- 702 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MAZİMDEN BİR YAPRAK
Yetmişli yılların sonları. Yirmi yaşından sonra başladığım lisenin ikinci sınıfındayım. İstanbul Pendik Lisesi. Kışın tam da ortası günlerindeyiz. Hava karardığında Kurtköy’de metruk ev görünümündeki evimize okul kıyafetlerimi değiştirmek için gelmişken bir kaç da acil ev işlerini yapıyorum: Bahçede asılı çamaşırları toplamak, gömlek ütülemek, babam geldiğinde hazır bulması için sobayı temizleyip doldurmak gibi.
Her işi hızlı yapmak zorundayım. Yürürken de öyle. Hayatım tamamen koşturmaca olmuş durumda. Bu şekilde varıyorum kahvemize. Babam dört gözle baksa da yoluma, çok aşırı bir yorgunluk olsa da üzerinde ; çok mutlu yine de. Seviniyor o yaşta liseye başladığım ve de başarılı olduğum için. İftihar ediyor benimle. Başı dik duruyor köylünün karşısında. Ben onun çalışkan, terbiyeli ve de çok hayırlı, bir tanecik oğluyum. Hayattaki en yakını, arkadaşı, yoldaşı, her şeyiyim. Hemen kahvedeki görevi devralıp eve gönderiyorum onu. Gitmeden de lokantada yiyor akşam yemeğini. O günlerde yemek yapmaya pek zamanımız kalmadığı , para sorunumuz da olmadığı için, Kurtköy’ün ilk lokantası Samsunlu Fikri Usta’da yiyoruz yemeklerimizi çoğu kez.
Şöyle bir masalardaki boşları topluyorum önce. Sonra ocaklığı düzenliyorum. Bulaşık bardakları yıkayıp, gerekiyorsa yeni çay demliyorum. Sobayı da yoluna koyduktan sonra sıra sinema makinemi kurmaya geliyor. Hava soğuk ama yağışlı değil. Makinemi kahvenin dışına kuruyorum. Oporlörü de bahçedeki duvarın üzerine yerleştirip başlıyorum kasetten şarkılar çalmaya. Hababam Sınıfı serisinin güzel filmlerinden biri var o akşam. Bu bana gurur veriyor. Arada teybi kapatıp filmin adını anons ediyorum heyecanla ve gururla.
Filmin başlama saati yaklaştığında, masalardaki oyun kağıtlarını topluyorum. Masaları perde olarak kullandığım duvarın önüne diziyorum. Sandalyeleri sinema salonu şeklinde düzenliyorum yavaş yavaş. İnsanlar alışık. Kimsenin olumsuz bir tepkisi yok. Dışarıdaki tahta bankları da çocuk müşteriler için ön sıraya diziyorum. Filmin başlamak üzere olduğunu da anons edip oporlörü içeriye , perde olarak kullandığım duvarın önüne koyuyorum.Sigaralar çoktan söndürülmüş bile.Yaklaşık 50-60 kişilik kontenjanım dolmuş yine. Işıkları söndürüyor düğmelere en yakın olan müşteri. Basıyorum makinemin düğmesine ve filmi başlatıyorum. Mahmut Hoca, Hafize Ana, Şaban, Yakışıklı,Güdük Necmi. Şu anda o kahvede, o filmi oynatıyor olmak için neler vermezdim ki ! Herkes çok gülüyor. Film çok güzel. Film oynarken ücretleri topluyorum. Neşeyle ödüyorlar . Özellikle helal ediyorlar sanki. Allah’ım, ne kadar mutluyum ! Filmin hüzün sahnesi gelip çatıyor. Okul satın alınmış. Tahliye emri uygulanmış. Çamlıca Lisesi boşaltılmış. Hastahanedeki Mahmut hocalarının sözleri aklına geliyor Hababam Sınıfı öğrencilerinin.’ Okul sadece dört duvar arası demek değildir!’ Bu sözden feyz alarak kırsal bir alana taşıyorlar sınıfı. Hafize Ana zil çalıyor yine. Ders başlıyor o açık alanda. Öğrenciler orada. Öğretmenleri başlarında. En önlerinde de Başöğretmen Atatürk’ün büstü var. Fonda beni ve tüm seyirciyi koparan o müthiş şarkı : Aldırma Gönül aldırma ! Açıyorum sesi iyice. Daha çok açıyorum. Gözlerimin dolduğunu hissediyorum. Kahvede bir alkış fırtınası kopuyor. Mutlu bitiyor filmin sonu. Çamlıca Lisesi yeniden açılıyor. Öğrenciler yeniden okullarında. Güler yüzle ayrılıyor müşterilerim kahve-sinemamdan. Benim de yüzüm gülüyor. Çok güzel bir iş yapmış olmamın mutluluğu var yüzümde.
Önce sinema makinelerimi toplamaya başlıyorum. Tam da bu sırada, arkadaşım Terzi Süleyman’ın on yaşlarındaki kardeşi İsmail geliyor yanıma :
’Fikret ağabey. Ülkücüler seni dövmeye geleceklermiş.’
’ Allah, Allah ! Ne yapmışım ki ben ? ’
’ Film oynarken, teypten Aldırma Gönül kasetini çalmışsın. Çok kızmışlar. Valla, bence kaç ! ’
’ Niye kaçayım İsmail ? Gelsinler bakalım . ’, deyip korkunun zerre kadarını aklıma getirmeden işime devam ediyorum.
Makinelerimi topladıktan sonra ocaklığı temizliyorum. Kahveyi süpürüp sandalye ve masaları diziyorum. Sobayı da temizleyip ertesi güne hazırladıktan sonra aklıma geliyor Ülkücüler. Fakat gelen giden yok. Sonradan öğrendiğime göre, aralarında tartışmışlar benim için. Çoğu köyden çocukluk arkadaşlarım olanlar, benim zararsız biri olduğuma ikna etmişler diğerlerini.
Eve vardığımda saat on ikiye yaklaşmış oluyor. Babam çoktan uyumuş. Aynı odada yattığımız halde, ders çalıştığım odanın da aynı yer olduğu halde, uykusunu bölmemeye özen gösteriyorum.
Ertesi gün okul var. Lise fen kolunda okuyorum. Yirmisinden sonra başladığımı okulumu ’ Okuyamazsın’ diyenlere inat başarıyla sürdürmeye kararlıyım. Üstelik bir de ’O’ var sınıfımda : Aşık olduğum güzel kız. Ne ’Çalışmadım ’ sözünü ne de ondan aşağı kalmayı kendime yedirebilmem mümkün değil. O yüzden tüm derslerime çalışmadan yatağa giremem.
Fen kolu olmamıza rağmen Tarihin, Coğrafyanın ve hatta Divan Edebiyatının bile alâsını öğretmeye kalkıyorlar bize. Edebiyatta Osmanlıca kelimeleri Türkçeye çevirebilmek için saatlerce çalışmak gerekiyor. Edebiyat hocamı da çok seviyorum. Derslerime yeterince çalıştığıma inandığımda güneşin çoktan doğduğunu görüyorum. Uyuyacak zamanım yine kalmıyor. Ilık bir duş alıyorum. Bir de sinek kaydı traş; her günkü gibi. Gömleğimi de her gün değiştiriyorum. Ismarlama diktirdiğim takım elbiselerimi her hafta kuru temizlemeye veriyorum.
Sizin anlayacağınız, lise yıllarım kendime görünüş olarak en iyi baktığım yıllar oluyor.
Kahvaltı için zamanım kaldıysa eğer, kahvede babamla birlikte zeytin-peynir-ekmek çay şeklinde hallediyorum.
Uykusuz da olsa mutlu bir şekilde geliyorum okuluma. Okunan bir yazılı varsa eğer mutlaka yüksek not almış alıyorum. ’O’ ve ben. Sınıfın en popüler öğrencileriyiz. En yüksek notlar hep ikimizin. Hangi öğretmen sınıfa geldiğinde ’ Kim çalıştı?’ diye bir soru sorarsa sorsun, mutlaka ikimizin parmağı havada oluyor. İkimizin adı birlikte anılıyor hep. Bu bana büyük mutluluk veriyor. Tam da arka sıramda. Adeta her gün ense traşımı seyrediyor. Tiklerim var benim. Sık sık boynumu oynatıyorum, fena halde de saçlarımı yoluyorum. Bir de gözlüğümden çok rahatsız oluyorum. O zamanlar bilgisayarla muayene olmadığından yanlış numara vermiş doktor. Gözlüğümü çıkarttığımda kan çanağı gözlerim ortaya çıkıyor. Her gördüğünde mutlaka soruyor :
’ Gözlerine ne oldu senin ? ’ diye.
’ Hiiç. Biraz uykusuzum da ondan . ’, diyorum.
İlk gördüğüm günden beri âşık olduğum, uğruna sınıfımı değiştirip onun sınıfına geldiğim, sabahlara kadar ders çalıştığım bu güzel kıza aşkımı itiraf edip etmeme kararsızlığıyla bir okul günü daha geçiyor. Günlerden Perşembedir o gün. Film değiştirmek için İstanbul’a gitme günümdür. Öğleyin çıktığım okulumdan doğruca İstanbul’a gidiyorum. Köye döndüğümde çoktan akşam olmuştur. Eve gidip üstümü değiştirerek hızlı bir şekilde kahveye geliyorum. Babamı eve gönderip görevi devralıyorum yine.
O gün güzel bir gün değil. Film açık-saçık. Utanıyorum ben. İnsanlar yine doluyorlar. Daha çok para kazanıyorum bu defa. Fakat yüzüm gülmüyor. Mutsuzum. Moralim bozuk. Ders çalışmak bile istemiyorum. Masamda uyuyakalıyorum.
Ertesi gün öğretmenlerimin yüzüne bakmaktan bile utanıyorum. Açık-saçık bir film oynattım ben. Suçluyum....
Fikret ....