- 508 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Demokratik deliler devleti-32
-Deliyle alay etmiş olman seni daha akıllı yapmaz.
**
Meğerse biz sakin, durgun geçen o üç gün, fırtına öncesi sessizliği yaşamışız. Çünkü bugün olaylar öyle hızlı gelişti ki...
Sabahleyin gene çok erkenden bürodayım. Sanki adamlar sabahın köründe geleceklermiş gibi onları bekliyorum. Belli ki bu bekleyiş boşuna, lakin bunu kendime anlatamıyorum. Ya gelirler de beni bulamazlarsa endişesiyle bu işkenceye katlanıyorum.
Öğlen oldu, gelen yok. Öğlen geçeli iki saat oldu, hâlâ gelen yok. Ama bahçede kosuşturmalar var. Önemli bir olaya işaret bu. Ben de çıkıyorum bahçeye ve koşuşturmaların nedenini öğreniyorum:
Kuledeki nöbetçi, hastanenin dışındaki yolun bir polis makam aracı, bir zırhlı araç ve içi polis dolu bir otobüs tarafından kapatıldığını haber vermiş. Savunma Bakanı hemen oraya koşmuş, izlemeye başlamış. Bir müddet araçlardan inen olmamış. Daha sonra, önce makam aracından şoför inip selam durmuş, sonra da emniyet müdürü inmiş. Bunu otobüsteki polislerin inmesi izlemiş. Polisler, elleri silahlarının tetiklerinde tek sıra halinde otobüsün önüne dizilmişler.
Emniyet Müdürü hastaneye doğru yürümeye başlayınca, durumun ciddiyetini anlayan Savunma Bakanı, bu sefer onunla kendi konuşmaya karar vermiş. Müdür, hastanenin kapısı önünde durup nöbetçiye bir yetkili ile görüşmek istediğini söylemiş. Savunma Bakanı, yayaların geçtiği küçük kapıdan kendini göstererek müdüre ne istediğini sormuş. Müdür:
-Hastanenizin içine girip arama yapmak istiyoruz. Burada yasa dışı bazı uygulamalar olduğuna dair elimizde somut deliller var, demiş.
Savunma Bakanı, itiraz etmiş.
-Hastaneye girmenize izin veremeyiz. Pankartta da yazdığı gibi hastanemizde karantina uygulaması yapılmaktadır. Başka insanların hayatlarını tehlikeye atacak bir şey istemeyin bizden. Burada yasa dışı işler olduğu iddiaları da tamamiyle yalandır.
-Karantina uygulamasının içerdeki yasadışı uygulamaları kamufle etmek amacıyla uydurulduğunu biliyoruz. İçeride çok sayıda cinayet işlendiğine dair beyanlar da var. Daha önceki gelişimde beni kandırdınız ama şimdi bu konuda hiç şansınız yok. O günkü gelişimizde ormanda bulduğumuz çok sayıdaki insan cesedi kalıntılarının da size ait olduğunu biliyoruz. Kapıyı açın, içeri girelim ve gerçeği kendi gözlerimizle görelim. Aksi halde zor kullanacağız. Bu da sizin için hiç de hoş olmayacak!
-Sizi kandırmışlar. Bunların hepsi iftira!
-Biz bunları, gasp ettiğiniz altınları bozdurmak üzere gönderdiğiniz iki adamınızın ifadesinden öğrendik. Söylediklerinin yalan mı iftira mı yoksa gerçek mi olduğunu araştırmak için de buraya geldik. Ayrıca siz, burada bir de illegal devlet kurmışsunuz. Her aklına gelen devlet kuramaz. Delinin biri çıkacak “Ben bir devlet kurmak istiyorum!” diyecek ve kuracak! Böyle bir şey nerede görülmüş?
Deyince Savunma Bakanı iyice sinirlendi ve her şeyi açık etti:
-Neden böyle devlet kurulmazmış? Tarihteki devletler nasıl kuruldu? Hepsi işte böyle, yani bizim kurduğumuz gibi kuruldu. Devlet kurmak için bir de sizden izin mi alacaktık? Bizim devletimiz illegal değil, legaldir. Bizim devletimiz demokratiktir, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterir, halkın özgür iradesiyle kurulmuştur.
-Sizinle devlet tartışması yapmaya değil, yasa dışı uygulamalara bir son vermeye geldim. Lütfen kapıyı açın!
-Benim kapıyı açıp sizi içeri alma yetkim yok.
-Öyleyse kim yetkiliyse onunla görüşeyim.
-Bakalım o sizinle görüşecek mi?
-Neden görüşmesin?
-Sizin rütbeniz ne?
-Emniyet müdürü.
-İşte bu yüzden görüşmez. Siz bir emniyet müdürüsünüz, o ise bir devlet başkanı. Başkanımızın görüşebileceği kişi ancak sizin devlet başkanınızdır. Siz de ona haber verin de buraya gelsin!
-İyice saçmaladınız. Yok efendim, liderleri benimle görüşmezmiş! Ortada gerçek anlamda devlet mevlet yok! Kendinizi kandırabilirsiniz ama beni asla...
-Saçmalayan sizsiniz. Aslında benim bile sizinle görüşmemem lazım. Çünkü ben bir savunma bakanıyım, siz ise bir müdür; yani üst rütbeli bir bürokrat!
-Sizi bir kez daha uyarıyorum: Kapıyı açın, içeri girelim. Yoksa zırhlı araçla kapıyı kıracağız.
-Elinizden geleni ardınıza koymayın. Dediğinizi yaparsanız bağımsız bir devletin egemenlik haklarına saldırmış olursunuz ki bu da bir savaş sebebidir.
Savunma Bakanı, kapıyı hızla çarptı, içeri girdi. Eli ayağı titriyordu, yüzü kireç gibiydi. Olanları İmparator’a rapor etmek üzere oradan ayrıldı.
Bizim güvenlik elemanlarının neden geri dönmedikleri de böylece anlaşılmıştı. Adamlar benden altınları aldıktan sonra şehre gitmişler. Orada büyük bir kuyumcuya girmişler. Kuyumcu bunları güleryüzle karşılamış. Ellerindeki altın dolu koliyi tezgahın üzerine koyup, içindekileri satmak istediklerini söylemişler. Kuyumcu oturmaları için koltukları işaret ederken, bir yandan da çırağa misafirlere çay ikram etmesini söylemiş. Kutuyu açmış, içindekileri eliyle karıştırınca şaşırmış, çünkü ilk önce dikkatini yüzlerce yüzük çekmiş. Bunların çoğu da nişanda takılanlardanmış. Bunca yıllık kuyumcu olduğu halde, o güne kadar yüzük satmaya gelenlerin en fazla iki tane getirdiklerini görmüş. Bu kadar yüzüğün nasıl elde edildiği sorusu aklına gelmiş. Hırsızlık ya da gasp ihtimali ağır basmış.
Adamlara düşüncelerini söylememiş, ama polise haber vermesi gerektiği kararına varmış. O sırada çırak çayları getirmiş. Kuyumcu, adamlara:
-Bunların hepsini mi satmak istiyorsunuz? Diye sormuş.
-Evet. Kolidekilerin hepsini... Cevabını almış.
-Şu anda kasada bunların hepsini alabilecek miktarda para yok. Sabahleyin gelmiş olsaydınız vardı. Ama bugün nedense altın satmaya gelen çok oldu. Bu yüzden kasa hemen hemen boşaldı. Siz ya başka bir kuyumcu arkadaşa gidip bunları satın ya da bekleriz derseniz, bankadan para çekip ben alabilirim. Banka buraya çok yakın. Bakın, karşıda! Buradan da görebilirsiniz. Siz çaylarınızı içerken ben hemen gider, parayı çeker, gelirim.
-O kadar bekleyebiliriz. Zaten çok acelemiz de yok. Demiş adamlar.
Kuyumcu çırağa, bitince müşterilerin çaylarını tazeleme emrini vermiş, bankaya gitmek üzere dışarı çıkmış.
Bankaya girince hemen polise telefon edip durumu anlatmış. Polis onları oyalamasını, en kısa sürede orada olacaklarını söylemiş. Kuyumcu, adamlar şüphelenmesin diye çokca da para çekmiş.
Heyecanını belli etmemeye çalışarak elindeki paralarla dükkana girdiğinde adamların hem sohbet ettiklerini hem da çaylarını yudumladıklarını görünce rahatlamış. Elindeki paraları göstere göstere kasaya koymuş. Kolideki altınları tezgahın üzerine döküp tek tek kontrol etmeye başlamış. Daha ilk bakışta altın olmayan birkaç parça eşya gözüne ilişmiş. Bunları bir kenara ayırmış.
Sıra gelmiş altınları tartmaya. Kuyumcu, polislerin geciktiğini düşünmüş ama tam o sırada dükkanın önüne iki tane polis arabası yanaşmış. Polisler içeri girmişler, koltuklara iyice yayılmış olan adamları hiçbir direnişle karşılaşmadan yakalayıp karakola götürmüşler.
Karakolda adamların sorgusu başlamış. Bir polis sorgulamış gitmiş, bir diğeri gelmiş sorgulamış o da gitmiş, bir diğeri gelmiş... Sorgu sabaha kadar sürmüş. Sorular hep aynıymış, cevaplar da hep aynı. Adamlar ne biliyorlarsa hepsini doğru bir şekilde anlatmışlar. Hastanede nasıl darbe yaptıklarını, 3D’nin nasıl kurulduğunu, nasıl seçim yaparak İmparator’u Başkan yaptıklarını, Bodur Onbaşı’nın ve diğerlerinin nasıl infaz edildiklerini, kime köle kime yurttaş denildiğini, bu altınların nasıl elde edildiğini... Kısacası her şeyi, her şeyi anlatmışlar. Anlatılanlara polisler inanmıyorlarmış, bunlar onlara göre çok komik şeylermiş, kendileriyle bu adamların dalga geçtiklerini düşünüp bazen kızıyorlar bazen de gülüyorlarmış.
Sorgudaki polisler sonunda durumdan müdürü haberdar etmeye karar vermişler. Çünkü kendilerinin bir adım bile ileri gidemediklerini düşünüyorlarmış. Müdür sorgu odasına gelmiş. O da bazı sorular sormuş. Adamlardan biri müdürü tanımış ve müdürün geldiği günkü olayları anlatmış. Müdürü ikna ettiğim için benim milli kahraman ilan edildiğimi bile söylemiş. Müdür nasıl aldatıldığını duyunca kızmış, ama bu son anlatılanlar da adamların doğru söylediğine onu inandırmış.
Ve hastaneye operasyon düzenlenmesine karar verilip hazırlıklara başlanmış.
(Şimdilik devam ediyor... Sona üç bölüm kaldı...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.