- 753 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YALNIZLIĞIM ÜZERİNE BİR MANİFESTO
Sözcükler,beni yalnızlığımdan kurtarıyor!
Ama tek tek sözcükler değil;onların birbirleriyle dansı...
“Bulut!” , “Kuş!” , “Sema!” olarak değil de,sözgelimi; “Bulutlu semadaki kuşlar!” dediğimde,
sözcükler dirilip bir görsel şölen yaratıyorlar zihnimde. Sözcüklerin dansıyla oluşan bu görsel
devinim,bu “dil filmi” kurtarıyor beni yalnızlığımdan işte!
Yalnızlığı çoğunlukla “insansızlık” anlarız;halbuki ne yüzeysel bir algıdır bu!Gerçekte yalnız lık,belki “insansızlık”la daha farkına vardığımız;içimize ait,içimizden doğan,içimizde bir boş luk/bıkkınlık/terk edilmişlik/hatta anlamsızlık kavramlarıyla anlatabileceğimiz ve yine de anla tılmasında/anlaşılmasında büyük zorluklar olan bir durum/duruş saptamasının adı değil midir? Ama “zahiri yalnızlık” her zaman bu duyguları vermez ki bize.Bir “kimsesizlik”,bir “meşguli yetsizlik”, ya da “iletişimsizlik” durumu bazen istenen bir şeydir ve hoşumuza bile gider zahi ri yalnızlığımız. Bu nedenle biraz kafamızı dinlemek istediğimiz zamanlar olur.
Görünen/görünürdeki yalnızlık kadar yanıltıcı bir başka insan hali olamaz! Mesela,sorarım
size:Kitap okuyan bir insana “yalnız” denir mi?Ne gülünç bir hükümdür düşünen,düşüncesini dil ile bir düzene sokan,bütün bunları “susma” anının derin tefekkürü içinde fikre dönüştüren, yazıya döken insana “yalnız” demek! Hangi insan,insan profili bakımından bir roman yazarı kadar zengin bir arkadaş çevresine sahip olabilir ki? Yazdıklarımızla,söylediklerimizle hangi miz sayıca/türce,dil ve zaman boyutunu aşarak,insanlığa bu ölçekte seslenebiliriz?Yalnızlığını anlatan bir şairin bile,ruh serüvenine eğilmiş hali ve sözcükleriyle meşguliyeti,pek çoğumu zun zannettiğinden daha fazla içsel zenginliği gerektirmiyor mu?
* * *
Evet,yalnızlık halinden,duygusundan,çeşitlerinden bahsediyorum da,bu fikre nereden geldim ben? Kendi konumumu belirlemede doğru bir yargıya ihtiyaç duyduğumdan mı yoksa? Ne yani,bütün mesele “ben”de de, korkuyor muyum gerçekten,yakınlarımın yakındığı “ben” ha limle yüzleşmekten? O yüzden mi,savunmadayım? Çok güvendiğim dil/akıl yeteneğimi kulla nıp kendimce haklı hükümlerle,silahlanmak!Bu mu,asıl yapmak istediğim? Olabilir mi?
* * *
Bir defa,şunu bilmeniz gerekir ki,benim zahiri yalnızlığım kendi kendinden doğmuş marazi
bir sonuç değildir.Benim yalnızlığım,dille düşünme/yaratma yoluyla kendimi var etme terci
himin kaçınılmaz bir sonucudur! Yani ben zahiri yalnızlığımı bilerek,isteyerek seçmedim;
o yazarlık/şairlik yönelimimin bir zarureti olarak ortaya çıktı.Edebiyatçı/düşünce adamı kim
liğim ancak böyle bir “zahiri yalnızlık” ortamında kendini ifade olanağı bulabildiğinden,dı
şarıdaki canlı hayatla ilişkimde bir sorun varmış izlenimi bırakıyor.Bu bir hastalık değil!
Yemek yapma görevini üstlenmiş bir ev hanımına, “Saatlerdir niçin mutfaktasın?” demek
ne kadar abes ise,bir edebiyat adamına da “Yine odana mı kapanacaksın?” sitemini yolla
mak o derece anlamsızdır.Evet,edebiyat adamının mutfağı,odası olması gerekiyorsa,odası
dır!
Anlaşılıyor ki,her mesleğin/uğraş alanının bir “mutfağı” vardır. Çöpçünün mutfağı sokak
lar ise,aktörünki sahne/set!Ekmeğini ekmekten kazanan fırıncı ustasına; “Unla,hamurla uğ
raşmaktan bıkmadın mı?” demek,kimsenin biran olsun aklından geçmezken, bir edebiyat adamına;“Ne anlıyorsun bunca zamandır yazıp okumaktan,bilmem ki?” deme cüretini nere den ve nasıl buluruz kendimizde? Bu hususta bize,kendimizi haklı ve makul görmenin/gös termenin rahatlığını veren temel/yaygın ve bir o kadar da sakat anlayış,aslında kökü çok derinlerde olan, topyekûn bir “zihniyet” sorunu değil midir?
Edebiyat ve düşünce adamı olmanın “adamlıktan/meslekten” sayılmadığı(Yanlış anımsamı
yorsam,Sait Faik’in başına gelir bu anlayışın trajikomik hikâyesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında:
Yurt dışına çıkacaktır,pasaport görevlisi sorar mesleğini;o da “yazar” der saf saf!Öyle bir mes
lek adı yoktur; “İşsiz!” yazarlar ilgili sütuna.Sait Faik,topluma saygısından olsa gerek,kendi değerini,önemini alaya alarak anlatır bütün bunları yıllar sonra!)bir toplumsal örgütlenmenin çağdaşlığından söz edilebilir mi? Yazarını,sanatçısını,yaşarken onurlandırıp ödüllendir meyen;daha aileden başlayarak toplumsal örgütlenme ve kurumlaşmanın her kademesin de,onun sanatsal üretimini maddi/manevi yönden desteklemeyen,onu ciddiye almayan bir anlayış,sanatçısına “özgür bir çalışma ortamı” sunabilir mi? Öyleyse, “Ne anlıyorsun bunca zamandır yazıp okumaktan,bilmem ki?” diyeni, sanatçıya(Sanatçı diye ortalığa çıkan ve piyasada kabul gören karton adamlar,kadınlar rahat olsunlar!) “kafayı yemiş/ sıyırmış!” etiketini layık göreni niye yadırgarız,nasıl kınarız acaba? Onları sanatsal/ düşünsel üretmenin erdemine,değerine inandırmak yerine “kolay yoldan” ün/para kazanmanın “açık kapılarına” yöneltiyorsak,kim ne anlar benim/senin “yüce” yalnız lığımızdan, “soylu” direncimizden?
* * *
Her şeye karşın ben,beni zahiri/bayağı yalnızlıktan koruyan sözcüklerimin dansını seviyorum!