- 1344 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Anne Beni Yeniden Doğur...
Ah bayramlar, bizcileyin gurbet kuşlarının en sıkıcı, en hüzünlü günleridir aslında.
Anne beni yeniden doğur çook yalnızım...Yeniden o uçarı, delişmen çocuk sevinçleriyle harman
yerlerinde bağıra çağıra türküler söyleyeyim: "Kara gözlüm kar yağdırdın başıma/ acımadın yârim
yârim gözüm yaşına..."diyeyim.Babam sazıyla eşlik etsin, bir türkü de o tuttursun:Tabi önce
hikâyesini anlatsın:
"Efendim vakti zamanında Koç Köroğlu yârenleriyle muhabbet ederken, söz dönüp dolaşır iki evliliğe
gelir.Yârenler:"Ey Köroğlu! İki evlilik kötü dersin, bizi engellersin; ama sen iki evlisin.Allah aşkına izin ver biz de iki evlenelim." deyince, Köroğlu Ayvaz’a seslenir:
"Oğlum Ayvaz sazımı getir!" Saz gelir, aydur ağam bakalım Köroğlu ne soylamış:
"Bir çift güzel gördüm aldım ben satun
Döne’yi kendime eyledim hatun
Biri kahve verir biri de tütün
Köroğlu’na iki güzel çok mudur beyler
Birisi Türkmen’dir biri Abaza
Döne’nin yanağı gülden de taze
Biri rakı verir biri de meze
Köroğlu’na iki güzel çok mudur beyler
Koç Köroğlu derler benim adıma
Hiç kimse çıkamaz benim katıma
Biri bana bakar biri atıma
Köroğlu’na iki güzel çok mudur beyler..."
(TRT litaretürüne bile girmemiş türküler vardı ah benim ozan babamda...)
Bayram telaşesi daha bir hafta önceden başlardı bizim evlerde...Babam Rahmetli, on beş baş
horantaya yeni pılı pırtı, ayakkabı, incik boncuk, erzak-iaşe almak maksadıyla lazım olan para için
traktöre satılık birkaç koyun yükletir, çarşamba pazarına, kasabaya doğru yola çıkardık.
(Köylü adamın maaşı, günlük geliri olmaz; yıldan yıla hasat çıkaracak da, buğdaya, arpaya Demirel
doğru dürüst fiyat verecek de, köylüler de kalkınacak.Ölme eşeğim ölme...Köylüler geçimin pratik
yolunu hayvancılıkta bulmuşlardı.Ellerinde yüz koyunu olanın hali vakti yerinde sayılırdı.Bu koyunlar
her yıl bir o kadar da kuzu kuzular, etti mi size iki yüz koyun.Kuzuların dişileri evde beslenir, sürüye
katılır, erkek kuzular, garipler kesilmek için pazarlarda satılırdı.Köylülerin bazıları bu kuzuları toptan
sattığı gibi, uyanık olanlar her ay bir ikisini satıp kendisine bir güzel maaş bağlardı.)
Her neyse, koyunları ucuz pahalı sattıktan sonra, babacığım bize ilkten kallavi bir kebap ısmarlardı,
şöyle ayranlı, şalgamlı,taze naneli, reyhanlı,salatalı bir masa donatırırdı....Sonra, kendisi önde sekiz
oğlu ardında çete reislerini andırır bir uygun adımla epeyce yürürdük caddelerde..Belinde Takarof
tabancası, elinde kehribar tesbihiyle bir zamane Köroğlu’su gibi, öyle yiğit bir yürüyüşü vardı ki,
görenler dönüp bir daha bakardı.Fört şapkası her daim sağ gözünün üstüne doğru yampiri dururdu,
bu ona daha da gizemli bir hava verirdi.
Alınacaklar alır, akşamüstü tekrar traktöre tüner, köyümüze revan olurduk.Yol boyunca Binboğa
Dağları’nda batmakta olan güneşin altın ışıkları, ovayı son defa öperken, babam o güzel ve gür sesiyle
yeniden bir türkü tuttururdu:
"yaz gelince aşiretler
yaylasına göçüp gider
çıkarlar dağın başına
soğuk suyun içip gider
dünyada vefa yok imiş
güzel günler geçip gider
aşiretler bilmez yokluk
çadır çatma kurar yüklük
ovada kınalı keklik
pırıl pırıl uçup gider
dünyada vefa yok imiş
güzel günler geçip gider..."
Traktörün gürültüsüne rağmen, ben bu türkülerin en küçük bir sözcüğünü bile kaçırmadan,
bir gün bütün bunları, babamın romanını yazmayı hayal ederek ezberlerdim.
Evler akşamdan bayram havasına girerdi; gelen giysiler elden ele havada uçuşur, kim neyi kaparsa
giyinir, süslenir, donanırdı...Zaten alınan bütün elbiseler bir şekilde küçük kardeşe kalırdı, bir ceketi
iki üç kuşağın giydiği olurdu.(Şimdi kızlara marka beğendiremiyoruz.)Yarın bayramdı, yeni
elbiseleri,ayakkabılarımı yastığımın yanına saklar, koklaya koklaya uyurdum.
Babacığım, sabahın köründe gök gürlemesini andıran sesiyle bizi uyandırır, bayram namazına
götürürdü.Zamanın hızlı devrimcisi ağabeylerimizin yakışmaz yakışmaz namaz kılmalarına gülerdik,
babamın korkusundan itiraz edemezdi genç komünüküsler.O büyülü bayram namazlarıyla cennet işi
tamamdı, hepimiz birden cennete gidecektik, keşke kızlar da gelseydi, annelerimiz de...
Cami çıkışı köylüler sıra olur, herkes birbiriyle bayramlaşır, küsler barışırdı.Din sevimli bir şeydi o
zamanlar, böyle korkunç adamların elinde öcü değildi...Sonra aile büyüklerini ziyaret ederdik, yine
babam aşiret reisi gibi önümüzde, oğulları peşinde...Annelerimiz, ah o melek kadınlar... Kaderine
razı, mütevekkil, kumalığı bile kader kabul edip yüksünmeden kardeş gibi geçinen annelerimiz vardı
bizim...
Envai çeşit yiyecekler hazırlanırdı sabah sabah, yemekler yenir, bayramlaşmalar devam ederdi.
Biz çocuklar koparabildiğimiz harçlıklarımıza acele çatapatlar, akide şekerleri, mantar tabancaları,
balonlar, arkası horozlu ya da Türkan Şoray resimli aynalar, taraklar alıp kahkül tarardık boyuna.
(Anamızdan kel doğmadık hoş:) Neden sonra yemyeşil harman yerlerinde çelik çomaklar, birdirbirler,
uzuneşekler, oynanır,hava kararana kadar çocukluğun, o sonsuz hazzını yaşardık.
Akşamüstü eşeklere binilip yarışlar yapılır, geceleri saklambaçlar, minavaralar, kızgın taşlar
oynanırdı...Ta ki Dirgen’in oğlu dama çıkıp bizleri çağırana kadar hayat büyülü bir rüyaydı...
Nerede onca güzel insan, nereye kayboldular, ya ben ne yapıyorum bu betonun içinde ?..
Annem beni yeniden doğur, çok yalnızım ben...
* * *
Mehmet Binboğa
Eskişehir