- 872 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Urfa'yı Yazmak Zordur
Mehmet Sait ULUÇAY
Bazı kentleri yazmak çok zordur. Hele yazılacak hiç bir şeyi olmayan veya yazılacak, hakkında söylenecek çok şeyi olan kentleri yazmak daha da zordur.
On yıla yakın ikamet ettiğim ve benim kentim dediğim Urfa, yazılamayan yada yazılması zor olan kentlerimizden biridir. Şair Mehmet Atilla Maraş’ın ifadesiyle ülke folklor zenginliğinin %36’sını elinde bulunduran bir kenti tüm meziyet ve zenginlikleriyle anlatılması o kadar kolay olmasa gerek. Zengin ve köklü bir kültür coğrafyasının en nadide çiçeğinin tarifi veya övgüsü her kalemin harcı olmamakla beraber, Urfa’ya olan sevgim, hasretim ve de özlemim sebebiyle Şanlıurfa’yı yazmaya kalkıştığımdan tüm kalemlerden özür dileyerek, sevgiliye dair söyleyeceklerim vardır.
Nuh tufanından sonra kurulan ilk yedi yerleşim merkezinden en önemlisi olan Şanlıurfa denilince ilk akla gelen şey, bir peygamberler kenti olmasıdır. Şanlıurfa’yı sevgili yapan da belki peygamberler şehri olması, toprağının peygamberler ayağının iziyle tanışması, toprağına peygamber terlerinin kokusunun sinmesidir. Hz. Adem (a.s)’ın uğurlu elleriyle atılan tohum bereketlenerek yüreklerde sevgiyi çoğaltarak Urfa’yı herkese sevgili kılmıştır. Böylece Urfa’nın ilk çiftçisi, toprağa tohum saçarken, yüreklerde de sevginin çimlenmesine vesile olmuştur. Şuayb ve Elyasa, adeta bânilik yaparak Urfa’nın uğuru olmuşlardır. İsa Mesih’in en güzel hatırasıyla şereflenmiş ve kutsanmıştır.
Urfa öyle alelade bir kent değildir. Yazılmasının zorluğu da buradan gelmektedir. Tüm insanlık acıyı, derdi, şifayı ve sabrı Urfa’nın hikayesinden öğrenmişlerdir. Oluk oluk şifa pınarını Şanlıurfa’nın omzundan akıtan Eyüp Peygamber, sabırla direnmeyi, çile ve hastalıkla savaşmayı, bela ve musibetlere karşı tevekkülle yaşamayı insanlara sevdirmesi bu kenti daha da alımlı ve sevgili kılmıştır. Bu sebeple diyorum ki, kim sevgiliyi hakkıyla övebilmiştir ki ben övebileyim, ben yazabileyim.
Son İslâm Peygamberinin atam dediği Hz. İbrahim’in kıssası ile bütünleşen Urfa’nın yazılacak o kadar şeyi var ki...
En büyük tanrınız benim diyen Nemrut’a karşı direnen İbrahim’in kıssası;
her anılışta gözlerimizin buğulandığı Anzılha’nın masumane aşkı;
çeşitli medeniyetlere beşiklik yaparak, zenginleşmiş tarih ve kültür birikimi;
Endülüs’e ışık taşıyan, batıya ilim, irfan ve bilim ihraç eden bilginleri yetiştiren ilk üniversitelerden bilinen Harran Üniversitesinde yetişen aydınlar;
’mahzar-ı mucize-i berd-ü selâm’ mısraı ile Urfa’yı , ateşin Hz. İbrahim’i yakmaması mucizesinin gerçekleştiği il olarak tanımlayan Nabi;
eşsiz sivil mimari örnekleriyle yıllara meydan okuyan zengin kültür mirası;
davudi seslerle tezyin olunan muhteşem mimari özelik ve zenginlikleriyle davetkar camiler;
Zamana karşı direnen hanlar, kervansaraylar, bentler ve türbeler;
Türk Şiirine değer katan şairler, yazarlar, edipler;
edebiyat, sanat, kültür ve tarihin konuşulduğu, müziğin yapıldığı sıra geceleri, Urfa’nın yazılması gereken zenginliklerden sadece birkaçıdır.
Bazı kentleri yazmak zordur.
Hele o kentten uzak kalmış, özlemlerini bastırmak için yapmacık şeylerle avunmayı seçmişsen, o kentte kaybettiklerin varsa, hele bir parçanı orda bırakıvermişsen, en vazgeçilmez ve en unutulmaz anılarını orada bırakıp, yeni, zoraki anılar yaratma kaygısına düşmüşsen o kenti yazamazsınız, o şehri konuşamazsınız işte...
En güzel dostluklarımın beşiği, en güzel şiirlerimin kaynağı Urfa kenti olmuştur. On yıla yakın Şanlıurfa İl Kültür Müdürlüğünde yönetici olarak çalıştığım süre zarfında Urfa’nın Kültür ve Tabiat Varlıkları envanteri ile folklorik değerlerin araştırılması konusunda yaptığım çalışmalarla Urfa’yı daha iyi tanıma ve daha fazla sevme bahtiyarlığına erişmiş oldum. Urfa’nın değer ve zenginlikleriyle tanışma fırsatını buldum. Güzel dostluklar, nezih edebiyat, kültür ve sanat adamlarıyla tanışma fırsatını elde ettim. Büyük kültür ve sanat adamı Akif İNAN gibi üstatların şiir sohbetlerinden feyiz aldım. Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Oymak, M.Naci İpek, Misbah Hicri, Veysel Polat, Cuma Ağaç, Hanefi Düşmez, S. Ahmet Kaya ve Şükrü Algın gibi Şair ve yazar dostlarla yıllarca Urfa’yı konuştuk. Şiir ve Yazılarımızda hep Urfa’yı dillendirdik. Her birimiz Urfa sevdasıyla yüreklerimizde aşklar çoğaltıyorduk.
Şimdi, yüreğimde büyüterek çoğalttığım aşkları paylaşacağım dostlardan ayrı kalmanın şaşkınlığı içinde, anılarımı, en kıymetli hazineler gibi koynunda saklayan kenti yazamıyorum işte. Tıpkı delikanlı günlerimde sevdiğimin farkına bile varamayan yada sevdiğimi kendisine bile hissettiremediğim sevgiliye yazmak istediklerimi yazamadığım ve hissettirmek istediğimi hissettiremediğim gibi...
Aynzılha gölü kıyısında oturduğum o eski günleri düşünüyorum şimdi. İbrahim’in ateşe atıldığında Aynzılha’nın feryadı çınlanıyor kulaklarımda. Allah’ın ’Ey ateş! İbrahim için serin ve selamet ol’ hitabı ile her zerrenin şükür secdesine kapandığını görür gibi oluyor ve ferahlanıveriyor gönlüm. Ateşin yakmadığını yeniden öğreniyorum geçmişe uzanan aklımla. Tıpkı, bıçağın İsmail’i kesmediği gibi.
Bu satırları zoraki karalarken, cismimin Adıyaman’da ruhumun Hali-ür Rahman gölü başında A.Kutsi TECER’le Balıklıgölde ay doğuşunu seyrediyor ve TECER, en güzel şiirini okuyor Urfa’lı hemşehrilerime.
Bir gece Urfa’da Halil-ür Rahman’da
Suda ay doğduğu garip zamanda,
İçimde hicranlı bir bülbül sesi,
Altımda seccade bir gül bahçesi,
Üstümde yıldızlar, önümde havuz,
Pırıl pırıl bir aşk gecesi, temmuz
Orada sularla baş başa kaldım,
Asırlar boyunca hülyaya daldım.
...
Yazamadığım kenti yazmaya çalıştığım bu sırada Halil-ür Rahman Cami minaresinde yükselen davudi ezan sesi, Urfa kalesinde yankılanarak güvercin kanatlarından rahmet bulutlarına taze aşklar taşıyorlar, bir yağmurla, mağaralarda büyüyen çocukları saracak yüreklere ağmak için. Urfa Kalesinde yanık bir hoyratla ilanı aşk ediyorum en sevgiliye. Ceddinden selam gönderiyorum. İbrahim’in selamıyla serinlenmesi için yanık çöllerin.
Bir zamanlar Deysan ırmağının nasıl çağladığını düşlüyorum Karakoyun Deresi başında. Hızmalı Köprüden su kemerlerinin ustalarıyla ekmek bölüşüyoruz bölüştüğümüz sevgiler gibi. Abdulkadir Hakkari evinde yer sofrasındayız Şükrü Algın ağabeyle. ’Bir evimiz vardı Harranakpıda’ diyerek ağıtlar yakıyor ihtişamlı kentin yitik evine.
Sakıb’ın köşkünde bir sıra gecesi... Nerede kaldı Kazancı Bedih diyorlar herkes. Zor muydu bu kadar sanatçının ölümü? Sanki kentin kendisiydi ölen. Akif İNAN ve Kazancı BEDİH ile iki kez ölmüştü bu kent. Şairleri çoktur bu kentin. Kaç ağıt yazdılar bu güne değin diye, Gümrük Hanında en demli çayları içiyorum efkar dağıtmak için.
Zenginliklerimizin teşhir edildiği ve pazarlandığı Sipahi Pazarında bir Ahi Gardaş mezat açılışını yapıyor duayla, güvenle. Maziye uzanıyorum. Kaybettiğim zenginliklerime hayıflanıyorum yeniden. Müzeye sığınıyorum. Geçmişimin konuşlandığı tek mekan. Evlerimin kapıları, pencereleri, Oyma dolaplarım, el yazmalarım, kentim ve Urfa’m burada dipdiri.
Urfa’yı yazmak zordur.
Bir derviş edası ile Mahmutoğlu Kulesi’nde inzivaya mı çekilsem? Yoksa, Tektek dağlarında haykırsam acizliğimi tüm dostlarıma.
En iyisi H.Nusret ZORLUTUNA’nın Urfa gecelerine sığınmaktır kanımca.
Urfa’yı yazmak zordur dostlar, Urfa’yı yazmak zordur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.