- 890 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BARIŞ KOLAY GİDER ZOR GELİR!
Bal bal demekle ağız tatlanmaz...
Barış barış demekle de barış gelmez!
Önce “samimiyet” testinden geçeceksin, kardeşim!
“Ama”sız, “çünkü”süz barıştan yana mısın, yoksa “savaş bile olmayan” savaştan, bu “kirli tezgâhın parçası” olmaktan yana mısın? Safını belli edeceksin!
Laf la değil, dil ucuyla hiç değil; ağız dolusu, yürekten savunacaksın barışı, kardeşliği!
Öyle kameralar önünde, mikrofon tutulduğunda, işine geldiği gibi değil!
Vatanın için, milletin için, tüm insanlık için, dünyanın “bütün yaratılmışların evi” olduğu şuuruyla,
bütün yaratılmışların güzel bir dünyada “yaşama hakkı” adına kendi canını feda edecek kadar, ölümüne...
Ama “öncelikle” yaşamak ve yaşatmak için!
***
Ucu bana dokunur mu, doğruları haykırsam?
Aforoz ederler mi, aralarından kovarlar mı, arkamdan kuyu kazarlar mı, yüreğimin izinden gitsem?
İşimden, aşımdan olur muyum?
Varsayalım ki:
“Aşkın” yüz çevirmiş sana! Çevirsin!
“Hain”, “yalaka”, “satılmış”, “dönek” demişler bir ağızdan! Desinler!
Döverler, söverler, öldürürlermiş punduna getirip! Ne gam!?
Her gün dövülür, sövülür, ihanete ve zulme uğrarken insanlık, sen bir kuru canını vermişsin, çok mu?
İşte bu denli özverili, hesapsız, gönülden inanacaksın barışa, barışın dünya için gerekliliğine, öncelikle!..
***
Nerede zulüm, ihanet ve hukuksuzluk varsa “yaratılmış”a karşı, oraya dikeceksin isyanın bayrağını!
“Yaratılmış”a diyorum, dikkat et; “karıncaya bile” yani! Ayırmadan, üstün görmeden birini diğerinden;
tek ölçün “Hak-adalet” olacak; keserse de “adalet kılıcı kesecek” düğümü!
“Dur, bakalım!” diyeceksin, haykıracak, gerekirse başına çalacaksın zorbanın zulmünü o saat!
“Neme lâzım, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, benden sonrası tufan!” demeyeceksin; üç maymun”u oynamayacaksın, malının ve canının kaygısına düşüp!..
Tam tersine... Üstüne üstüne gideceksin zalimin, zorbanın, hainin... Kendi çıkarın, ikbalin için hiç değil!
İnsanlar gölgesinde dinlensin, kuşlar yuva yapsın, etraf şenlensin diye on yıl, yirmi yıl sonrasına ağaç diken ihtiyar adamın “genç” gönlüyle barışı isteyecek ve savunacaksın!
***
Ama sevgili kardeşim, olmuyor!
Neden olmuyor, biliyor musun?
Samimi değilsin, yürekli değilsin, inanmış değilsin insanın onuruna, barışın lüzumuna!
Ülkeme kurulmuş nifak tuzakları, ben-sen hesapları, kirli ve kalleş ilişkiler barışa kıyarken, bir gözünü yumup diğer gözünü kısarak bakıyorsun! Derdin, nereden gelirse gelsin ihanet, zorbalık, terör; karşısına dikilmek değil çünkü! Dert edinmen için, saldırının yönünü, tarafını bilmen gerekiyor. “Ölenler kimden? Bizim taraftan mı, karşı cenahtan mı?" Çünkü, bu senin için çok önemli! Baktın, kaldırılan şehit cenazeleri; “devlet”in polisi, askeri, “sizden olmayan” sivil vatandaş cenazeleri, görme, yüreğinde hissetme hassan yitiveriyor; kafanı çevirip gidiyorsun! Ta ki, yitenler yandaşın oluncaya kadar, gıkın çıkmıyor veya dil ucuyla başsağlığı dileyip geçiyorsun, kamuoyu önünde. İşte, o zaman, bir tek o zaman “Barışa uzanan eller kırılsın!” diyemiyorsun! Meydanlarda toplanmak, yiten canların “yaşama hakkını” aramak ve savunmak, bir tek o zaman aklına gelmiyor nedense! Bir de kendi “küçük ve zavallı” nemrutluğunu görmeyip “alçakça” meydanları kışkırtan “ihanet odakları” var; daha çok kan aksın, barış daha çok yara alsın diye “karanlığa havlayan!”. En sağlam dayanışmayı onlarla gerçekleştirdiğine tanık oluyoruz, öfkemiz kabarıyor o zaman ihanetin bu kertesine!
***
Barışa ihtiyacın olduğunda sevgili kardeşim, belki ben olmayacağım.
Bu yüzden bir not düşmek istiyorum sana, ülkemin tarihine:
Barış kolay gider, zor gelir sevgili kardeşim!
Barışın tek hesabı vardır, o da barışa yatırım yapmak!
Barışa başka “hesap” ile yaklaşanlar, barışın en büyük düşmanlarıdır, unutma n’olursun!
Dünyaya, çevrene dikkatle bak, ne demek istediğimi anlayacaksın.
Barış için barışta savaşmak, savaşarak barışı çağırmaktan daha kolaydır sevgili kardeşim!