- 773 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ONDAN SONRA
Üç oğlan, üç kız, altı kardeştiler. Altı kardeşten okuyarak adam olan bir tek o vardı; ötekiler liseyi bile okumamıştı. En büyükleri olan abi ve yine büyük olan iki abla yoğun olarak işçi alımının yapıldığı o dönemde Almanya’ya gitmişlerdi. Diğer oğlan da Türkiye’de işçi olarak iş bulmuş, küçük kız ise yine bir işçiyle evlenip ev hanımı olmuştu.
Aldığı üniversite eğitimine uygun bir memuriyete girmeyi de başarmıştı. Fabrikanın alım satım işlerine bakıyordu. İşçi olan erkek kardeş ile işçi karısı kız kardeşince, herhalde esnaftan rüşvet yiyen bir haramzade olduğu sanılıyordu ki, arada bir gelip borç para alınıp geri iade edilmeyen bir kapı olmaktan hiç kurtulamamıştı. Onlara hiç bir zaman, "lan kardeşim işçi maaşları memur maaşlarını katlamakta, sizin durumunuz benden iyi..." diyememişti. Öyküyü oluşturan anafikir de onun bu karakteriyle alakalı olup, hayatı boyunca ne borç isteyenleri kırabilmişti, ne de alacaklarının lafını edebilmişti. "Kefilin biri Ali Kemal olur, diğeri de sen oluver," diyerek ikinci kefil bulma telaşına düşerek bankadan kredi çekecek her memurun sorup danışmadan hazır kefili o idi; ama Allah var, yalan söylersem günah olur, kefil olduğu hiç bir borçtan da maaşına icra gelmemişti. Ha, arada borcunu aksatanlar olduğunda, "taksitin şu kadar, bende şu kadar para var, üstünü tamamla da taksiti yatıralım ki, maaşlarımıza haciz gelmesin," dediği olmuştu. Yaptığı o katkı ise çekirdek parası gibi iade edilmişti, neme lazım!
Mütevazı memuriyet maaşı ile hiç kimseye boyun bükmeden üç evlat büyütmüş, üçünü de okutmuştu. Üç evlattan iki oğlan KPS’yi kazanıp kapağı memuriyete atmışlardı. Kız da KPS puanını tutturmuş ve öğretmen olarak atama beklemekteydi. Sıra artık üç evlada uygun birer eş bulunup torun sahibi olmaya gelmişti. Büyük oğlan çalıştığı iş yerindeki bir bayanla çıkıyordu. Niyetleri evlenmekti. Onun düğünü için bütçeyi daraltıp para toparlama telaşına düşmüştü, hatta epeyi bir birikinti de yapmıştı.
Evdeki kız, "arkadaşlarımın hepsi denizde, biz de gitsek ya!" diyerek anneyi kafalayınca, anneyle kafa kafaya verip Ali Kemal’i kafalamaları hiç de zor olmamıştı. ("Kafalamak" deyimi yazara değil, kıza ait, zira kız facebook arkadaşlarına "annemi kafaladım, annem de babamı kafaladı, Sarımsaklı’ya gidiyoruz..." diye bir güncelleme paylaşmıştı)
Bu öykünün yazarı olarak benim kızımın böyle bir paylaşımda beni kafalamakla övündüğünü okumuş olsam, "beni kafaladınız öyle mi? Gitmiyoruz lan!" diyerek resti çeker, tatile filan da kesinlikle götürmezdim. Fakat o, sınırsız hoş görüsüyle bu paylaşımı okuduğunda gülüp geçti. (Kızı facebook arkadaş listesinde kayıtlı olduğu için paylaşımları onun sayfasına da düşüyordu.)
Sarımsaklı’ya ulaşıp da orta direk bir pansiyona yerleşmeleri o kadar çabuk oldu ki, göz açıp kapayana kadar denizin kıyısında biftek gibi kızarmaya bile başlamışlardı. Kız kurduğu yeni arkadaşlıklarla ve (laf aramızda kalsın) tavladığı oğlanla gününü gün ederek mutluluktan uçuyordu.
Bir kaç gün geçmiş, sırtındaki yanıklara hafiften bir dokunan olunca bile, "yandım anam!" diye feryat etmeye başlamıştı. O gün, arkasından densizin biri sessizce sokulup, sırtına o şaplağı nasıl indirdiyse, uzandığı şezlongun üzerinden mübalağasız bir metre havaya fırlayıp, "yandım anam!" diye öyle bir bağırmıştı ki, tüm plajdakiler şaplağı indirene kötü kötü, ona da ajitasyonla bakmaya başlamışlardı.
Üstelik şaplağı indiren tanımadığı herifin tekiydi. Sinirleri alt üst olmuş, "kafayı mı yedin sen hemşerim!" diye söylenerek adamı gırtlamak üzereyken bu defa da yirmi küsur yıldır görüşmediği Almanyalı büyük abla, şaplağı indiren herifin hemen arkasından belirip, tıpkı küçüklüklerinde oynadıkları gibi, kolları "seni nah bu kadar seviyorum," der gibi olabildiğince açılmış halde gelip boynuna dolandı.
"Kardeşim! Ali Kemal!"
Tabii ki, yeni bir feryat daha kopardı. "Yandım anam!"
Kadıncağız ondan çok korktu. "Ne oldu kardeşim?"
"Ananın hörekesi oldu!" Yok, böyle demedi tabii ki, sadece böyle düşündükten sonra, mahçup bir mimikle, "Çabuk bronzlaşmak uğruna az yandım da, temas edince canım acıyor," dedi. Sonra kadının eline sarılıp öperek, "hoş geldiniz! Ne zaman geldiniz?" diye sordu.
"Az önce geldik. Senin büyük oğlandan telefonla öğrendik kaldığınız pansiyonu. Pansiyondan da bu plaja yolladılar." Arkasındaki sırtına şaplak indiren adamı kolundan tutup yanına çekiştirerek, "Bak, bu enişten Wynfred," dedi.
" Hallo kayinço!"
" Hallo Jungs Onkel!" (Merhaba enişte bey) Ablasına dönerek, "Bana kayinço dedi. Bu Türkçe biliyor mu?" diye sorunca cevabı Alman enişteden aldı.
Adam sırtına uzanmaya hazır şamarı göstererek, "Ben biliyor bütün Türkisch küfürleri, ha...!" diyerek sırıttı.
"Oh Onkel, meine Herren, es tut weh, auch Witz..." (Aman enişte bey, şakası bile canımı acıtıyor) diyerek kendisine uzanmış eli tutarak o da sırıttı.
Denizin içindeki eşi, gelip misafirlere "hoş geldiniz!" diyerek sırayla tokalaştı.
"Ablamı hatırladın mı, Gül?"
"Hatırladım tabii," diyerek Wynfred’e baktı. "Beyefendi de eniştemiz mi?"
Ona da cevabı Wynfred verdi. " Ja, ich bin Onkel!" Sonra da sırıttı; her şeye sırıtarak karşılık veren adamın garip bir espri anlayışı vardı.
Almanca bilmeyen eşi için tercümanlığı da Ali Kemal üstlendi. "Evet, ben enişteyim, diyor." Ablasına dönerek, "kalacağınız yeri ayarladınız mı, ablacığım?" diye sordu.
"Yok," dedi ablası, "sizinle aynı pansiyonda kalalım, diye düşünmüştüm, lakin enişten pek beğenmedi, daha iyi bir yer tutalım dedi."
Ali Kemal aceleyle itiraz etti. "Ne demek başka yer? Bizimle kalacaksınız elbette! Hadi, gidelim de odalarınızı ayırtalım..."
"İyi madem..."
Hep birlikte iki yüz metre kadar ilerdeki pansiyonun yolunu tuttular.
Pansiyon sahibi onların kaldığı odaların (kız bir odada, ikisi bir odada kalıyordu) hemen yanıbaşındaki odayı da onlara açtı. Oda ferahtı, enişte beğendi. Bavullar Alman plakalı arabanın bagajından odaya taşındı. Almanyalı büyük abla odada eşyaları yerleştirmeye koyuldu.
Aşağı inen Wynfred enişte, Ali Kemal’in gelen misafirlere ait yatak ücretini ödediği esnada pansiyon sahibine, " Was ist der Tageslohn?" (günlük oda ücreti ne kadar?) diye sordu.
Şu Alman milleti kadar görgüsüz bir millet daha yoktur, herhalde. Ali Kemal, Wynfred enişteyi çok ayıpladı. " Du bist wirklich eine Schande, Onkel! Sie kam hierher, als mein Gast! Sollte das Geld nicht reden, mehr schade! "(Gerçekten çok ayıp ediyorsun enişte! Siz buraya benim misafirim olarak geldiniz! Para lafı etmemelisin, çok ayıp!)
Alman enişte bakakaldı. Bakışlarında, bu cömertliği anlayamadığına dair şaşkın bir ifade hakimdi.
Pansiyon sahibi geçen konuşmaları anlamadan bakınırken, yanlarına gelen Gül’ün o arada sırtına indirdiği şaplak, Ali Kemal’in ağzından, "Yandım anam!" feryadı olarak yankı buldu. Hırsla karısına döndü. "Ne oldu şimdi yahu, niye vurdun?"
Gül, "paran o kadar çok mu senin, salak?" diye hırladı. "Bırak da kendileri ödesin yatak paralarını! Sana ne?"
"Ama karıcığım, o benim ablam... Bunca yıl sonra misafirim oldular... Olur mu onlara para ödetmek?"
Gül, "Salak şey," diye söylenerek oradan ayrılıp gitti.
Wynfred arkasından, "Ben biliyor bütün Türkisch küfürleri!" diye seslenerek sırıttı.
Wynfred enişte ile Almanyalı büyük abla, akşam yemeğini dışarıda yemelerini önermişlerdi. Onları, balık yemek için Cunda adasına götüreceklerdi. Herkes odasında akşam için hazırlanırken öğretmen adayı kız çoktan kayıplara karışmıştı bile; onun alemi başkaydı.
Vakit geldiğinde Alman plakalı lüks arabaya bindiler. Ayvalık’ın içinde epeyi bir gezdikten sonra Türkiye’nin ilk Boğaziçi köprüsünden geçerek Cunda adasına vardılar.
Sahildeki balıkçı lokantalarından birinde oturdular ki, oralardaki en lüks mekan... Yediler, içtiler Wynfred enişte balıkla beraber iki bira içerken Ali Kemal bir kadeh rakı içti.
Yemek faslı bittiğinde Ali Kemal garsona seslendi. "Hesap!"
Garson adisyonu bir tabak içinde getirip doğruca onun önüne koydu. Doğru olan da buydu elbette! Çıkarttı cüzdanını adisyondaki rakama tekabül eden bir parayı tabağa bıraktı. "Üstü kalsın!"
"Teşekkür ederiz efendim!"
"Biz teşekkür ederiz!"
Lokantadan çıkarken onları kapıdan uğurlayan adamın avucuna da bir miktar bahşiş tutuşturarak çıktılar. Arabaya bineceklerken ortaya bir adam daha çıktı; onun avucuna da bir miktar bahşiş sokuşturup arabaya bindiler.
Araba hareket ederken wynfred enişte, "Wussten Sie, es ist ein Kabarett?" ( bildiğiniz bir müzikhol var mı?) diye sordu.
Ali Kemal, "Es gibt keinen Ort, den wir kennen, aber wir mit der Frage, lernen können..." (bildiğimiz bir yer yok, ama sorarak öğrenebiliriz...) dedi.
Az sonra sorularak öğrenilen bir Türkü Bara gidildi. Sahnede bağlama eşliğinde türküler okuyan bir bayan sanatçı. Masalarını rakı, bira ve meşrubatların yanı sıra meze ve çerezlerle donattırdılar. Wynfred eniştenin maşallahı var, her dikişte bir şişe biranın dibine vura vura masanın üstü boş şişelerle doldu bile... Masaya gelen sigara satıcısından alınmış sigara paketleri de yarı yarıya içilmiş durumda.
Derken Wynfred enişte, "Haben Sie ein toller Ort, um Alafranga? dort gehen wir ..." (alafranga bir eğlence yeri yok mu? oraya gitsek...) deyip ayaklandı.
Misafir ağırlamak bu kadar zor bir şeymiymiş, Allah’ım! Çaresiz hesabı isteyip ödedikten sonra Ali Kemal de ayaklandı.
Sorup öğrendikleri bir müzikholün önüne geldiler. "Dies ist Somethin ’im europäischen Stil ..." (Burası alafrangaymış...)
"Warum stehen wir? Lassen Sie uns gehen ..." (Neden duruyoruz o halde? Girelim...)
Girip ön masalardan birine oturdular. Yediler, içtiler, müzik dinleyip dansederek çılgınca eylendiler.
Gece yarısı oldu.
Ali Kemal, hesabı isteyip ödedi.
Sonra oradan da ayrılıp pansiyona döndüler.
Herkes odasına çekildi.
Ali Kemal cebindeki cüzdanı çıkartıp karısına gösterdi. Cüzdan tamtakırdı.
"Karıcığım, bizim tatil parası suyu çekti," diyecekti ki,
"Salak şey, nolacak!" diye söylenen karısından sırtına bir şaplak yedi.
"Yandım anam!"
ONDAN SONRA;Cömert olmak insanın manevi temizliği ve onun için uhrevi alemde bir kazançtır. Allah (cc) insanlardan cömert olan kişileri sever.
Leyl-17,18 : "Temizlenmek için malını hayra veren muttaki (Allaha karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) cömertlik konusunda bizleri aydınlatan sözleri ve davranışlarıyla örnek bir insan olmuştur. Peygamberimizden bir şey istenildi mi asla (Yok!) demezdi. Onun bu özelliği bizler için birer örnek ve yaşayış tarzı olmalıdır.
Peygamberimiz bir hadisi şeriflerinde "Cömert kişi, Allah’a yakındır. Cennete yakındır. İnsanlara yakındır. Cehennem ateşinden uzaktır! Cimri kişi, Allah’tan uzaktır. Cennetten uzaktır. İnsanlardan uzaktır. Cehennem ateşine yakındır!” buyurmuşlardır. Bu hadisi şerif cömertliğin ne kadar önemli ve bizler için hem Ahrette hem de Dünya hayatında fayda sağlayan bir haslet olduğunu vurgulamaktadır.
Allah bizleri cömert insanlardan, kazandıklarını Allah yolunda vermeyi, Allah’a yakın olmayı ve salih insanlardan olmayı nasip etsin. Cimri olmaktan uzak ve cehennem ateşinden bizleri sakındırsın... Amin.
Ondan sonra, okumadığınız yazılarımda buluşmayı sürdürmek üzere...
Nurten Paracıkoğlu, Sarımsaklı, 02 EKİM 2015...