Kehanet-3
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Akmonya’dan ayrılalı iki gün olmuştu. Atım ve yiyeceğim olmadığından oldukça güç yol aldım. Günde en fazla beş ya da on mil katetmiş olmalıyım. Bölge oldukça engebeli ve sık ormanlardan oluştuğu için ne düz bir çizgide ilerleyebiliyor, ne de katettiğim yolu hesaplayabiliyordum. Tabi bu kadar çetin bir arazide takibim de zor olduğundan henüz yakalanmamıştım. Özellikle küçük dereleri takip ediyor, çoğunlukla suyun içinden yürüyerek iz bırakmamaya çalışıyordum. Yiyecek ihtiyacımı yabani fındık çalıları ve yemişlerden karşıladım. Su zaten oldukça boldu. Kızarmış bir parça et için herşeyimi verirdim. Ancak şu an için ateş yakmam imkansızdı. Bir süre daha gizlenerek ilerlemeliydim. En azından şu önümde yükselen dağı aşana dek.
Hala kuzeye ilerliyordum, çünkü askerler buraya gelme amacımı biliyorlarsa, doğuya ilerleyeceğimi düşünüyor olmalılardı. Neden bizi ortadan kaldırmaya çalıştıklarına bir türlü anlam verememiştim. Aklıma gelen tek ihtimal Roma için casusluk yaptığımızı düşünmeleriydi. Jüpiter aşkına eğer o gece uyumuş olsaydım, ben de şu an adamlarımla aynı kaderi paylaşıyor olacaktım. Şansım yaver mi gidiyor, yoksa adamlarım benden daha mı şanslı bunu zaman gösterecekti.
...
Karanlık iyice çökmüştü. Ay henüz doğduğundan çevreyi görmekte zorlanıyordum ve hala geceleyebileceğim bir yer bulamamıştım. Ağaçların ve çalıların arasından güçlükle ilerlerken birden kendimi yine bir derenin açtığı küçük bir vadi ve düzlükte buldum. Yürümem kolaylaştı ve ay yükselene kadar uzunca bir süre kuzeydoğu yönünden gelen dere yatağını takip ettim. Çevre görebileceğim kadar aydınlandığında etrafımda bir kaç mağara olduğunu farkettim. Bunlardan yerden birkaç ayak yüksekliğinde olan bir tanesine tırmanıp, vahşi bir hayvan olması ihtimaline karşın içeriye bir kaç taş fırlattım. Taşları fırlatır fırlatmaz içeriden gelen tok ses mağaranın en fazla birkaç ayak derinliğinde olduğunu gösteriyordu. Gönül rahatlığıyla içeri girip bir köşeye kıvrılır kıvrılmaz uykuya daldım ve öyle yorulmuş olmalıyım ki kaç gecedir ilk kez rüya görmedim.
Sabah beni korkutan bir sesle sıçradım. Bir müddet etrafa bakındıktan sonra beni uyandıran şeyi gördüğümde kendi kendime güldüm. Bu bir keçiydi. İrkilmemle o da korkmuş dışarıya kaçmıştı. Geceyi geçirdiğim mağaradan dışarıya çıktığımda gördüğüm manzara beni şaşırttı. Çıktığım yer bir mağara değil bir oyuktu. Hem de insan eliyle şekillendirilmiş bir oyuk. Derenin iki yanında uzanan kayalıklara oyulmuş onlarcası vardı. Yıkık bahçe duvarları, düzlükteki taş kalıntılar buranın yüzlerce yıl öncesinden kalma bir harabe olduğunu gösteriyordu. Oyukları bir süre inceledikten sonra buz gibi derede yüzümü yıkayarak keçinin peşine düştüm.
Güneş tepeye yükseldiğinde keçinin peşinde neredeyse dağın zirvesine varmıştım. Buralarda bahar bütün güzelliğiyle kendini gösteriyordu. Hoş çiçek kokuları, insanı mest eden kuş cıvıltıları, akan suların sesleri... Tüm bunlar herşeyi unutturuyordu bana adeta. Şu son bir kaç günün heyecanı, korkusu burada tamamen uçup gitmişti. Önümde yükselen sarp kayalıkları da tırmandığımda dağın zirvesinden göz alabildiğine geniş bir manzara karşıladı beni. Millerce uzanan bir ova, nehirler, göller... Bir müddet gözlerimi kapatıp yüzümü okşayan serin kuzey rüzgarının tadını çıkardım. Gözlerimi açtığımda uzakta dumanlar farkettim. Tahminimce kırk-elli mil kadar uzaktaydı. Dumanların sayısına bakılacak olursa küçük bir şehre benziyordu. Keçinin de izini kaybettiğimden, buradan karnımı doyuracak bir şeyler bulabilirdim. Tabi Selevkos askerlerine dikkat etmeliydim. Ayrıca güneş batıya yönelmiş, akşama az kalmıştı. Bu kadar uzun mesafeyi aşmam iki günden fazla sürecekti. Çaresiz yamaçtan aşağıya inmeye başladım. Akşam olmadan en azından düzlüğe inip geceyi geçirecek bir yer bulmalıydım.
Dağın kuzey kısmı güney kısmına nazaran daha sarp ve kayalıktı. Bu yüzden inmek tahmin ettiğimden daha zor oldu. Güçlükle bir kaç mil indiğimde
kayaların arasından kaynayan bir nehir farkettim. Nehir büyük gürültülerle köpürüyor. Dağın yamacından ovaya büyük bir hız ve yoğunlukla akıyor, sonra ağaçların arasında kayboluyordu. Nehir kuzeye doğru aktığından, uzaktan gördüğüm şehrin yakınından geçiyordu muhtemelen. Akıntı hızına bakılırsa bana iki güne mal olacak mesafeyi bu nehir sayesinde gece olmadan aşabilirdim. Ancak sal yapmak için ne malzemem vardı, ne de enerjim. Oradan bulduğum bir tahta parçasını alarak hiç düşünmeden kendimi deli gibi akan suyun içine bıraktım. Yüzeyde kalmak için biraz debelendikten sonra sonunda yüz üstü tahtanın üstüne yatar şekilde tahminimden daha büyük bir hızla seyahate başladım.
...
Su üzerinde seyahat ederken herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Ancak bahar akşamı olduğundan güneşin batışıyla zaten soğuk olan su artık titrememe sebep oluyordu. Ayrıca arada bir ağaçların arasından birilerini gördüğümü sanıyordum. Hava iyice kararmıştı ki ileride meşale ışıkları görmeye başladım. Bunlar köprü meşaleleriydi. Şehre gelmiş olmalıydım. Hepten hissizleşmiş ayaklarımı çırparak kıyıya yüzmeye çalıştım. Su hala çok hızlı aktığından kıyıya ulaşmam çok zor oldu. Kıyıya ulaştığımdaysa uzunca bir süre ayağa kalkamadım. Köprünün ayaklarına kadar emekleyerek yürüdüm ve taşlardan destek alarak ayağa kalktım. Çevreyi kontrol ederek yola çıktım.
Burası şehrin caddelerinden biriydi. Köprünün her iki yakasında da düzgün kesilmiş taşlarla döşeli uzanan yol boyunca dükkan ve evler sıralanıyordu. Sokakta çok kalabalık olmasa da insanlar dolaşıyordu. Birkaç silahlı muhafız görsem de Selevkos askeri değillerdi. Acaba başka bir ülkenin toprağına mı girdim diye düşündüm. Ama Lidya’dan, Misya’ya, Pergamon sınırından Bitinya’ya kadar heryer Selevkos toprağı olduğundan başka bir ülke olması imkansızdı. Tabi şu son günlerde yeni bir ülke kurulmadıysa. Muhafızların miğferleri Selevkoslulardan farklıydı. Miğferin üst ön tarafa doğru keskin olmayan bir çıkıntısı vardı ve üstünde püskülleri yoktu. Askeri eğitimlerde böyle bir miğfer gördüğümü hatırlamıyordum. Muhafızları incelemeyi bırakıp kendime saklanacak bir yer aramaya başladım. Çünkü sırılsıklamdım ve fazlasıyla dikkat çekiyordum. Biraz yürüdükten sonra iki evin arasında dar bir boşluk farkederek kendimi oraya attım. Dar boşluktan geçtiğimde evlerin arkada küçük şirin bahçelerinin olduğunu gördüm. Evlerden birinin kapısını yokladığımda açık olduğunu ve içerde kimsenin olmadığını farkedince ilk iş olarak yiyecek bir şeyler aramaya başladım. Bir parça ekmek ve tütsülenmiş et bularak aceleyle mideye indirdim. Daha sonra evin içinde bulduğum keçeden yapılma bir örtüyü sırtıma geçirerek arka kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda gözgöze geldiğim kadın korkudan çığlık atmak yerine elindeki odunu kafama vurmayı tercih etti. Dengemi kaybedip yere kapaklandım. Bayılmamıştım ama sanırım günlerdir halsiz olmamdan dolayı bu kadar çabuk devrilmiştim. Yerde sürüklenirken kadından geç bir çığlık geldi ve ön kapıdan giren muhafızların sandaletlerini gördüm. Kalkmaya yeltenirken muhafızlardan biri tarafından boynuma inen bir darbeyle kendimi kaybettim.
...
Gözümü açtığımda gördüğüme inanamadım. Yine Thyateira’da karşılaştığım kadının yanındaydım ve elindeki kaseyle bana bir şeyler içiyordu. Yoksa Thyateira’dan sonrası bir rüyamıydı?
============================================>
YORUMLAR
Evet, öykülerinde gerilimi yükseltip okuru, yeni bölümleri bekleme havasına sokmada hayli ustalaştığını teslim etmeliyim. Yeni bölümü okumaya başladığımda hızla kaldığım yeri hatırlıyorum ki, bu da senin becerin. Devamını merakla bekliyorum.
Uzaklıkları anlatmak için neden km değil de mil? Zira mili anlamayan çok insan var. Üstelik her ikisi de yeni değil mi? O zamanlar mesafeler için hangi birim kullanılıyordu acaba? Mesela, Yunanlıların stadionunu kullansan olmaz mı? Alta da metre cinsinden karşılığını dipnot olarak yazarsın.
Sağlıcakla,
grafspee
aslında roma mili diye bahsedebilirdim ama bu da anlatıcıyı yapmacık gösterebilir diye düşündüm. dediğiniz gibi alta dipnot ekleyebilirim bunlarla ilgili.
teşekkür ederim hocam, beğenmenize çok sevindim. selamlar, saygılar.
thyateira antik tapınaklardan birinin adı ve bu öykü de öyle bir yerde geçiyor gibi algıladım. çok değişik bir çalışma olmuş. kutlarım.
grafspee
Her zamanki gibi bir solukta üç bölümü de okudum. Uzun zamandır siteye giremiyordum. En büyük yararı sizin öykülerin bölümlerinin birikmesi olmuş galiba. Zira bana bir sonraki bölümü merak etmek zor geliyor .Bu öykünüzde tarih kadar doğa tasvirlerinin ağırlığı dikkatimi çekti. Daha fazla romana yaklaşan bir tarz seçilmiş gibi. Başarılı kaleminizin daha fazla eser üretmesi dileğiyle tebrik ediyorum. Saygılar.
grafspee
İlginç.!
Hikayenin başından beri diğer bölümü hadi yazsa da okusak şeklinde bekliyorum.
3. bölümün çarpıcı yanı diyologsuz sadece kahramanın yaşadığı ve gördüğü yerler üzerine güzel bir betimlemeyle insanı meraka sevk eden sonla gelmesi oldu.
Tebriklerimle çok güzeldi.
Saygılar
grafspee
meraklanıp ilgiyle takip etmenize çok memnun oldum. devamı da kısa sürede gelir inşallah. teşekküler, saygılar.
59 yaşındayım. Yani, on gün kadar sonra 59 yaşına gireceğim İnşallah.
Çocukluğumdan beridir(Sanırım en az 45-50 yıl oldu) TRT1 televizyonunun Pazar sabahları saat 10.00 kuşağında kesintisiz yayınlana Western filmlerini seyretmekten büyük zevk alırım.
Eşim, ''Ne anlıyorsun bu at filmlerinden?'' diye takılır bana daima.
Oğlum ise, yakın zamana kadar resmen dalga geçiyordu bu zevkim ve alışkanlığım ile.
Bir gün, okulda söylemiş arkadaşlarına bu durumu.
Şaşkınlıkla öğrenmiş ki, tüm arkadaşlarının babalarının da aynı alışkanlığı mevcut.
Hikaye ile ne ilgisi var bu yorumun şimdi?
Var aslında.
Hep düşünmüşümdür,
kısacık tarihleri arasından, bunca film konusunu nasıl çıkarıyor bu Amerikalılar?
Aslında,
bizleri cezbeden Amerikan tarihinin olmadığını fark ettim sonunda.
Filmlerin cazibesi,
insanların doğa ile iç içe yaşamasından kaynaklanıyordu.
Dağda bayırda dolaşmak, açık havada, toprak üzerinde uymak, hayvanlarla, vahşi doğa ile mücadele etmek.
Hikayenin okuduğum bu bölümünde,
tarih konusundan ziyade,
doğa ile ilgili tasvirler ve verilen mücadele ilgi çekici olmuş.
Yıllardır bıkıp usanmadan seyrettiğim western filmlerinin tadı vardı cümlelerde.
Güzeldi.
Böyle hikayeler yazmalıyız bizler de diye düşündüm.
grafspee
western hastalığı babamdan bana da geçmiş durumda. tek kanal zamanlarından beri birlikte izleriz. arkadaşlarım da benimle dalga geçer babalarımız izliyor hadi de sen neden izliyorsun diye.
dediğiniz gibi asıl cezbeden, o dönemler zor koşullardan dolayı daha haritası bile çizilemeyen vahşi doğanın, missisippi'nin batısının insanı cezbeden bilinmezliği.
bu öyküde de bizim anadolu'nun daha bakir olduğu dönemleri hayal ederek anlatmaya çalışıyorum. anlattığım bölge şu sıralar daha çorak olsa da, anlattığım dönemde daha farklı olduğu aşikar.
o yüzden sizinle bir doğa aşığı olarak ve ruhu bedenine sığmayan biri olarak ortak noktalarımız çok hocam. beğenmenize sevindim. çok teşekkürler, selamlar, saygılar.
Hikayenizi, baştan alarak okudum. Gerçekten ilginç bir kurgulama ve hoş bir anlatım
diliniz var.
Tebrikler,
grafspee
Şimdi de acaba rüyada mıyız. Yâni aynı hâtun yine geldi ve bu hâtun sanırım biraz dost ya da rengini belli etmeyen azılı bir düşman. Ya da bizim kahramanımızla amacı farklı aynı yolda ilerliyor ve ortak düşmanları var. Öykünün sonunda acıklı bir vedâ olsun aralarında .))
Kesinlikle okur serzenişlerini dikkate aldığınızı görüyorum. Kısacık bir mesâfeyi okurun, gözünde rahatlıkla canlandırarak okumasını sağlamış kaleminiz. Oldukça detaylı bir anlatım.
Kalem, söylemek istediklerini gözünde canlandırıyor ve âdeta öyküde anlattıklarını yaşıyordur. Ve yazarlık da okurun bunu hissetmesi ile başlar, önem kazanır. Bu öyküdeki kahramanın, amacına erişmek için muhafızlarını kaybettikten sonraki zorlu kaçışı, ovalar, nehirler ile yol alırken aynı anda düşmanın onu ararken nasıl bir strateji izleyeceklerini düşünerek zihninden geçirdikleri; uyumak için girdiği mağaranın sabah elle şekillendirilmiş bir oyuk olduğunu görmesi, keçinin varlığını hissederek -duyarak- uyanması ve ardından yeniden yola koyulması.. Ve açlığını gidermek için davetsiz misafir olarak girdiği evin sanırım sahibi olan kadın tarafından eşsiz bir karşılama ile etkisiz hale getirilerek kendinden geçmesi ve uyandığında yanında yine aynı hâtunu görmesi.. Aklımda kalan bundan fazlası.
Öyküyü dün gece okudum ve yorumu bugün yapmak istedim ve belki de yarın olmalıydı.
Tasvir, betim ya da sanatsal tüm incelikler mutlaka ki metnin -aslında yalnızca edebiyat için değil görsel sanatların hepsi için geçerli- estetiği, anlaşılabilirliği ve farklı olduğunun bilinmesi içindir ama fikrimce en önemli sebebi "kalıcı kılıyor" olmasıdır.. Eğitim sisteminde kullanılan pek çok taktik vardır. Şekillendirerek öğrenmek, anlatım yaparken en çok bu yöntemi uygularım çünkü hakîkaten faydalı.. Devâmen de bu yöntemi geliştirerek uygulamanızı öneririm.
Ve pek tabiî devamının da beklendiğini bilin.
Teşekkürler.
**Havin_** tarafından 10/4/2015 4:07:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
grafspee
evet önceki bölümler betimlemelerin azlığından biraz yavan oldu. gerçi bu bölümde de çok beceremedim. ama bu bölüm özellikle kahramanın yalnız kaldığı, diyalogsuz bir bölüm oldu özellikle.
evet anlattığım yerlerde ben de gezdim. kameraman misali kahramanın yanındaydım :) önerilerinizi dikkate alacağım. devamını da fazla arayı uzatmadan yazarım inşallah.
teşekkür ederim katkınız, önerileriniz, ilginiz için. selamlar, saygılar.