- 710 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İki Ayrı Bakış, İki Ayrı Hayat...
Tarih 10 Ocak, günlerden cumartesi. Yer Fatih..
Akşam saat 7 ye geliyordu. Kış kendini epey bi hissettirmiş hava adeta buz kesmişti. Aysem, Sedef ve Betül adında 3 yakın arkadaş, Atpazarındaki sürekli gittikleri ve kendileri için çok değerli olan Hanegâh kafeye gitmeye karar verdiler. Fatihte özel bir yurtta kalan bu kızların yurtları akşam dokuz on gibi kapanıyordu. Ama yurtta aykırılıklarıyla tanınan bu kızlar, yurdun kapanış saatine aldırış etmeden, o saatlerde gayet sakin olan Fevzi Paşa Caddesinden karşıya geçtiler. Sohbet ederek yürüdüklerinden yol çabuk bitti. Soğuktan titrer vaziyette kendilerini Hanegâhtan içeri attılar. Kapının girişinde sağda gürül gürül yanan sobanın etrafındaki taburelere oturup sırayla ovuşturdukları ellerini sobanın sıcağında ısıtmaya çalıştılar. -3 üde lise son sınıfta farklı anadolu liselerine giden bu kızlar, yurt sayesinde tanışmışlar ve dostluğa doğru tırmanan sıkı bir arkadaşlıkları vardı. Arada ufak atışmaları saymazsak üçü de ayrım yapmaksızın birbiriyle çok iyi anlaşırlardı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Hanegâha sürekli gittiklerinden kafe sahipleri kızları tanıyordu. Hanegâh üç katlı bir evin kafeye dönüştürülmüş haliydi. En üst katta kızların tahminince, Rizeli olan kafe sahipleri oturuyordu. Yaşlı anne baba ve otuzlu yaşlarda iki erkek kardeşin işlettiği kafe, kızlar için atpazarındaki kafelerden en samimi olanıydı.- Küçük kardeş olan Kerim abi üçlüye doğru yaklaşıp, -karadeniz ağzıyla- ’Hoş geldiniz kızlar ne alırdınız’ diye sordu. Kızlar birbirine bakıp, çok düşünmeden çaya karar verdiler. Genelde bişey isteneceği zaman Betül biraz çekindiğinden, Sedef atılırdı. Sedef ’Üç çay alalım Kerim abi’ dedi. Çok geçmeden çaylar geldi. İçildi. Hâlâ ısınamamış olacaklar ki ikinciler istendi. Muhabbetin koyuluğundan vakit farkedilmediğinden, saat epeyce geçmiş, on olmak üzereydi. Kızlar yurdun kendilerini almayacağı endişesiyle -çünkü bu geç kalma olayını çok tekrarladılar- toparlanıp çıktılar. Dışarı çıktıklarında soğuğun şiddetini tekrar farkettiler. Kolkola girip biran önce sıcak yataklarına kavuşmak için hızlı adımlarla karanlık sokaklardan yurda doğru gittiler.
Ertesi gün okul çıkışı buluşup herzaman gittikleri kütüphaneye gittiler. 4-5 saat çalıştıktan sonra Betülün ısrarlarıyla tekrar Hanegâha gitmeye karar verdiler. Toparlanıp kütüphaneden çıktılar. Yolda giderken Sedef kızlara, Atpazarına çok yakın bir yerdeki küçük bi sahafçıya uğramayı teklif etti. -Kızların üçüde yazdığı şiirlerden 2 sayılık bir fanzin bastırmışlar, hatta Sedefin okulunda dağıtmışlardı. Demem o ki üçüde şiirleri, kitapları ve kitapçıları çok seviyordu.- Atpazarının yan sokağındaki, hepi topu 5 metre en ve boya sahip olan bu küçük sahafçıya girdiler. Tam karşıda bir masa ve sandalye, sol ve sağ tarafta duvar boyunca eski kitaplardan oluşan kitaplıklar... İyi akşamlar diyerek Murat abiye baş selamı yapan Sedef, kızlara önceki gelişinde gördüğü bir kitabı gösterdi. 1980’ li yıllarda Bosna Hersekte basılmış, kapağı değişik bir kumaştan yapılmış ve üstüne NH harflerinin işlendiği Nazım Hikmetin şiirlerinden oluşan değerli bir kitaptı bu. Betülün ilgisini çekti, kitabı alıp sayfalarını karıştırmaya başladı. Sedef ve Ayşem başka kitaplara göz attılar. O sırada 20-21 yaşlarında, buğday tenli, kirli sakallı hafif uzunca bir genç, Betüle yaklaşıp kibarca, ’Elinizdeki kitap bu sahafçıdaki en değerli kitaplardan biridir’ dedi. Ve birkaç tane daha kitap gösterip kısaca bilgiler verdi. Gencin diksiyonu çok düzgün ve etkileyiciydi. Betül biraz çekinerek kitaplar hakkında kısa sorular soruyor, aldığı cevapları dikkatlice dinliyordu. Gencin kendinden emin duruşu, kullandığı
mimikler onu istemsizce etkilemişti. Aslında kim olsa etkilenirdi o konuşma tarzından. Kızlar bi müddet daha kitaplara bakındıktan sonra bu küçük ve sevimli dükkandan çıkıp Hanegaha gittiler. Yine sobanın olduğu giriş kata geçtiler, ama bu sefer sobanın etrafındaki taburelere oturmadılar. Hemen onun yanındaki üç sandalyeli masaya oturup sıcak birşeyler içmeyi kararlaştırdılar. İçtikleri salep eşliğinde sohbet edip herzamanki gibi günün özetini geçtiler. Sohbet esnasında kapı açıldı. Betül giren kişinin, az önceki sahafçı da düzgün türkçesiyle dikkatini çeken genç olduğunu fark etti. Genç, soğuktan yanakları kızarmış bir vaziyette, boynuna doladığı atkıyı ve taktığı eldivenleri çıkarıp, paltosunu çıkarmadan sobanın önündeki tabureye çöktü. Yanında Murat abide vardı oda taburelerden birine oturdu. Sahafçı yakın olduğu halde, gencin bu kadar üşümesinin ilginç olduğunu, belkide bi yere uğrayıp öyle gelmiş olabileceklerini düşündü Betül. Murat abi kızlara ’Meraba kızlar, afiyet olsun’ diyip, Kerim abiden iki çay istedi. Genç, o sırada fark etti Murat abinin selam verdiği kızların az önce sahafçıdaki kızlar olduğunu.
Kızlara doğru baktığında Betülle göz göze gelince, hafif bir gülümsemeyle baş selamı yaptı. Sonra tekrar elini sobaya uzatıp ovuşturmaya devam etti. Betül o ana kadar genci izlediğini farkedip, bakarken yakalandığı için utandı. Hemen gözünü çevirip arkadaşlarının sohbetine dahil olmaya çalıştı. Üstünde eski mavi bir çaydanlığın fokurdadığı gürül gürül yanan soba, genci ısıtmıştı. Paltosunu çıkarırken Kerim abiye ’Abi Tolga Çandardan bir parça açar mısın’ diye sordu. ’Seni mi kıracam Ömer, açıyorum hemen’ dedi Kerim abi. Betül duymuştu o konuşmayı. Gencin adının Ömer olduğunu da. Kütahyanın pınarları çalmaya başladı arkadan. Bi süre daha oturan kızlar saatin dokuza geldiğini farkedince kalktılar.
Çok kar yağdığı için okullar iki gün tatil edilmişti. Kütüphane yurda yakın olduğundan, kızlar sabah sekizde hazırlanıp kütüphaneye gittiler. Ders aralarında verdikleri molalarda lobide oturuyorlar yada oraya yakın olan Merdane pidecisinde birşeyler yiyorlardı. Sürekli gittikleri için kütüphaneyi çok benimsemişlerdi. Öyleki marketten leblebi ve boza alıp kütüphanenin lobisinde yedikleri bile oluyordu. O gün akşam sekize kadar ders çalıştıktan sonra yurda geçtiler. Ertesi gün dışarısı çok karlı olduğu için Sedef ve Ayşem kütüphaneye gitmek istemedi. Ama Betül istiyordu. Hatta uzunca bir yokuş olmasa Hanegaha da uğramak istiyordu. Arkadaşları yanaşmadı. Betüle de çıkmamasını söylediler. Ama Betül kütüphaneye gitmek için hazırlandı. Yurttan çıktığında kızların haklı olabileceğini düşündü. Yollar buz tutmuştu. Küçük adımlarla yürüyerek kütüphaneye vardı. İçerisi boştur diye düşünüyordu. Bu havada kim giderdiki. Ama 3. kattaki kütüphaneye çıktığında sandığının aksine kalabalık olduğunu gördü. İki bölümden oluşan kütüphanede her zaman gittikleri sağ bölümde yer yoktu. Sol taraf biraz karanlık olduğu için orayı sevmiyordu. Ama mecburdu. Birkaç boş yer olduğunu farketti, ve yanı boş olan bi kızın masasına oturdu. Aynı masanın en başında tanıdık bir simâ farketti. Emin olmak için birkez daha baktı. Gördüğü kişi Ömerdi. Garip bir şekilde heyecanlanmıştı Betül. Bir yandanda kendine kızıyordu bu yüzden. Ömer de onu farketti. Betül önüne dönük olmasına rağmen, Ömerin bakışlarını hissediyordu. Biran önce kalkıp yurda dönmek istedi ama daha yeni geldiği için saçma olduğunu düşündü. Neyseki Ömer de kendini çalışmaya vermişti zaten. Önünde kalın kalın kitaplar vardı. Ama Betülün oturduğu yerden ne kitapları olduğu görülmüyordu. Betül onu bu kadar sık görmesinin tuhaf olduğunu düşündü. Önündeki kitaplara bakılırsa üniversiteye gidiyordu Ömer. Betülün tahminince ikinci yada üçüncü sınıftaydı.
.......İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 2. sınıfa giden Ömer, önceki gün hocasına söz verdiği üzere ders çıkışında Sahaf Siyahkaleme uğrayacaktı. Ömerin liseden edebiyat hocası olan Murat hocanın açtığı küçük bir sahafçıydı bu. Ömer, hocasını çok severdi. Üniversiteye geçmesine rağmen görüşmeyi kesmemiş, aksine kitapları da çok sevdiği için sık sık hocasının yanına sahafçıya giderdi. O gün de hava çok soğuktu. Ömer soğuğu hiç sevmediğinden kat kat giyinirdi. Yine öyle sıkı sıkı giyinip sahafçıya hocasının yanına gitti. Birbirlerini sadece üç gündür görmedikleri halde, dostça sarıldılar. Zaten hoca-öğrenciden çok, iki dost gibilerdi. Ömer küçük elektrikli sobanın önünde biraz ısındıktan sonra kitaplara bakındı. Aralarında her gelişinde incelediği ve kapağı hoşuna giden, Nazım Hikmetin Şiirler kitabının sayfalarını çevirmeye başladı. Hocası elini Ömerin omzuna atıp ’Bu kitabı çok sevdigini biliyorum, istersen senin olsun’ dedi. ’Olmaz hocam, bu kitap burda güzel. Ben her gelişimde incelerim zaten’ dedi Ömer. Sonrasında oturup biraz sohbet ettiler hocasıyla. Bi ara kapı açıldı üç kız girdi. Ve kitaplara bakınmaya başladılar. Kızlardan biri Ömerin sevdiği kitabı inceliyordu. Ömerin ilgisini çekti ve her zamanki özgüveniyle, kıza kitapla ilgili bilgiler vermeye başladı. Kızlar bir süre bakındıktan sonra gittiler. Bir iki saat sonrada hocasıyla Ömer sahafçıyı kapatıp çıktılar. ’Uğramam gereken bir yer var, sonrasında da Hanegaha gidip iki çay içeriz’ dedi hocası. İşlerini hallettikten sonra Hanegaha geçtiler. Girer girmez sobanın önüne oturup ısınmaya çalıştı Ömer. Hocasının birileriyle konuştuğunu duyup o tarafa bakınca, kitapçıda konuştuğu kız ve arkadaşlarının da orda olduğunu gördü. O sırada kızın ona baktığını görünce baş selamı yapıp, ellerini tekrar sobaya uzattı.
’Hava bugün çok daha soğuk’ dedi Ömer, odasının camını açtığında. İstanbulun genelinde okullar tatildi zaten. Eliyle yüzünü yokladı. Ateşi falan yoktu. Gribi geçmişti ama bugünde okula yada kütüphaneye gitmiyecekti. Kendine ada çayı hazırlayıp haftaya olan vizelerine evde çalıştı. Ertesi gün tamamen iyiydi. Okulu tatil olmadığı için sabah iki saat olan dersine girip sonrasında da kütüphaneye geçti. Her zaman gittiği sol bölüm kalabalıktı ama yer bulmuştu. Bu bölümü loş ışığından dolayı seviyordu. Çalışmaya başladı. Bi ara kafasını kaldırınca birkaç gün öncesinde sahafçıda ve kafede karşılaştığı kızın kendi oturduğu masaya oturmuş olduğunu gördü. Göz göze geldiklerinde kız gözlerini kaçırmıştı. Bir süre izledi kızı. Gizemli bir tarafının olduğunu düşündü. Arkadaşlarından ve diğer kızlardan farklıydı. Bu durum ona garip gelmişti. Yani kız hakkındaki düşüncelerini garipsedi. Şu ana kadar hiç bir kızı önemsememiş ve sevmemiş biri olarak, iki kere karşılaşmış olduğu kızın, kafasını meşgul etmesi hoşuna gitmedi. Kafasındaki düşünceleri dağıtıp, çalışmaya devam etti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.