KAFES VE ÜÇ ŞEHİD
Merakla beklenen film, 2 Ekim 2015 itibariyle sinemalarda yerini aldı.
Ben; filmin kaç kişi tarafından seyredildiğinden veya “gişe rekoru” kırıp kırmadığından ziyade, 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası ile Ülkücüler nasıl anlatılmış onunla ilgileniyorum.
İşin açığı benim için siyasî ve ekonomik kaygılardan önce, ideolojik kaygılar gelir. O yüzden konunun nasıl işlendiği benim için daha önemli.
Filme yoğun işlerim sebebiyle ancak 8 Ekim 2015 gecesi eşimle beraber iştirak edebildim.
Lütfü ŞAHSUVAROĞLU hocamızın “KAFES” adlı romanından esinlenerek çekilmiş olan film; gıyaben de olsa tanımış olduğum şair, yazar Lütfü ŞAHSUVAROĞLU isminden dolayı daha filmi seyretmeden önce bizi heyecana sevk etti.
Film; Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndaki arkadaşlarına yardım için giden ve komünistler tarafından eli kolu bağlanarak onlarca işkenceye maruz bırakılan, en sonunda ciğerlerine pompayla hava basılıp ciğerleri patlatılarak 23 Kasım 1970’de şehid olan, daha sonra okulun 3. katından bahçeye atılan Zileli şehid Ertuğrul Dursun ÖNKUZU’muz ile başlıyor. ÖNKUZU’nun şehid olduğu olayı daha önceden bilenler, bu bilginin şuuruyla hem kaşlarını bir anda çatıyor, hem de gözlerinden şapır şapır yaşlar dökülüyor.
Doğrusu filmin hemen başında bu kadar iyi bir giriş beklemiyordum.
Filmde, 17 yaşında Taş Medrese’ye düşen Bafralı şehid Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU da var. Ülkücülerin malumudur ki; Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU 14 Temmuz 1987 günü tutuklu bulunduğu cezaevinde, başında takke olduğu halde namaza durmuş ve orada görevli bir askerin namazda olan Hüseyin’e “takke yasak” diyerek seslenmesine karşın namazını bozmamış ve askerin dipçik darbelerine maruz kalarak şehid olmuştu. Bu olaya da filmde yer verilmesi seyircilerin tekrar göz yaşlarına sebep oldu.
Hüseyin KURUMAHMUTOĞLU ve Mustafa PEHLİVANOĞLU’nun bir kişi tarafından (Mustafa YILMAZ adı ile) canlandırılmış olduğu notunu da düşelim…
12 Eylül 1980 İhtilali; Türk Milleti’nde öncesi ve sonrasıyla ciddi yaralar açmış bir dönem.
Bu yaraların izleri öyle kolay kolay silinecek de değil.
En bariz misal ile; bir yanda Türk Bayrağı’nı gönderden indirmeye ve yerine orak çekiç paçavra (ve sair) çekmeye yeltenen dış/iç mihrakların esiri olmuş hainler ve onlara ses çıkarmayan en zor zamanlarda fındık fıstık yiyen dinin arkasından iş çeviren sahte Müslümanlar, diğer yanda Türk Bayrağı’nın gönderde dalgalanmasının devamı için gözünü kırpmadan ölümü korkutarak yürüyen yiğidler.
Aslında hani çocukluğumuzdaki duruşumuz gibi; “BEN TEK, SİZ HEPİNİZ!”
Durum tam da öyle aslında.
Ülkücü, Türk Milliyetçileri bir tarafta; diğerleri bir tarafta.
Tekrar filme dönelim...
Filmde çaşıtların(ajanların) kasıtlı ortalık karıştıran beyan ve hareketleri, bunların bir zaman sonra Ülkücüler tarafından tespiti ve fakat bazı yerlerde müdahalede istemeyerek geç kalınması, böylece Ülkücülerin yapmadığı halde bazı olayların sorumlusu durumuna maalesef düşmesi, düşürülmesi...
Hülâsa; ortalıkta fing atan çaşıtların durumu da gayet güzel ve anlaşılır bir şekilde işlenmiş.
İşkenceler...
Akla, hayale gelmeyecek işkenceler.
Her biri bir imân kalesi olan Ülkücülere, Türk Milliyetçileri’ne reva görülen işkenceler.
Sopalar, tekmeler, tokatlar, yumruklar, jiletle deri yüzmeler, yüzülen yaralara tuz basmalar, vücud duvara paralel şekilde dururken baş parmağı uzattırıp arkadan tekme atmak suretiyle parmak kırmalar, falakaya yatırmalar, tenasül uzvuna elektrik verip "sen misin lan vatanı kurtaracak olan" diyerek dalga geçmeler(ki bu yöntemde bir çoğu erkekliğinden olmuştur), vücudun hassas noktalarında sigara söndürmeler, sövmeler, hakaretler, aşağılamalar...
Evet, saymakla bitmek tükenmek bilmeyen işkenceler!
Sakat kalanlar, akli dengesini yitirenler, tahliyeden sonra gelen binbir sıkıntılar...
Filmde bunların hepsine elbette değinilemezdi. Amma gerçekten takdire şayan bir şekilde filmde "işkence" konusu da iyi işlenmiş.
Mustafa PEHLİVANOĞLU...
3 Mart 1958 doğumlu olan PEHLİVANOĞLU, 7 Ekim 1980 günü asıldığında 22 yaşındaydı.
Mustafa PEHLİVANOĞLU ve diğer 8 Ülkücü kardeşi; Selçuk DURACIK(5 Haziran 1983), Halil ESENDAĞ(5 Haziran 1983), Ahmet KERSE(31 Ocak 1983), Cengiz BAKTEMUR(2 Mayıs 1982), Ali Bülent ORKAN(13 Ağustos 1982), Cevdet KARAKAŞ(4 Haziran 1981), İsmet ŞAHİN(20 Ağustos 1981), Fikri ARIKAN(27 Mart 1982) asıldıklarında hayatlarının baharında, kimisi evli ve çocuk sahibiydi. Kimisinin ailesi onun ekmek tutan eline bakıyordu.
Mustafa PEHLİVANOĞLU’nun da filmde canlandırılması, konunun işlenişi gayet doğru ve başarılıydı. Fon müzikleri ve görüntüler uyumlu, bir de seyircilerin geneli Ülkücü, Türk Milliyetçisi olup, "bilinçli" bir şekilde filmi seyredip maziyi hatırlayınca göz yaşlarının dökülmesi gayet doğaldı.
Ülkücü Hareket’i, Türk Milliyetçiliği fikir sistemini savunan canları anlatması ve bir "ilk" olması açısından gayet önemli bu film. Dikkat ederseniz büyük bir ilgi patlamasıyla da karşılaştı. Bunun sebebi, senelerdir böyle bir ihtiyaç olduğunun konuşulması ve fakat bir türlü bu işi icraata dökenin ortaya çıkmaması/çıkamaması idi.
Evvela bu filmin esin kaynağı "KAFES" adlı romanın yazarı Lütfü ŞAHSUVAROĞLU hocamıza, daha sonra yapımcısına, senaristine, oyuncularına, hülâsa filmde hizmeti geçen çaycısı dahil bütün kadroya; bizi duygu yoğunluğu yüksek, maziden atiye giden yolda bir dönemde unutulmaması gerekenleri aktaran ve hakikaten bir İHTİYAÇ olan bu filmle buluşturdukları için teşekkürler.
Zerre şüpheleri olmasın ki; çok değil, 10-20 sene sonra bu ve benzeri filmleri Türk Milleti’ne kazandıranlar, gelecek nesilleri maziyle buluşturmaya vesile oldukları için büyük saygıyla karşılanacaklar.
Ve yazımı okuyup da halâ bu filmi seyretmemiş olanlar...
Neyi bekliyorsunuz?
Doğrusu eksiğinden fazla olan bir filmi seyredip, seyrettirerek bizi anlatan başka film senaryolarını yapımcıların görmesini sağlamak gerekmez mi?
Ne kadar çok seyirci olursa, yapımcılar "demek ki bir istek, talep var" diyerek talebe karşılık vermeye kalkacaklardır.
Ne var yani, şimdi mesela; Hüseyin Nihâl ATSIZ’ın "DELİ KURT", "Bozkurtların ölümü", "Bozkurtlar Diriliyor" romanları film olsa da, biz de oturup heyecanla seyretsek fena mı olur?
Bu işler biraz talep meselesi.
Okuyucuyu fazla bunaltmamak için bitiriyorum.
Son olarak, filmi seyrettikten sonra arkadaşın birisiyle sohbet ederken filmle alakalı şu soruyu sordum ve şu cevapları aldım:
- Filmde bazı yerlerde dişlerini sıkıp, kaşlarını çattın mı?
- Evet.
- Ağladın mı?
- 160 kişilik salonun hepsi beraber ağladık.
- Ağlattıysa, kaşını çattırdıysa, dişlerini sıktırdıysa; hülâsa seni o günlere götürdüyse iş tamamdır.
Allah, Türk’ü ve Türk yurtlarını korusun. Amin.
Ülkü ve duayla.
Serhat KAHRAMAN / 13.10.2015
Kaynak: millibilinc.com/yazar-518-kafes_ve_uc_sehid.html
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.