- 1164 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
ELİF DEDİM BE DEDİM. BİLMİYORUM NE DEDİM
Şimdi soracağım soruya içinde bulunduğumuz şu çağda ‘’Hayır’’ diyecek yeni yetmeler bir hayli fazla olacaktır ama ben gibi yaşı altmışı aşmışlar içinde ‘’Hayır’’’ diyecek olan sanırım çok fazla değildir.
Soru şu: Çocukken sizin de koltuğunuzun altına üzerinde ‘’ELİF BASI ‘’ Yazan bir cüz sıkıştırılıp Kur’an öğrenmek için bir hocaya ‘’Hocam, eti senin, kemiği benim’’ diye teslim edildiğiniz oldu mu? Mutlaka en azından yaz tatillerinizde ‘’Hocaya gitmek’’ dediğimiz o olay sizlerin de başınızdan geçmiştir.
Benim annem bir imam kızı olmasına rağmen babamın öyle dinle, diyanetle fazla ilgisi yoktu. Zaten elinde çanta il il Türkiye’yi dolaştığından pek yüzünü de göremezdik. O bakımdan bizi hocaya gönderen annem oldu. İlk kez Erzurum’un Hasangala’sında ( Pasinler) Bir hocaya gittim. İşin doğrusu onu nedense hiç hatırlayamıyorum. Ama ikinci hocamı, yani Erzurum merkeze taşındığımız zaman gönderilmiş olduğumuz hocayı hatırlıyorum.
Kırk-kırkbeş yaşlarındaydı. Karikatürlerde çizilen eli sopalı, ağzı salyalı, gözü kan çanağı, ağzından ejderha gibi ateş çıkaran bir tip değildi kesinlikle. Öyle etle kemikle de arası yoktu, hatta sanırım vejeteryan olsa gerekti ki bizi dövdüğünü hiç hatırlamam.
Hocamızın huzuruna vardığımızda ilk öğrendiğimiz şey : Yaramazlık yapmayacaktık. Eh biz de yaramaz çocuklar sayılmazdık zaten. Komşuların camlarını kırmak, çatılarındaki çinkoları söküp eskiciye satmak, bahçelerden meyve aşırmak, mahalleler arası taşlı sopalı kavgalar tertiplemek gibi oldukça masum yaramazlıklarımızı saymazsanız tabii ki.
Net olarak anlamıştık ki tüm bunlar hocanın evi ve çevresi için kesinlikle yasaktı. Başka yerler için de yasak olmakla birlikte o konu hocamızın ilgi alanın dışındaydı doğal olarak.
Ondan sonraki öğrendiğimiz şey iyi bir ezberci olmamız için bol bol tekrar yapmamızdı. Hoca bize önce harfleri, sonra harfleri bitiştirmeyi, sonra yavaş yavaş okumayı öğretecek, biz de evimizde bol bol tekrar ederek ezberleyecektik.
Elif, be, te,se, cim diye okumaya başladık. Daha sonra topluca ‘’ Elif üstün e, elif esre i, elif ötre ü, be üstün be, be esre bi, be ötre bi’’ diyerek harflerin harekeli olarak okunmasını öğrendik. Bundan sonra harflerin kelime başında, ortasında ve sonunda nasıl şekiller aldığını öğrendik ve nihayet harfleri bitiştirmeye başladık.
Harfleri bitiştirmeye başlayınca artık hocamız işi iki evladına bıraktı. Kendisi ne iş yapardı bilmiyorum ama ilk bir haftadan sonra her gün geliyor, yoklamayı aldıktan ve ezberleri dinledikten sonra oğluna ve kızına talimatı veriyordu. Erkekleri oğlu, kızları kızı takip edecek,okumalarına bakacak ve yeni dersler vereceklerdi bize ezberlememiz için.
İşte dananın kuyruğu da o ilk bir haftadan sonra koptu. Çünkü hocanın oğlu dediğim on altı yaşında bir ergen , kızı ise on iki- on üç yaşlarında bir pıtırcıktı. Tabii ki bu gün pıtırcık diyorum. O günlerde benim gözümde o Züleyha, ben de Yusuf’tum diyeceğim ama yine o günlerde henüz Yusuf kim, Züleyha kim bilmiyoruz. Bildiğimiz Kerem ile Aslı... Bu ikisini de soğuk Erzurum gecelerinde yaşlı ve okuma yazması genelde hiç olmayan yaşlı komşulara gaz lambası ışığında okuduğumuz Kerem ile Aslı hikayelerinden biliyoruz. Gerçi Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber filan da var ama bizim favorimiz Kerem ile Aslı.
Anlayacağınız ben Kerem, Asıl adı Zeynep olan hocanın kızı da Aslıydı. Hem hatırlasanıza Aslı’nın babası neydi? Papaz, Zeynep’in babası ne? Hoca…Neticede ikisi de din adamı, ha imam, ha papaz…
Teşbihte hata olmasın hani bir sözümüz vardır: ‘’ İt ite, it kuyruğuna buyurmuş’’ diye. Bizde de durum aynıydı. Hoca oğluna buyururdu ‘’ Bunları okut’’ diye ille velakin o çıkar çıkmaz oğlu da Zeyno’ya ( Samimiyet ileri boyutlarda olduğu için Zeyno diyorum artık ) buyururdu ‘’ Kızzzz. Bu uşahları iyi ohut yokSa gıraram cemiğini’’
Hoca oğlu gidince cami ve hocalık görevi kalırdı Zeyno’ya. Zeyno da diğer uşahları hızlıca okutur, hatta cüzlerine yarın okuyacakları yeri kurşun kalemle silikçe yazdırırdı ki ertesi gün babası bir çocuğa olur da ‘’ Gel oku bakayım’’ derse çocuk rahatlıkla okuyabilsin.
Gözleri iyi görmeyen hocayı bu yolla çok kandırmış, çok ‘’Efferim Uşah’’ iltifatına nail olmuşumdur. Anlayacağınız dersimiz Kur’an, yaptığımız ise resmen üçkağıtçılıktı.
Diğer çocuklar da sepetlendikten sonra koskoca cami ikindi namzına kadar Kerem ile Aslı’ya kalırdı…
‘’Camide edepsizlik haaa’’ dediğinizi duyar gibiyim. Ne edepsizliği yahu zavallı kız Erzurum’un kavruk, esmer tenli Dadaş uşahlarını oldukça kaba ve hoyrat bulduğu için( Abisi yüzünden tabii ki ) ben gibi pamuk tenli ve kibar bir İstanbul çocuğu ile masumane bir arkadaşlık kurmuştu. Sık sık kolunu boynuma atarak. ‘’ Hele anlat. Bana İstanbul’u anlat’’ tan başka bir şey bilmezdi ki. Ben de Fener’den, Balat’tan, Ayvansaray’dan, Madam Evniki’den başlar, Patrikhaneye giden papazların arkasından nasıl ‘’ Papaz, papaz g.tünü yıkamaz’’ diye bağırarak onları kızdırmaya çalıştığımızı, Paskalya ve Noeli de nasıl Ramazan ve Kurban bayramları gibi iple çektiğimizi( Bayram ister Müslüman bayramı,ister hrıstiyan bayramı olsun fark etmez, biz harçlığı cebe, şeker, lokum, kurban eti ya da paskalya çöreğini mideye b indirirdik.) Haliç sahilinde boş sandallara atlayayım derken nasıl Haliç’e cumburlop yaptığımızı anlatırdım. Hayatında Erzurumludan başka bir şey görmemiş, tanımamış olan Zeyno şaşırır, hayran hayran dinler ve ‘’Paskalya da kete gibi bir şey mi’’ diye sorardı. Ben de ‘’Evet. ortasında renkli yumurta olan kete’’ derdim aslında çok farklı olsalar da.
Sonuç: Bırakın Kur’anı anlamayı, yüzüne okumayı bile öğrenemedim.
Kurs bittikten sonra öğrendiğim ( Ki ilkokulda zaten öğrenmiştim) İslamın şartı beş, imanın şartı altı, uymamız gereken farz sayısı ise 32 ile 52 arasında değişiyordu. Ha bir de hocaya gidinceye kadar bilmediğim bir şey öğrendim. Meğer ben Hanefi mezhebindenmişim. Hanefi mezhebinin ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu öğrenmesem de biri ‘’ Mezhebin ne?’’ deyince ‘’ Hanefi’’ diye cevap vermem gerekiyormuş.
Abdest-namaz?
Hem Erzurum gibi bir yerde yaşayacaksın, hem de 12 yaşına gelmişsin ve abdesti-namazı bilmiyorsun? İşte bunu kesinlikle mümkün görmediğinden olsa gerek hocamız o konu üzerinde hiç durmadığı gibi ‘’ Yahu siz niçin camiye, namazlara gelmiyorsunuz?’’ diye de sormadı. Evde kıldığımızdan adı gibi emindi zahir.
Hep ‘’ezberle’’ dendi bize. ‘’ Süphanekeyi ezberle, Elhamı ezberle, Tahiyyatı ezberle, Allahümme salli- Allahümme Barik’i ezberle, Allahümme inna nestainüke, Allahümme iyya kenabüdü’yü ezberle’’ Sonra..’’ Elemtere den aşağısını ezberle’’ Hamdolsun ezberledik. Uygulamasını taaa on dokuz yaşında yapmaya başladık. Yani namaza ancak on dokuz yaşında, bir arkadaşın adeta kolumdan sürükleye sürükleye cuma namazına götürmesi sonrasında Namaz Hocası alıp, ondan öğrendiklerimle başladım.
Tabii ki herkes ben gibi değildi. Tanıdığım pek çok kişi çok çok küçük yaştan öğrenmişti o ‘’Elemtere’’den aşağısındaki süreleri. Pardon, ezberlemişti. Hatta çok çok çocuk yaşta kur’anın tamamını ezberleyenler vardı.
Yıllaaar yıllar geçti aradan. Öğretmen oldum. Allah’ın bir güzel tecellisi diyeyim tam on üç sene İmam-Hatip liselerinde Tarih öğretmenliği yaptım. Bu öğretmenliğim sırasında Afyon ili Sandıklı ilçesinde tanıdığım hafız bir öğrencimi hiç unutmam.
Adı Hasandı bu öğrencinin. Öylesine müthiş bir hafızdı ki kurandan herhangi bir sayfayı aç, oku ayeti, hemen devamını getiriyordu. Ramazan aylarında Sandıklının en büyük camilerinde hatimle namaz kıldırıyordu. Yaşı da on altı on yediydi.Müthiş bir yetenekti Hasan. Fakat…
Hasan Kur’anın tamamını ezbere biliyordu ama Ayet-el Kürsi bize ne diyordu onu bilmiyordu. Asr suresinde yüce Rabbimiz bize neyi tavsiye ediyor bilmiyordu. Çünkü Kur’anı öğrenmemiş, sadece ezberlemişti. Tıpkı %99 unun Müslüman olmasıyla öğündüğümüz ülkemizdeki yaklaşık herkes gibi.
Hasan ayrıca Kur’anı ezberlemiş olma dışında hiç bir şey bilmiyordu. Tüm dersleri 0 dı. Sırf çok iyi bir hafız diye sınıf geçirtiyorduk Hasan’a.Dört sene okuduğu okulda bir tek ızla, bir tek kez konuşmuşluğu, Hiç olmazsa ‘’Silgini alabilir miyim?’’ dediğine şahit olmadım.
Bir başkla öğrencim vardı Erol…O kur’an okuduğunda bülbüller bile susardı. O da hafızdı Hasan gibi. Erol Kur’an okuyunca bülbüller bile susardı ama biz ‘’ Erol’a bu surede ne anlatılıyor?’’ diye sorunca bu sefer de Erol susardı.
Şimdi diyebilirsiniz: ‘’ Sami hocam daha bir iki sene önce Kur’anın camilerde, namazda Türkçe okunmasına karşı çıkan, bu konuda hatta bir makale yazan siz değil miydiniz?’’ diye…İnanın bana çok farklı konular. Kur’anın Kur’an gibi okunmasını savunmuşumdur hep. Ama bu ‘’ Hiç anlamadan sadece ezberleyin ‘’ anlamına gelmez.
Sadece ezberlemek, ‘’ Biz manasını bilmesek de Kur’an okuduğunda ondan derin bir huzur alıyoruz, hûşû duyuyoruz’’ demek işin kaçamak tarafı ve tembelliğimize, biraz da ‘’böyle gördük, böyle işittik, böyle devam edecek.’’ tembelliğine uydurduğumuz kılıflardır.
Kur’anı sadece ve sadece ezberler ama içindekileri anlamazsak ne olur?
Yine teşbihte hata olmasın ve bir kusurumuz olursa Rabbim affetsin diyerek örnek vereyim.
Dün Fethiye’ye indim. Müftülüğü kıvrılıp Polis karakolu ve İş bankasını geçtikten sonra -geçen seneye kadar Fethiye Lisesi olan- İmam Hatip Lisesinin önünden geçerken birden aşina olduğum bir müzik duydum. Müzik okulun zil zesiydi ve melodi hepimizin bildiği ‘’ Bir başkadır benim memleketim ‘’ di. İçimi bir kıpırtı aldı. Her ne kadar 12 Eylül döneminde her yerde, her ortamda, her münasebetle günde en az yüz kere dinlemek sebebiyle bu şarkıdan nefret etmiş idiysem de artık dönem o dönem değildi ve tekrar sevdiğim, bir şarkıydı bu.
Şarkının tabii ki sadece melodisi vardı. Baktım o anda bir bayan, bir erkek turist de salınmaya başladı.
Kendi kendime ‘’ Allah Allah bunlar niye salınıyor ki?’’ dedim önce ama neticede müzik evrenseldi ve müziğin dili yoktu.
Önce o iki kişinin İsrailli olabileceğini düşündüm. Çünkü ‘’ Bir başkadır benim memleketim ‘’ olarak bildiğimiz şarkı aslında bir İsrail şarkısıydı ve çapkın bir hahamı anlatıyordu. Lakin Çift İsrailli olamazdı çünkü İsrailliler pek gelmiyor buralara turist olarak. İkinci ihtimal Franszı olabilirlerdi. Çünkü bizim ‘’ Bir başkadır benim memleketim’’ şarkısını dünyaya tanıtan Bir Fransız şarkıcı olmuştu : Mirelle Matheu..
Mirelle Matheu Bu şarkıyı ‘’ L`Aveugle ‘’ diye yani ‘’ Kör adam ‘’ olarak okumuştu ve İsrailli bir hahamın çapkınlıkları Fransa’da bakın ne hal almıştı:
Köyde umudunu kemanına bağlayan kör bir adam vardı
Bakışı bulutlarda,yüzünde bir gülümseme
Bütün kalbiyle çalıyordu kemanınıyla la la la deyip duruyorduk
Köyün bütün çocukları orada kör adamın etrafında kendisine bakıyorlardı
Parmaklarının altından bir okşamanın sıcaklığı,sarhoşluğu doğuyordu
Parmaklarının altından yağmur ve güzel hava beliriyordu
La la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la
Kemanının bir ruhu vardı gökyüzüne kadar dosdoğru dikilen
Gözlerimizde yaşlar belli oluyordu
Ve kalplerimizde gökkuşağının bütün parıltısını umursamayan bir ışıltı(beliriyordu)
La la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la
Kalbim fırtınalı olduğu zaman
hayatım kasılıp kavrulduğunda
Yaşlı kör adamı ve kemanını gözümde canlandırıyorum
Ve gözlerim bulutlarda yüzümde bir gülümseme
Bu şarkıyı mırıldanarak gidiyorum
La la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la la
Peki bizde?
“Havasına suyuna, taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuna
Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim
Mecnun’a Leyla’sına, erişilmez sırrına
Sen dost ararsan koş Mevlana’ya
Yeniden doğdum dersin, derya olur gidersin
Bir başkadır benim memleketim...”
İyi de bu şarkının aslında ne diyordu tam olarak?Yani İbranicesi olan ‘’ Rabbi Elimelech’’te?
Şunu Diyordu:
Ne zaman ki haham
Mutlu oldu
O da çok mutlu oldu
Muskasını çıkardı
Gözlüklerini taktı
Ve iki davulcuya gönderdi
Ve davulcular hemen
davulları çalmaya başladı
Davulcular çalıyordu davulları
Onlar Davullarını çalıyorlardı
Sonradaki ayet :
O kilt’ini çıkartı [*]
Ve şapkasını taktı
Ve iki çan çalan müzisyene gönderdi.
Ve çan çan çalan müzisyenler
Hemen Çanları çalmaya başladılar,
Onlar çanları çalıyorlardı…
Çanlar çalınıyordu
[*] Kilt: İskoçların giydiği türde bir etek.
Tabii ki Fransızların kör adamı ya da bizim ‘’Memleketim ‘’ ile kıyaslayınca bir şey anlaşılmasa da işin aslı evet bir hahamın çapkınlıklarıymış anlatılan.
Bu örnekleri niye mi verdim:
Görüldüğü gibi aslında ne dediğini bilmediğimiz bir melodi bizim için Mevlana’dan , Yunustan, benim memleketimden bahsederek bana gurur verirken Fransız için hüzündür…. Oysa aslı çapkın bir hahamdır ve İsrail için matrak bir konudur.
İşte bu sebepledir ki Kur’anın içinde ne olduğunu öğrenmezsek ondan alacağımız tad ancak ve ancak bu gün Fethiye’de gördüğüm turistin bizim için ‘’ memleketim ‘’ ama kendisi için ‘’ Kör adam ‘’ Ya da ‘’ Rabbi Elimelech’’ olan şarkıdan alacağı zevk kadardır.
Bir Müslümanın Ayet’el Kürsi’yi ‘’ Allahu la ilahe hüvel hayyul kayyum’’ diye başlayarak ezeberlemesi, Ayetel kürsi okunurken haşyete kapılması, ruhunun huzur bulması tamam da o ayette ne dendiğini öğrenmemiş olması ( Tabii ki en başa kendimi koyuyorum ) bizi aslında Müslüman değil papağan yapar. Kendisine ezberletileni tekrar eden papağan…
Farz edelim Fethiye’de yaşıyorsunuz. Burayı bilenler bilir. Fethiyenin en büyük cami olan Yeni Cami tam Fethiye’nin göbeğindedir ve caminin bahçesi aynı zamanda yol olarak kullanılır. Yani pek çok turist de bizlerle birlikte o caminin bahçesinden geçerler.
Diyelim ki siz o caminin bahçesinden geçerken içeride Ayetel kürsi okunmaya başladı ve turistin biri, hatta bırakın turisti Müslüman ama camiyle ilgisi olmayan biri merakla sordu size:
-Bu okunan şey ne?
Cevap veriyorsunuz...Bakın şimdi seyredin hatayı ki Müslümanların neredeyse yüzde yüzü böyle der bu ayete
-Ne okunacak kardeşim? Allahü la okunuyor.
Şimdi Allah için doğru söyleyelim. Vereceğimiz cevap bu olmaz mı?Ya da bazılarına tavsiye ederken mesela ‘’ Her gün en az yedi defa Allahu la yı oku’’ demez mizyiz çoğumuz? Nadirdir ‘’Ayetel Kürsiyi okudum, ya da Ayetel Kürsi’yi oku’’ diyen.
Oysa ‘’Allahu la’’ ‘’Allah yok’’ demektir.
Peki hep öyle yapmıyor muyuz? Manasını bilmediğimiz ayetler yüzünden farkında olmadan çok büyük günahlar ( hatta şirk) işlemiyor muyuz?
Alın bir tane daha.
‘’La havle vela’’ deriz genelde..Nedir bunun anlamı? Güç ve kuvvet yoktur…Hapı yuttun.
Oysa ezberlemesek de öğrensek, öğreneceğiz ki ‘’Allahu la( Yani Allah yoktur’’ olarak söylediğimiz ve tanıttığımız Ayetel kürsi bize
diyor ki:
‘’Allah’dan başka hiç bir ilah yoktur. O, daima yaşayan, daima duran,
bütün varlıkları ayakta tutandır. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku.
Göklerdeki ve yerdeki herşey O’nundur. O’nun izni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine! Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir.
Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun hükümdarlığı, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini görüp gözetmek,
ona bir ağırlık da vermez. O, çok yüce, çok büyüktür.’’
‘’ Hiç bir kuvvet yok’’ diye kestirip attığımız. Duayı yani ‘’ La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.’’in anlamı da ‘’ “Bütün güç ve kuvvet, yalnızca en Yüce ve en Büyük olan Allah’ın (c.c.) yardımıyla elde edilir.” Olarak öğrenmek daha güzel değil mi?
Son olarak:
Ben her ne kadar bu yazdıklarımla yüce olan İslamı asıl olması gereken yücelikte görme derdinde olduğumu düşünsem de bunun tam zıddı olarak bu tür yazılarla islamı küçümsediğimi ya da küçümseyenlere çanak tuttuğumu düşünenler varsa onlara da şunu derim. ‘’ Eğer siz ‘’Allahu la’’ diyerek İslamı yücelttiğinize inanıyorsunuz devam edin yolunuza kardeşim. Ben ‘’Allahu la İlahe illa hüvel hayyul kayyum’’ diyeceğim ve bu güne kadar öğrenmediysem bundan sonra hiç olmazsa onun ‘’ Allah’dan başka hiç bir ilah yoktur. O, daima yaşayan, (daima diri), bütün varlıkları ayakta tutandır. ‘’ anlamına geldiğini öğreneceğim.
YORUMLAR
İlk okul çağlarında yaz aylarında bir sürü arkadaşımızla beraber, Tophanede ki Kılıçali Paşa camisine gider Kuranı öğrenmeye çalışırdık. Çocuk zihni boş, duru ve müsait çabuk öğrenilirdi. Şu anda bildiğim tüm duaları da böyle öğrenmiştim.
O zamanlar sadece ezber yapıyor manasını hiç öğretmiyorlardı. Arapça bilmeden duaların anlamını bilmek ne kadar zor. Dolayısıyla da hatalı yorumlamalar yapılabilir böyle.
Güzel ve anlamlı bir paylaşımdı. Bilgilendirme için teşekkürler!
Hocam, çok şükür şimdiki minikler ve genler de camiye ya da kursa gidiyor yazları. Önce bunu söyleyeyim de.
Hiç "Allahu la" diye bir şey duymadım. En azından bizim oralarda demiyorlar her halde. Ama "la havle" deniyor hatta diyoruz evet. Ben genelde tamamını derim ama la havle diye kestirdiğim de olur. Hiç bir duayı yarım bırakmamam gerektiğini biliyorum ama mana olarak düşünmemiştim. Kendi adıma teşekkür ederim farkındalık oluşturduğun için.
Biz seni tanıyoruz.
Saygılarımla.
Gerçekten,
küçüklüğümüzde yaşadığımız olayları birebir nakletmişsiniz hocam.
O güzel günlere akıp gitti düşüncelerimiz sayenizde.
Kur'an'ı öğrenme konusunda da size hak veriyorum.
Arabistan'a çalışmak için gittiğim ilk günlerde,
mesai bitip evimize döndüğümüzde(O sıralar bekar yaşıyorduk),
vakit geçirecek hiç bir şeyimiz yoktu.
Ne televizyon var, ne kitap.
Medine'de, bir Kur'an matbaası var.
Dünyanın tüm dillerinde basılan mealli Kur'anlar, ücretsiz dağıtılıyordu.
Bir Türk lokantacı vardı, onun sayesinde her birimiz birer tane Türkçe mealli Kur'an sahibi olduk.
O günlerde, baştan sona okuma fırsatım olmuştu Kur'an'ı.
Şimdilerde,
fırsat buldukça okurum yine meali ile birlikte.
Ancak,
çokça aklımda kaldığını da söyleyemeyeceğim hani.
Güzel bir konu işlemişsiniz yine.
Elinize sağlık.
Yüce dinimizin güzellikleri saymakla bitmez, küçük yaştan itibaren kaynağından özümseyerek dini ve ilmi bilgileri tam olarak almadığımız veya alamadığımız için dinimizi tam olarak öğrenemedik ve yaşayamadık,Ecdadımız medrese sistemini uygulayarak manevi boşluğu eksikleriyle beraber tamamladı,bugün İmam Hatip Liseleri bu boşluğu eksikleri ile beraber doldurmaya çalışmaktadır. Ama 28 Şubat la birlikte imam hatip liselerininde kökünü kurutmaya çalıştılar. Yıllarca sistem hırsız yetiştirdi.çünkü materyalist bir eğitim sisteminin yapacağı çok şey yok.selam ve dua ile güzel bir paylaşımdı.
Tam da ülkemin en önemli sorununa parmak basmış ve çok güzel anlatmışsınız. Dinini ezberden ibaret sananların yetiştirdikleri ya papağan ya da koyun oluyor. İnsan olabilmek için ; okuduğumuz kitabı araştırmalı , anlamını bilmeli ve hakikatini kabulleniyorsak anlattığını yaşamalıyız. Tebrik ediyorum, saygılar.