- 734 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ İZMİR
Sular kararmıştı, dalgakıranın ağzındaki iskele ve sancak lambaları kırmızı ve yeşil yandılar. Bir fikri sabit gibi yanıp sönüyorlardı. Gündüz tura çıkmış tekneler birer ikişer mavnaya dönüyorlar. Gece otelin verandasında oturmuşuz, koyu bir karanlık, fakat, müthiş bir yıldız zenginliği var gökyüzünde. Ve onların denize yansımış pırıltıları insanın gözlerini alıyor. Etrafa bakınırken birdenbire birşey görür gibi oldum. Sonradan bunun sahiden gerçekleştiğini farkettim. Bir yıldız kaymıştı. Biraz sonra bir yıldız daha kaydı. Ve bu benim içimde görünmez bir düğmeye bastı adeta. Birdenbire çok eski yıllara 1960’lara kadar gittim. Çünkü 1960’larda biz İzmir’de çok yıldız yağmuru seyrederdik. Artık yıldız yağmurları eskisi kadar sık seyredilmiyor. Büyük şehirler bunu öldürdü. Çünkü büyük şehirlerde ışık çok fazla oluyor, ışık çok fazla olduğu zaman yukarda nelerin döndüğüne bakamıyorsunuz. Bir defa nisbeten tenha bir koyda yıldızların kaydığını görebilmiştim. Ve bu bana o eski günleri hatırlattı. İzmir körfezinde biz Karşıyaka’dan İzmir istikametine bakan bir evde ve içinde badem ağaçları olan bir bahçede yaşıyorduk.
Temmuz ortası geldiğinde bademler toplanmaya başlardı. O günlerde bütün aile beraber olurduk. Yani ninemiz, eniştemiz, teyzemiz, onların çocukları kalabalık bir çevre olurduk. Ninem biraz zabit bir kadındı ve bizi çalıştırırdı. Dut ağacının altına bırandaları serer, üzerine toplanmış olan bademleri yığar, üstüne feneri diker, bizi etrafında çepçevre oturttuktan sonra masal anlatacağım diye başlar, biz onun masalını dinlerken bir taraftan da bademleri temizlerdik.
Ninem her zaman masal anlatmıyordu. Bazen de eski İzmii’i anlatırdı. Çünkü biz eski İzmir’i bilmiyorduk. Bizim bildiğimiz İzmir altmış yılı başlarındaki İzmir’di. O ise kurtuluştan önceki İzmir’i anlatıyordu. Özellikle frenk mahallelerini. İzmir’in frenk mahalleleri bütün çocukluğumuzu doldurmuştur dinleye dinleye. İzmir’in frenk mahalleleri İstanbul’un Beyoğlu’su gibiydi. Yani daha ziyade gayri müslimlerin yaşadığı yer bugün Kültürpark’ın olduğu alanda idi. İzmir’in kurtuluşu sırasında çıkan büyük yangında bütün o semt yanmıştır. Orada yaşayanları anlatırdı hep ninem. Özellikle daha çok gayri müslimler yaşıyor orada. Yani Rumlar var, Ermeniler var, Levantenler var, ve bunlar Osmanlı tebası. Onların dışında İzmir’e gelmiş, yerleşmiş başka yabancılarda var. Bunların fabrikaları var, büyük mağazaları var. Ve aralarında bir taksimat ta yapmışlar. İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler Buca, Bornova ve Karşıyaka’yı paylaşmışlar aralarında. Bunların oralarda villaları, yalıları ve çok güzel evleri var. Evlerin hepsi Batı sitili. Evler bahçe içinde ve bahçelerde çok bakımlı.
O dönemlerde, bir liman şehri olan İzmir’de Osmanlı tebasının hali şudur:
Bir vakitler İzmir’de Ticaret ve Sanayi tamamen Hristiyan unsurların elindeydi. Yılbaşı ve İsa yortularında İzmir’de Türk halkı ekmeksiz kalır,et bulamaz,açık bir dükkan göremezdi.Bu hal milliyetperverlere
çok ağır geliyordu.
Bu tesbit’i yaptıktan sonra gelelim ikincisine: ikinci tesbit, Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın ağzından yapılan bir tesbit’tir Bakın İzmir’in ünlü eczacısı bu konuda ne diyor?
’ İzmir’de Türk tüccarı namı altındaki komisyoncular köylüden aldıklarını gayri müslim tüccara aktarıyordu. Daha doğrusu, gayri müslim ihratcatçıya satıyordu. Taşradaki tüccar malı İzmir’deki tüccara yolluyor, İzmir’deki tüccarda yabancı ihracatçılara satıyordu. Ticaret hayatında Türklerin en yüksek mevkii buydu.’
Yani bu yabancı tüccarlar orada yetişmiş olan malları ucuza kapatmak için sizi kullanıyorlardı. Onlar bu topraklarda yetişen zenginlikleri alıp dışarı satıyorlardı. Tabii ucuza alıp pahalıya satıyorlardı. Bu mantık sömürgecilik mantığıydı. Bir yandan da açık kapı mantığıydı. Yani Liberalizm...
Adam Simith, Liberalizmin babasıydı. 18.yüzyılda, ’ Milletlerin zenginliği ’ eserini yazdığında dünyaya küresel bakmıştı. Hatta evrensel bakmıştı. Evrenin ve yerkürenin işleyişindeki doğallık ve düzen gibi iktisadi hayatında işleyeceğini savunmuştu. İklimler nasıl oluşuyorsa, yağmur, güneş, ürün nasıl ortaya çıkıyorsa, iktisadi faaliyetlerde öyle serbestlik içinde yürütülmeliydi.
Eserinde Liberal görüşlerin öncülüğünü yapan Adam Smith, aynı günlerde İngiltere yönetimine müdahalenin yollarını anlatıyordu. Krallığın dünya egemenliğinde, İngiliz hükümetinin müdahaleci olması gerektiğini savunuyor, yöntemlerini de sıralıyordu.Kitabında Liberalizm’in öncülüğünü yapan insan, uygulamada müdahaleci idi.Bu çok doğaldı, kendisi güçlü tarafta idi. İngiltere’nin tarafında olmak demek kendini korumak kollamak demekti. Çünkü İngiltere’nin dünya üzerinde egemen olması bu korumacılığa ve müdahaleciliğe bağlı olacaktı.
Peki, Adam Smith’in Liberalizm’i ne oluyordu? O kitabını İngiltere için değil de başkaları için mi yazmıştı? Sanayi Devrimi’nin başlarında İngiltere’nin gerisinde olan Avrupa’nın az gelişmişlerine Liberalizm’i uygulayacaklardı. Evet, Liberalizm İngiltere’nin dışında olan ülkelerin izlemesi gereken bir politika idi. Almanya, Fransa, İspanya, Portekiz ve diğerleri Liberal kaldıkça İngiltere üstünlüğünü sürdürebilecekti.Şimdi de diğer ülkelerde aynı şey yaşanıyor. Tarımın desteklenmesi önleniyor, fakat kendi tarımlarını müthiş koruyorlar.
Yıl 1920’dir, ülkemiz işgal altındadır. Ve İngiltere’ de çıkan bir gazete olan Times’ta şunlar yazılmaktadır:
’ Biz İngilizler, İzmir’deki ve havalisindeki arazide Denizcilik ve Maden ticareti gibi karlı işlere sahip bulunmaktayız. Bu ülkede en etkili şekilde işletilen Demir yolu bir İngiliz şirketine aittir. Anadolu mallarımız için önemli bir pazardır. Bu bakımdan Batı Anadolu’daki azınlıkların Türklerin intikamından korunmasında bizim üzerimize görev düştüğü söylenebilir. O halde bizim bu insanlara, yani Hristiyan azınlığa şeref borcumuz olacaktır.İzmir’in bir geçiş dönemi yaşaması zorunludur. İyonya ile Bursa dahil Balıkesir Bandırma mıntıkası üç veya dört ihtilaf devleti tarafından işgal altına alınmalıdır. Daha fazlasına ihtiyaç yoktur. Türkler ne kadar akılsız olurlarsa olsunlar, Düvel’i Muazzama’nın askerlerine karşı saldırıya kalkamazlar. ’
Yabancı sermaye geliyor, Demir yolu işletiyor, fabrikalar kuruyor. Denizcilik işletmeleri geliştiriyor kendini. Ve bu gelenler memleketin en güzel yerlerinde, mahallelerinde evler kurup oturuyor ve hayatından çok memnun yaşıyor. Fakat bununla da yetinmiyor, bunun arkasından kültürel bir hakimiyet, yavaş yavaş askeri bir hakimiyete dönüşüyor. Sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya karar veriyorlar. Ve önce Yunanlılar’ı çıkartıyorlar. Yunan çıkarması göstermelik, aslında İngiliz sermayesi orayı işgal etmek istemektedir. Bunu da gazetesinde yazıyor.
Şimdi de Fransız yazar Lamartine’e kulak verelim. Lamartine’in mantığı Eski Roma’nın mantığı. Lamartine, Eski Roma’nın hakimiyetini anlatırken şöyle demişti:
’ İşgal ettiği ülkeleri tam manasıyla emmek, kendine sahip kılmak. Bununla da yetinmeyip onların dillerini, dinlerini değiştirip bu ülkeleri kendine katmak.’
Arada fark yok. Aynı mantığı bu defa Adam Smith açık kapı politikalarıyla söylemiş. Ve böylelikle ortaya çıkmış. Peki günümüzde hayata geçirilen küreselleşmeye ne buyrulur. Küreselleşme nedir sanıyorsunuz? Küreselleşme bu mantığın yeniden uygulanmasıdır.
Hadi canım diyebilir siniz? Buda nereden çıktı diyebilir siniz? O zaman ben size başka bir şey hatırlatayım. 1997 yılında iktidara gelen İngiltere İşçi Partisi’nin Başkan danışmanının ne önerdiğini söyleyeyim. Bakın ne diyor, ve bunların ne kadar birbirine bağlı zincirler olup olmadığına siz karar verin.
Anthony Blair’in danışmanları yeni bir Liberal emperyalizm üzerinde kafa yoruyorlar. Başbakan’ın özel danışmanı Robert Cooper, öyle bir proğram düzenleyip açıkladı ki, Manş’ın öteki kıyısında kıyameti kopardı. Mrs. Cooper’in hayallerini kurduğu dünyada, Avrupa daha genel olarak ele alınırsa Batı artık çifte standart uygulamaya alışmalı. Çünki ona göre kendi aramızda açık ve ortaklara bir güvenlik düzeninin çerçevesine ve kurallarına göre davranmalıyız. Ama başka yerlerde post modernist Avrupa kıtasının dışındaki devletlerde daha önce yaşanmış olan bir çağın daha sert yöntemlerine dönmeliyiz. Güç kullanmalıyız, koruma amaçlı saldırı yapmalıyız. Hile geçerli olmalı. Kısacası, 19. yüzyılda herkesin herkese karşı savaştığı dönemde, yaşayanları yola getirmek için hangi çareler geçerli sayıldıysa, o çarelere baş vurmalıyız. Cooper, birde şunu eklemiş: ’ kendi aramızdaki sorunlarda yasaya saygı duyacağız. Ama işimiz balta girmemiş ormana düşünce kullanmamız gereken orman yasasıdır.’
Balta girmemiş orman biz oluyoruz demiştim, değil mi?..
YORUMLAR
Güzel ve özlem dolu dizeler..
2 yıl görev yaptım .çok güzeldi oralar ..zeytinli park adliye binasının hemen karışsında palmiye ağaçlarının arsından eğe denizine süzülen güneş ışıkları dans ederdi mavi sularda adeta ..muhteşem güzellikleri mevcut ..İzmir sakin ve aklı uslu bir kent..ve sıcak..özledim ..bakın şimdi..
eski İzmir'i bilemem ama bıraktığım İzmir çok güzeldi.sayenizde anılar canlandı bunun içinde ayrıca teşekkür ederim..
sevgi ile..