- 477 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALLAH’IM TAŞ YAĞDIRMA
MAZİYE YOLCULUKLAR -27
Yine 1960’lı yıllardayım…
Sabah sabah Maziye Yolculuk başladı...
Ortaokul öğrencilerinin küçük kafalarında, büyük ağabeylerinden kalan şapkaların giyildiği yıllar…
Okul müdürlerinin şapkasız öğrencileri okula almadığı zaman dilimi.
Hala düşünürüm şapka mı alıyordu ilimi?
Evlerde makine halılarının bolluğu yoktu; sererdik yere el yapısı kilimi… Nemelazımcı değildi insanlar, lanetlerdi herkes zalimi…
İnsanlar el kiri paraya tapmazdı; severdi okuryazar ile âlimi…
“Ar”, “onur” içi boş sözcükler değillerdi… İnsanlık erdemleri paspas hammaddesi olamazdı…
Bu yıllarda Kâhta ilçesinde iki okul vardı: Kubilay ilkokulu ve Kâhta ortaokulu…
İki okul yan yana yapılmıştı. Büyük bahçeleri vardı…
Mart ayının son günleriydi.
Ortaokulun bahçesinde, teneffüste üç arkadaş sohbet ediyordu.
Mahmut, Mehmet, Sabri.
Mahmut ile Sabri ilçe merkezinde, Cami mahallesinde oturuyorlardı.
Mehmet köylü çocuğuydu. Kâhta’ya çok yakın köylerden birinde oturuyorlardı. Babası, Mehmet okusun, büyük adam olsun diye okula göndermişti.
Mehmet her gün köye gidip gelmesin, zamanı yoldan geçmesin diye babası ev kiralamıştı…
Ev kasap Sami’nin sinemaya kiraya verdiği binanın bitişiğinde, kerpiçten yapılmış Ali Kömür’ün eviydi.
Ev büyüktü. Koca evde Mehmet tek başına oturuyordu. Evin avlusu da büyüktü.
Evin ön cephesi Kâhtalı Mıçe’nin babasının oturduğu sokağa bakardı.
Mehmet, evin bir odasına kilim sermişti.
Kilimin üzerindeki yatağı hep serili kalırdı…
Eve gelen arkadaşları, minder diye yatağa otururlardı.
Evde fazla bir eşya yoktu. Bir gazocağı, bir tencere, iki tabak, bir kaşık vardı.
Mehmet evde yalnız kalmak istemezdi. Okul arkadaşlarını sık sık evine davet ederdi.
Teneffüs zili çalmadan, Mehmet:
— İkiniz de bugün bize geliyorsunuz. Mahmut, Türkçe konularına çalıştırır. Dersten sonra Sabri bize türkü söyler.
Mahmut:
—Mehmet, korkuyor musun? Usandık sana gelmekten. Evi temiz süpürmezsen ben gelmem. Kilimi de çırpacaksın. Bu birinci şartım… İkinci şartım, ben ders anlatırken beni dinleyeceksin… Ben boğazımı parçalarken, senin kafan nerelerde turistik gezi yapıyor anlayamadım… Senin kafan dersleri almıyor ki. Matkap getiririm. Anlamazsan, o kalın kafanda yeni delikler açarım. Belki biraz anlarsın…
Sabri:
—Mahmut haklı. Biz gelip senin evi temizliyoruz. Sen pasaklısın. Sana bir şey öğretirken de canımız çıkıyor…
Mehmet:
—Erkek sözü. Siz gelmeden evi pırıl pırıl edeceğim.
Zil çaldı. Sınıfa giderlerken, Mehmet tekrarladı.
— Geliyorsunuz değil mi?
Sabri:
— Mahmut bilir.
Mahmut:
—Yemin ederim bu korkuyor. Bizi fedailik yapalım diye çağırıyor…
Mehmet:
— Ben hiçbir şeyden korkmam. Canım sıkılıyor. Onun için sizi çağırıyorum.
Mahmut:
— Tamam. Geliriz. Ev temiz değilse oturmadan geri döneriz.
Sınıfa girdiler.
Öğretmen de derse girdi. Milli güvenlikçiydi. Subaydı. Dersinde askeri disiplin vardı. Kimse konuşmazdı. Dersi anlatırdı. Çıkar giderdi. Öğretmen öğrenci ilişkisi, sıcaklığı yoktu.
Son dersti. Zil çaldı. Öğrenciler evlerine doğru yola çıktılar.
Mahmut, Mehmet, Sabri birlikte çıktılar.
Mehmet’in oturduğu eve kadar beraber yürüdüler. Yolda sohbet ettiler. Şakalaştılar.
Mehmet evinin kapısında:
—Geç kalmayın, dedi.
Mahmut:
—Evini temizle. Sonra misafir çağır. Şimdi başla. Biz gelene kadar zor temizlersin.
Mahmut ile Sabri, Sabri’nin evlerinin bulunduğu sokağın köşesine, (Mahmut Turan’ın evinin köşesine) geldiler. Yarım saatten fazla burada, ayakta sohbet ettiler. Mehmet’in evinde buluşmak üzere ayrıldılar.
Mahmut evine gitti. Elini, yüzünü yıkadı. Acıkmıştı.
Annesinin ocaktan yeni indirdiği içli köftelerden birkaç tanesini tabağa koydu. Yemeğe başladı. Yemekten sonra ev ödevlerini yaptı. Ödevler bittiğinde, ortalık hafifçe kararmaya başlamıştı.
Mahmut, Mehmet arkadaşı için annesinin ayırdığı içli köfteleri alarak evden çıktı.
Mahmut, Mehmet’in evine doğru giderken düşünüyordu.
Mehmet saftı. Gerçekten korktuğu için mi arkadaşlarını evine davet ediyordu? Korkuyor musun diye sorduğunda “ben hiçbir şeyden korkmam” demişti.
Mehmet’in korkup korkmadığını merak eden Mahmut, onu denemeye karar verdi…
Mehmet’in oturduğu odada, yemek yapmak için yapılmış ocak vardı. Ocağın bacasından aşağıya bir iki taş bırakırsa, Mehmet’in cesaretini ölçe bilirdi. Dama çıkmakta kolaydı.
Mahmut, Mehmet’in evine yanaşınca, evin arka tarafından birkaç taş alarak dama çıktı. Mehmet’in yatağı, kilimi bacadan uzaktaydı.
Aşağı bırakacağı taşlardan Mehmet zarar görmezdi.
Mahmut bacanın içine doğru eğildi. Aşağıda gelen sesi duymak istiyordu. Birinci taşı bıraktı. Mehmet’in sesi geldi.
— Allah! Allah!
Mahmut iki taş daha bıraktı.
Mehmet:
—Tövbe Allah! Allah’ım tövbe! Allah’ım tövbe! Dedi.
Mahmut güldü…
Kendi kendine söylendi:“Kahraman Mehmet, hani hiç bir şeyden korkmazdın,” dedi.
Mehmet, toprak evlerde hayat(antre) denen kısma çıktı. Mahmut damda Mehmet’i izliyordu.
Geldiği yerden aşağı indi. Orada büyük boş yağ tenekesine taş doldurdu.
Büyük bir zorlukla, üşenmeden dama çıkardı.
Mehmet duvarın dibine sinmişti. Mahmut uzağına iki taş atınca, Mehmet yüksek sesle bağırmaya başladı.
—Allah’ım taş yağdırma. Günahlarımı itiraf edeceğim.
Mahmut şaşırdı. Mehmet’in “taşı Allah atıyor” diye düşüneceğini aklından bile geçirmemişti.
Mehmet’in itiraflarını merak ediyordu.
Mehmet, itiraflara başlamadan odaya girdi. Mahmut bacadan 5 – 6 taş bıraktı. Mehmet bağırarak dışarı çıktı. Konuşmaya başladı.
— Tövbe Allah’ım tövbe. Ben acıktığım için bağdan üzüm çaldım. Aysel’e kötü gözle bakmadım. Çok güzel bir kız. Gözüm kaydı. Artık yalan da söylemeyeceğim. Babamı da kandırmayacağım.
Mahmut, Mehmet’e acımaya başladı.
Mehmet itiraflara devam ediyordu.
Sabri avlu kapısından içeri girdi.
Titreyen Mehmet’e doğru gitti:
—Ne oldu Mehmet?
—Allah taş yağdırdı…
—Ne taşı?
—Bacadan bıraktı. Buraya attı.
—Korkma Mehmet. Allah değil. Mahmut yağdırmıştır...
Sabri, Mahmut’a seslendi. Mahmut ses vermedi. Damdan indi. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi avlu kapısından içeri girdi:
—Özür dilerim, geç kaldım. Hiçbir şeyden korkmayan bir yiğitle işim vardı.
Mehmet taşların nereden geldiğini öğrendi… Rahatladı…
Ortaokuldan sonra Mahmut, Kâhta’dan ayrıldı…
Aradan yıllar geçti. O günden bu güne kadar Mehmet ile Mahmut görüşemediler...
Mahmut, Mehmet’in memur olduğunu, emekli olduğunu duydu.
Mehmet’in, memurluğa alınma hikâyesini ortak dostlarından dinledi…
Memur oluşu çok ilginçtir. Bütün Kâhta bilir.
Mahmut’un son aldığı haberlere göre, Mehmet siyasete girmiş. Milletvekili olmayı düşünüyormuş.
Burası Türkiye. Milletvekili olabilir…
Allah’ım sana yalvarıyorum:
—Güzel insanlarımızın başına taş yağdırma… Şaka bile olsa taş yağdırma…
Fakir fukarayı, zalimlere sağdırma…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.