- 635 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
O Parçan
Yepyeni olmalı her şey… Tozu, eskiyi, aşınmışlığı, örselenmişliği hatırlatan küçücük bir gölge olmamalı hiçbirinde; bakanlara ardına dek açık pencereleri, o pencerelerden girip tülleri, perdeleri dalgalandıran serin rüzgârları çağrıştırmalı… Tek bir eşya götürmeyeceğim bu eski püskü evden. Tozları ardım sıra sürüklerim yoksa, gittiğim yeri eskitirim.
Bana öyle sitemli sitemli bakmasın kimse… Onlar benim kadar uzun zaman kalmadılar bu havasız yerde. Sıvası dökük, yıllardır badana boya görmemiş duvarları ayna yapmadılar benliklerine. Böyle yıkık dökük duvarlara karşı dururken ışık hep ters yönden gelir hayalindeki aynaya… Anlamı baştan sona değişir yüzünün. Sanki gözlerinde de o duvarlar vardır.
Aynalara baktığımda kendimi görmek istiyorum, sıvası dökük duvarları değil… Evden kilometrelerce de uzak olsam bir yerde bir aynaya rastlamışsam, onları görmekten kurtulamıyorum bir türlü gözlerimde. Zihnimdeki kadar kötü olmasa da, aynadaki görüntü ben değil…
Kaplumbağalar gibi evimi sırtımda taşımak istemiyorum artık. Kapıdan çıkmışsam gerçekten çıkmış olmak, içeridekileri geride bırakmak, ilerlemek istiyorum. Eğer böyle kurtulmak istediğin, seni boğan bir yerde yaşıyorsan kapıyı çekip çıkmak dışarıda olduğun anlamına gelmez. Bir yanın içeride kalmıştır, utandığın için herkesten sakladığın bir parçan… O parçan bırakmaz peşini, seni kaplumbağa olmaya mahkûm eder, sırtına olmasa da yüzünün ta orta yerine koyar evini.
Artık sen sadece sen değilsindir, ailensindir de bir parça… Çünkü yüzüne vuran evinin gölgesi yalnız kalmana izin vermez; her sözcüğüne, her davranışına aileni de katar. Çünkü suç ortağısınızdır bir bakıma siz. Ailen ve sen… Aynı duvarların arasında yaşayanların sırdaşlığıyla, diğerleri gibi gönlünüzce söz edemezsiniz bir diğerinizden… Çünkü birbirinizden bahsetmek “çorabımda delik var” demek gibidir tıpkı. Ayakkabılarınızın içinde saklı o deliği durduk yerde açığa çıkarmak, “hadi gülün bana” demek…
Bu miras Hızır gibi yetişti neyse ki, tüm delikleri kapattı. “Anılar” diyor annem, “eski diye her şeyi atamayız”. O, tozlardan korkmuyor benim gibi, evini her yere peşi sıra götürmüyor çünkü. Zaten hep evde… Anlıyorum onu. Eski’nin farklı bir boyutu da var çünkü. Geçmişi saklıyor içinde, sıcak köşeleri. Minik bir yastığım var mesela… Ayıcıklar var üzerinde… O ayıcıklar benim ilk dengede durma denemelerim aynı zamanda… Hayata ilk ısınma turlarım… Komşunun küçük oğlu beni oyuna almayıp kardeşiyle oynarken duyduğum aşağılanma hissini yenebilmenin yollarını öğrenirken o eşlik etmişti bana. Yanaklarımı ıslatan yaşları paylaşmıştı benle. Ilık okşayışlar sunmuştu.
Bazen hâlâ, kaldırdığım köşeden alır, yatağıma koyarım onu. Uzanır, yan dönerim, bir yanağımı ona yaslayarak. Islanmakta gecikmez yanağım, o da usul usul okşamakta. Okşayan şeyleri tozdan, kirden koruyan bir tılsım olmalı… Fiziksel olarak onlar da eskiyor, kirleniyorlar tabii; yılların izlerini sergiliyorlar üzerlerinde. Ama öyle bir yerleri var ki belleğimizde, onlara bir an olsun bakmak o sıcacık köşeye götürüyor bizi. Kirler, tozlar savruluyor birden uzaklara, geçmişimizin sessiz sırdaşı tüm pırıltısıyla gülümsemeye başlıyor tıpkı onu tanıdığımız ilk günlerdeki gibi.
Bu evden tek bir şey götürmeyecektim sözde… Oysa ayıcıklı yastığım gibi terk edemeyeceğim daha o kadar çok şey var ki, beni elimden tutup kaldıran düştüğüm o çukurdan… Güneşe bakmamı söyleyen… Mesela tükenmez bir kalem var, mürekkebi çoktan bitmiş… Yazmıyor yani, kalemliği sadece görüntüde… Onu da yanımda götürmeliyim mutlaka. Dayım almıştı bana, ilkokul ikideyken; elime tutuştururken yüzünde beliren anlamda yeniden tanımlamıştım kendimi. Bazen o kalemi elime alır, uzun uzun bakarım. Kendimi hatırlamaya ihtiyacım vardır çünkü. Dışarıdaki dünyada kaybolmuşumdur az önce, benden geriyeyse sadece boş bir külçe kalmıştır. Onun içini dolduracak bir şeyler lazımdır bana. O adam haksız yere bağırmış, alaşağı etmiştir beni az önce… Hayat sert rüzgârlarından birini daha savurmuştur.
Sanırım annem gibi ben de taşınırken bir sürü gölgeyi sürükleyeceğim peşimden. Yeni evimi ister istemez eskiteceğim. Ama görünürde eski olan o şeyler ruhumu en çok yenileyen şeyler de olacaklar aynı zamanda o evde. Duvarlar pırıl pırıl bir yüzle karşılayacaklar beni. Mobilyalar “Hoş geldin yeni evine…” diyecekler. “Sıvası dökük duvarlar artık çok gerilerde kaldı.” Sonra odama gideceğim, evin en çok evim olan yerine yani… Orada da her şey yeni olacak tabii. Duvarlar yeni boyanmış; yatak, tüm eşyalar yepyeni… Ama tanışmıyor olacağız onlarla daha… O yüzden yüzleri bir parça asık olacak sanki… Bu odayı gerçekten benim odam yapacak bir sıcaklık arayacağım. Beni bana hatırlatacak içten bir gülümseme… İşte o zaman ayıcıklarıma koşacağım hemen, mürekkebi bitmiş kalemime…
YORUMLAR
bilirmisin incinin hikayesini...hikayenin özünde sabır vardır sonuç olarak...ve pırlantalar yerin binlerce metre altında kaya parçası diye tabir edilen karbonların içinden çıkarlar...ve bazen yasamak gerkli diyorum...korkma geçmişinden ...sadece geçmişin geleceğine yön versin ...bu sekilde mutlu olur insan ...o eski evin rahatını huzurunu sıcaklığını önünde lüks yüzme havuzu bulunan yada sahile sıfır evde bulamya bilirsin...çocuksu bir duyguyoğunlu idi yazdıklarınızda haklısınız doğru ama ...eskileri eskitmeyin gün gelir lazım olurlar...sağlıcakla