- 820 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Mülkiyet Kavramsalı ve Sonuçları - 2
2. Aidiyet duygusu :
Doğanın bir parçası olan insan, aynı zamanda sosyal yanı ağır basan bir varlıktır. Sosyal olmak zorundadır zira tek başına varlığını korumaktan yoksundur. Aslında sosyalleşmek de bir çeşit çıkarlarını koruma güdüsüdür. Birey, kişisel çıkarlarından bir miktar taviz vererek genele karışır ama genelden dolayı da bir miktar çıkar elde eder. Genele karışmanın da bir bedeli vardır: Yönetilen, güdülen ve sürünün bir üyesi olmayı kabul etmek, başkası için de çaba harcamak, pay, vergi, haraç vb maddi bedeller öderken karşılığında birtakım kişisel çıkarlarının korunmasını, güvenliğinin teminini sağlamaktadır.
Sosyalleşmek nasıl gerçekleşiyor?
Tek başınıza iken ve izole bir ortamda olsaydınız siz sadece siz olursunuz. İsminizle, kişiliğinizle, sahip olduklarınız veya olamadıklarınızla, kültürünüzle ve görünüşünüzle sadece sizsinizdir. Fakat sizin, siz olarak kalmanız gerçekte biyolojik ve sosyolojik olarak pek mümkün değildir. Birinci bölümde saydığımız temel ihtiyaçlarınız için başka bireylere ihtiyacınız vardır.
Toplumun başat bireyleri ya da topluluğun ortak kimliği sizi içine alır ve kendisine benzetir; siz de buna razı olursunuz.
Birey kendisini artık başka türlü tanımlayacaktır. Bir “Irk”a tabi, bir “Dil”i var, inançlarıyla örtüştürdüğü bir “Din”i ve üzerinde yaşadığı sınırları belli bir toprak olarak “Vatan”ı vardır.
Bu bakış açısında göre toplumu, bir şemsiye olarak görmek mümkündür. Peki toplum nedir? Bireyin bir önemi var mıdır toplum için?
Toplum için bireyin sadece varlık olarak kurallarına uymasıyla önemi vardır. Bir toplumda zeki olmanız, bilim insani olmanız, sanatçı olmanız çok da önemli değildir. O toplumun kuralına, kendisini oluşturan değerlere saygı gösterdiğiniz ve ortak amaçlarına katıldığınız sürece öneminiz vardır. Şöyle de demek mümkündür belki de: “Marifetleriniz, topluma uyduğunuz sürece takdir edilir.” Ahlaksız olarak nitelenen hangi sanatçı, bilim insanı veya lider önemsenir ki?
Bu ait olma durumu bize kendi öz kimliğimizden başka kimliklerle yaşamamıza neden olmaktadır haliyle. Yaşadığımız topluluk içinde topluluğun üst kimliğini kullanmayız kendimizi tanımlarken. Örneğin “Türk” toplumu içinde Türk kimliğini kullanmayız. Onun yerine alt kimliklerimiz varsa (Alevi, Sunni, Liberal, Sosyaldemokrat, Doğulu, Batılı, Tahtacı, Abdal vb) ki daima vardır; onları kullanırız. Öznel kimliğimizi ise sadece kendimizle baş başa kaldığımızda kullanabiliriz. Hangi siyasal akımı benimsediğimiz, hangi gazeteyi okuyacağımız, hangi ezgileri dinlediğimiz, hangi dil ile düşünüp yazdığımız öznel kimliğimizin birer yansımasıdır.
Kendi öznel kimliğimizden vazgeçmemiz, toplumsallaşmanın bir bedelidir. Hem ait olmak hem dışında kalmayı başarmak bilişsel ve psikolojik yeti gerektirir.
Ait olmanın en büyük bedeli ise “Sonsuz yalnızlık”tır. Bu ironik yaşam şekli, bazı duygulaırmızı bastırmamıza, bazen arsızlığımıza, bazen çılgınlıklarımıza bazen de toplu cinnet geçirmelerimize sebep olmaktadır.
Toplum için öldürene “Kahraman”, kendi için öldürene “Katil” denir toplumda. Birinin kahramanı, diğerinin katili, birinin katili diğerinin kahramanı olabilmektedir.
Doğruların böyle değişken olması, ya da “Malik Olma güdüsü”yle sonuçların farklı değerlendirilmesinin altında yatan tek gerçek “Mülkiyetin Muhafazası” değil midir?
(Kimlikleri tanımlayacağımız 3. bölümde görüşmek dileğiyle.)
Antalya 19.07.2008
Aşık Kosani