", "Kendine gel" gibi! İnsan, kendinde olduğunda tüm algıladıklarının farkına varır! Evrende, "Güzel-çirkin, iyi-kötü" algıya izafi, biri aynı şeye ya da davranışa "Güzel" der, bir başkası "Çirkin"; kişiye göreceli bir algılama var! Tüme bakıldığında ise evrende yaratılan her şey, "Doğru ve yerindedir"! Herkes, kendine uygun olanı çeker! Zaten insanlık tarihindeki tüm kavga ve savaşlar, birilerinin kendi izafi "Doğru" algısını herkese kabul ettirmek istemesinden kaynaklı! Hukuk ise kişiyi-bireyi, bu izafi algılardan korumak içindir! Yani bir bakıma hukuk, biri ya da birilerinin "Doğru" dayatmasından, diğerini- diğerlerini korur! Öyle umulur veya o amaç içindir!
Dinler arası geçişin, "Yatay geçiş" olduğu söylenebilir! Yani din içinde kalarak şerit değiştirmek gibi, istikamet aynı! "Deist" için inanç var, din konusunda ucu açıklık var! Yani Allah inancını illa bir dine bağlamak istemiyor gibi.
Ateist ise evrenin bir yaratıcısı olmadığına inanıyor! Bu da bir inanç ama din değil. Ateistin her hangi bir kutsaldan Allah’ı öğrenmesi de mümkün kendi özündeki açılımla evrenin bir sahibi olmalı şeklinde bir inancı oluşturması da mümkün!
Önemli olan kişinin kendi kanaati ya da inancı! Bir kutsaldan diğerine yatay geçişlerin çok keskin geçişler olmadığı düşünülebilir, zaten taban "İnanç" noktasında çok da farklı sayılmaz! Eski dönemlerde de yeni dönemde de genel kapsamıyla "Din" egemenlik sağlamak ve bu ilkeler üzerinden bir itaat sağlamak için kullanılmış! Burada yine inanç önemli, dini kişi sadece kendi tekamülünde, gelişiminde ve Allah’ı bilme noktasında değerlendirebilir. Bir başkaları da kendi ırkının seçilmiş olduğu, Allah’ın vaatlerinin bir ırka ya da sadece kendi dinlerinden olanlara dair olduğunu iddia edebilir! Bu iddia dahi "İnanç" kapsamındadır! Allah adına, Onun yerine konuşmak abes olur!
Ayrıntılara fazlaca girmemek bazı zihni açar! Evrende olan her ne var ise bu olması gerektiği için olmuştur! Yani gerekçesiz oluş olmaz! Bir yaratıcıya inananlar da bilir ya da bilmeli ki bu işleyiş, yaratıcının haberi veya müsaadesi dışında olmaz!
Ateistlerin pek çoğu "Ateist" tanımından uzaktır! İnkarı meslek edinmek ile ateistlik aynı değildir! Ateistlikte her hangi bir yaratıcının olmadığına inanmak var! İnkarda ise var olan veya iddia edilen bir şeyi inkar var! Yani hakiki ateist, inkarcı olmayı da reddetmeli! Çünkü o nasıl evrenin bir sahibi olmadığına inanıyor ise bir başkasının da evrenin bir sahibi olduğuna inanması doğaldır!
Algılanmayan yok hükmündedir!
Bir şeyi algılamayan, o şeyi kabul de edemez, inkar da edemez! Kabul için algılama gerektiği gibi inkar için de o şeyin algılanması gerekir! Birisi için bir varlık, algılanmıyor ise o kişi için varlığı da iddia edilemez! Yani kişi kendi açısından olmayan bir şeyi inkar etmiş olmaz! Yani ateistler, varlığına inanmadığı bir şeyi, inkar etmiş olmaz! İnkar, algıladığını söyleyen ama varlığına dair şüphe içinde olanın eylemidir! Kişiye algılamadığı, varlığına inanmadığı bir şey dayatıldığında eğer kabul etmiş görünür ise zaten “Münafıklık-ikiyüzlülük” söz konusu; güzelce algılamadığını beyan edip “Böyle bir şey benim açımdan yok!” dediğinde, inkar etmiş olmaz çünkü algılamadığı, onun için yok hükmündedir! Eğer söz konusu şeyi kabul etmiş ya da algılamış ama şüphe içinde ise o zaman “İnkar” söz konusu! Algılayan için de kendi algısı önemli. Yani kendi açısından olan bir şeyi, başkasına dayatması zaten doğru olmayacak! Tersi kendine dayatıldığındaki rahatsızlık aynen olur! Bir misal vermek isterim; çarşıda birisi cebinde 200liralık bir banknot olduğunu iddia etse! Buna inananlar da olur inanmayanlar da olur! Cebinden çıkarıp gösterse yine sahte olma ihtimalinden dolayı inananlar ve inanmayanlar olacaktır! Kasada bulunan sahte para ayırıcı makineden geçince hatta bazı bu da yetmez ışığa tutup el ile ovuşturulur! Yani cebindeki 200 lirayı bile insan ispatlarken neler çeker! Hele bir de bu iddiayı yapan parayı hiç göstermese; bunun yerine çevresindeki yandaşlarının şahitliğini delil gösterse, dedesinin çok zengin birisi olduğundan ve kendisinin hanları hamamları olduğundan dem vursa! Soy ve ailesinin ne kadar dürüst olduklarını iddia etse! Hatta oraya binlerce insanı çağırsa o insanlar hep bir ağızdan bu adamın cebindeki 200 liraya şahitlik etse yine ispat olmaz! Kabul etmeyenleri de çok şiddetli cezalandırsalar yine de ispat olmaz! İlla o para, görülecek, ellenecek ve makineden geçecek! Bu nedenle, ateistlerin inkarındaki sebebin kişinin kendi göreceliliği olduğunu unutmamak gerekir! Ne zaman ki algıladı zaten sorun olmaz, güzelce onu da söyler! Algılamadığını mertçe söyleyen, algıladığında da mertçe söyler diye düşünülmeli! İnsanlara algılamadıkları bir şeyi zorla kabul ettirmek kötü sonuçlar doğurur! Yalandan kabul etmiş görünenlerin felakete sebep olduklarını göz ardı etmemeli!
Zaten kavganın çoğu, din kapsamında yatay din veya mezhep kavgaları şeklinde yaşanıyor! “Benim dinim en kapsamlısı” kavgası var ya da bu kapsamlı din içinde “Benim mezhebim en kapsamlısı” kavgası var. İşin siyasi yanı ağır basmış her asırda. Yani dinden maksat, Allah’ı bilmek ise bu yol zaten açıktır! İnsan evreni okuyarak da Allah’ı bilebilir, her hangi bir kutsalı kendine rehber yaparak da bunu sağlamayı düşünebilir! Önemli olan, kişinin kendine olan saygısı ve samimiyettir.
Algıların daha bebeklikten hatta genler ile yönlendirilmesi var! Mutlak doğru göreceli bakışla bulunmaya çalışılırken bu süreçte insan ırkının çabası var! Bu arayışta pek çok "Mutlak doğru" dayatması ile karşılaşılabilir! Eski kadim dönemlerdeki "İlah" algısı aslında evrenin işleyişini anlama çabasının bir yansıması bu çaba, talep, bir arz doğurur! Bu arzı da karşılamak için aracılar çıkar! Kişi kendi öz bilinci ile bu aracıları aşabilir yoksa taklit kaçınılmaz! "İlim Çin’de olsa gidip almak!" bu ilmin uzakta da olabileceğini yani illa insanın bulunduğu daralana hapis olmayacağını ihtar eder! Kendi dar alanında sıkışıp kalmasını önler insanların. Yeter ki "Mutlak doğru" dayatması olmasın! 3.Boyutun izafi algı alanında mutlak doğru da göreceli algılanacaktır! O halde tüm "Doğru"dayatmaları görecelilikten asla kurtulamaz! Bunun farkında olan "Arif" olur! Aslında kolay, herkes madem izafi algılıyor, başkasının ya da başkalarının algısı, benim algıladığımdan neden daha üstün olsun? Arife tarif gerekmez!
Kutsal bir dine esas olan ana kitabı okuyup anlayan ateist olur mu? Kutsal bir kitabı okuyup anlayan, ateist olmaz ama öğrendikleri hakikat ile anlar ki görünen din ile aslı aynı değil. Bunun sonucunda ya hakikaten samimi bir kanaat edinecek ya da büsbütün reddedecek! Reddetmek, ateistlik olmaz! Mesajı reddetmek ile mesajın atfedildiği kişiyi reddetmek aynı olmaz! Mesela bu yazıyı yazan kişiyi reddetmek ile yazıyı reddetmek aynı değildir! Tuzak da burada; "Madem Ahmet’i kabul ediyorsun, Ahmet üzerinden her anlatılanı da kabul etmek zorundasın" dayatması işi bozar. Ahmet vardır, onu kabul eder ama her yerde "Ahmet" adıyla sunulanı illa kabul edecek diye bir kaide yok! Yani bireysel "İnanç" kapsamını birileri belirler ve hazır kabuller üzerinden alanı daraltır ise sorun oradan çıkar ve suçlamalar ve mücadelenin de özünde bu vardır!
"Dünyaya indirilen son kitap benim inandığım" iddiası, "İnanç" ekseninde olur! Biri ona inanır, diğeri de başkasına. Hatta şu bile denebilir; "Ahmet beyin bu yazısı Dünya’ya indirilen en son mesajdır!" buna da inanabilir ki insan! Yeter ki samimi olsun. İnanç ile bilinç karıştırılmasın hatta inanç dayatması olmasın; zaten yatay ve dikey geçişler tekamüle dair işleyecek! Allah, beddua eder mi? Madem her şeye gücü yeter, beddua etmez; gereğini yapar! "Ol" der, olur! Oradaki beddua, tam yerinde anlaşılmıyor! Orada “Beddua” olarak görünen ya da okunan, aslında bir tespit!
Son tahlilde, "İnanç" bireyin özel alanında gelişmez ise taklit olur! Taklit de felaket olur! Günümüzdeki çelişkilerin neredeyse tamamı taklit yüzünden!
İlk insandan günümüze değin gelmiş geçmiş tüm insanlar, hatta gelecek olanlar hepsi birbirinden farklıdır! Her insan bir alem! "Zerre bütünün aynıdır" konusu uzun sürer ama irdelemeye değer! Evrenin bilinen en küçük bölünmez yapı taşına "Zerre" denilebilir bu kuantum fizikte "Sicim teorisi" olarak da düşünülebilir! Tüm 3. boyut, zerrenin titreşimiyle açığa çıkıyor! 3. Boyutta izafiyet olduğu için “Zaman-mekan” ve “Büyük-küçük” hatta “İyi-kötü” şeklinde algılama var! Evrende pozitif-negatif denge halinde olmaya çalışıyor bu hal 3. Boyuttaki görünümü veriyor! Aslında zerre, bütünün aynı! Zerre, “Küçük” de değil! 3. boyutta izafi olarak algılanıyor! Ayrıntıya girmemin sebebi; evrende tekrar yok! Bir titreşim aynen tekrarlanmıyor! Bir "An" bir daha aynen yaşanmıyor! Tabi ki insan, "Ben" benliği tektir! Aynı titreşimlerin tekrar etmemesi gibi “Ben” de tekrar etmez! Zerre gibi, bütünün de aynıdır! Titreşimleri 3. boyutta algılanmayı sağlıyor! Sizden bir tane daha olamaz, sizin gibi düşünen aynı biri daha olamaz! Şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi, sizi tıpa tıp anlayanın olmamasının nedeni.
Bir şey daha var, madem herkes aynı olamaz herkesin kendi izafi algıladığı gerçekler var! İnsanlar arasındaki bu "Doğru" dayatması neden?
Doğruyu biri diğerinden daha iyi bilir diye bir kaide yok! Tüm insanlar, algı konusunda izafi algılama konusunda aynı mesafede! İçlerinden bazı uyanıklar çıkıp, "Seçilmiş ırk" iddiasında bulunsa da bu kendi algılarına görecelidir, diğerlerini bağlamaz! Dikkat ediyor musunuz, bazı "Doğru" iddiacılar, nasıl da adeta dayatıyor algılarını! Popüler kabuller üzerinden kendi doğrularını herkesin kabul etmesi gerektiğini adeta emrediyorlar! Bazıları bunu eski öğretiler ve kutsallar üzerinden yapar! Yani onları dayatır, aklınca reddedilemez gerçeklerdir o dayattıkları! Oysa sorgulanmayan "Gerçek" olamaz! Sorgulananın da zaten kişiye izafi bir gerçekliği vardır. Başkasına dayatılamaz. Sorgulamadan dayatanlar ise inanın bahsin dışı! Onlara söyleyecek hiç bir sözüm yok!
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Algılarımız kaynağı, mutlak anlamda nesnenin kendisi olmaktan ziyade, nesnenin kültüre göre göreceli algılanmasıdır...
Doğayı animist (canlıcılık) bir koşullanmışlıkla algılayan kişiye göre yıldırım ilahlar(ın)ın bir gazabıyken, modern insan için sadece bir doğa olayıdır...
Demek ki, kültür bizi koşulluyor/şartlandırıyor, dolayısiyle algımızda 'seçicilik' yaptırarak bizi sınırlandırıyor...
Ateist de, ateizmi bir kültür çerçevesinde ediniyor...
Bir nevi at gözlüğü taktırıyor...
Öyleyse, "ilim Çin'de de olsa gidip alınız" diyen dinin bu anlamda/bağlamda özgürleştirici özünü görmek ve algılamaktadır mesele...
Dine kene gibi yapışan hurafelerin algımızı saptırması da bir gerçektir ve belki de meselenin en zorlu tarafını oluşturuyor...
Yani üstadım, dediğiniz gibi, "kendi özünde bir açılım" zorunluluğu, meselenin temel koşuludur...
Selam ve saygılarımla.