- 606 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yalnızlık Treni
Yalnızlık trenini anlat dediğinde, bir anlık boşluğuma geldi ve „tamam‟ dedim. Nasıl yapacağımı bilmeden onaylamıştım. O istedi ya, bir şekilde anlatmak farz oldu bana. Sevdiğin kişinin dudaklarından dökülmüş bir istek var karşında, ne yapabilirsin ki? Seni düşünceden uzaklaştıran, duygu ve mantık harmanına sokan bir istektir işte. Biraz zor. Aslında bir hayli zor demeliyim. Ama seni şevke sürükleyen bir istektir işte bu. Anlatmak ve yazmak isteği doğuyor ufukta. Karşında sevdiğin var nasılsa. Uğruna her şeyini feda edebileceğin sevdiğin bir istekte bulunmuş. Canından değerli mi diye sormayın sakın. O benim canımdan değerli bir varlık. Bedene bürünmüş, kanatlarını saklamış bir varlık. Benden bir istek dilemiş. Ben bunu emir sayarak nasıl bülbül kesilmem? Ya da bir kâtip. Yalnızlığı iliklerine kadar yaşamış olmak da, bu anlatım konusunda yardımcım olacak. Mürekkep ve kâğıtlar yettiğince.
Büyük bir şehirde, kalabalık kelimesinin yerini mahşer almış. Sanki mahşerin provası oynanır. Büyük binalar semayı delmeye niyetli. Sokakların kenarları katlı katlı apartmanlar. Biraz ileride değişik değişik kuleler. Hepsi arza karşıdır ve içleri ev dolu. Evlerse insan. İnsanlar kalabalığa doğru. Sadece bir kalabalık işte diyebilirim. Evlerin perdeleri renk renk, neredeyse kendilerini gökkuşağı ilan edecek. Siyah beyaza inat, insanların renk cümbüşü gibidir. O arşı delmeye niyetli beton, soğuk ve ruhsuz binalar, sanki minarelerle yarışırlar. Hani o daireleri dolu dolu gökdelenler, apartmanlar ve soğuk beton yapılar, aslında dolu olduğunu zannederler. Yalnızlığın kuleleri aslında onlar. Bakma sen geceleri ışık saçmalarına. Benim evimin ışıkları da her gece yanmakta, hatta yıldızlar bile parlamakta semada. Ama hepsinin arasında bir mesafe var. Sanki bir dargınlık vuku bulmuş gibi. Ya da paylaşamamışlar ulu gök kubbeyi. Aynı dünyadaki bizler gibi. Sabah evden çıkıyorum. Kimine göre erken, kimine göre çok geç. Alt kattaki komşunun çocuklarını görürsem gülümser günaydın derim. Adlarını bilmem. Tanımam da. Aslında ne babalarını ne de annelerini tanırım. Ama yine de gülümserim. Elimdeki çöpü bırakırken kediler kaçışır etrafa. Ve ben kendimi büyükler sınıfından sayarım. Benden korkuyorlar ya nasılsa. Onlar küçük hem de. Aynı düşünceleri köpekleri gördüğümde söyleyemiyorum mesela. Biraz sıkıyor aslında.
Yürümeye devam ediyorum. Köşedeki bakkala uğruyorum sonra. Ne alacağımı bilir. Gazetemi alır ve kasada ödememi yaparken hiç sormaz. Başka bir şey ister misin diye. Yalnız adamın ne işi var bakkalda başka bir şeye. Sonra yürümeye devam ederim. Arada tanıdık çıkarsa karşıma, bir selam veririm. Ayaküstü hal hatır sorma. Sanki çok umurumdaymış gibi. Veya onların umurundaymış gibi. Mahallede oturan birisiyim işte. Nezaket icabı selam alma verme. Zannetme ki beni tanıdığından. Kim neylesin benim gibi yalnızı. Hem değil mi ki; yalnızım diye bana ev bile vermeyen, verilmeyen bir şehirde yaşayan ben değil miyim? Tanındığım sokakta, mahallede ve şehirde, kalabalığın içinde yaşamak, aslında sadece kalabalığın parçası olduğumdan. Ya da bunu unuttuğumdandır. Belki de her selam vereni, nezaketen nasılsın diyeni bana yakın saymamdan unutuyorum kalabalığın bir parçası olduğumu. İliklerime kadar işlerken yalnızlığım, benim uyduruduğum bir kaçış yolu işte bu. Yalanın ve yalan hayallerin buluşması gibi. Kendimi mümkün olduğunca kandırma gayreti. Usul ve sessiz hem de. Sonra kalabalığa karışma vakti geliyor. Metroda oturacak yer bulma yarışına kadar uzanacak. Metrobüste yanındakine sürtünecek kadar. Arada sataşmaya kadar ulaşacak söylemlerle devam ediyoruz işte. Gün boyu birileriyle konuşma, devamlı bir koşuşturmaca. Yalnız değilim ya. İçimdeki depremleri ve yalnızlığımı saymadan yalnız değilim. Yalnızlık treninde yola devam.
Saatler geçiyor. Akşam gündüzden farklı değil. Saatler gece yarısını vurmadan değişmiyor. Hani o gece yarısı gibi. Hani vardır ya, peri masalının birinde. Gece yarısı olduğunda değişir her şey. İşte benim hayatım da sanki böyle. Her şey birden değişecek ve her şey balkabağına dönüşecek gibi. Benimkinin tek farkı saatler on biri gösterdiğinde değişiyor her şey. Saatler on biri vurduğunda, bendeki ilk tepkime olan yalnızlığa ilk adım gibi değişiyor her şey. İşte dost bunlar başlangıç. Biliyor musun? Her gün böyle geçiyor. Herkes beni gülümserken görse de. Kalabalığın içinde, kalabalığa neden olduğumu biliyorum. Kalabalığa bir çöp adam daha ekleniyor. Her gün yüzlerce, belki binlerce kişinin arasına karışma nedenim. Amaç, yalnızlık treninin boş kalmamasıdır. Unutturmasa da bana, bir nebze araya mola ekleme gayreti. Neden mi anlatıyorum? Trenin kaba bir yol haritası bu. Kalabalığa karışma rotası. Her gün kapıdan çıkmamla birilerinin bindiği vagonların hareket seyri başlar. Evden çıktığımda boş olan vagona, her adımda binmeye başlayan insan selinin, gün sonuna doğru binlerce yolcuya ulaşması. Buna rağmen, akşam kapıya geldiğimde, karşılayanın sadece ve sadece yalnızlık olduğu gerçeğinin bir anlatımı. Gün boyu seferler yapan bir tren olarak adlandırıyorum kendimi. Kalabalık mı? Kalabalık. Her yer tıklım tıkış insan. Ama yalnızlık treni işte bu, gün boyu kalabalığa biat ediyor. Ya da derin bir kaçış gayreti. Belki de bir saklanma kalabalığa. Orası biraz karışıyor gibi. Ama seferler bitiyor. Gece on bir öncesi.
Kaçmaya çalışırken sığındığın o kalabalık arada bazen daraltır. Sesler çekilmez bir gürültüye dönüşür. Şehrin ışıkları canımı yakmaya başlar. Gözlerini aldıkça o ışıklar, karanlığı tercih ederim. Çünkü beni o saklar. Kimseye göstermez. Sarar koynuna da hiç sorgulamaz. Bir anne gibi koynuna alır. Sanki doğan güneşi gördüğümde umutlanan ben değilmişim gibi. Sarılırım karanlığa. Ama o da bilir gerçeği ve alır intikamını. En basitiyle yalnızlığımı hatırlatır. Son seferden sonra, kalabalığa ait olmadığımı anlarım. Hayatıma gün boyu iltihak eden insanlar, aslında sadece o trenin yolcuları olduğunu anlarım. Her durakta dolup boşalan yolcu treniyim sadece. Ne zannetmeliyim ki başka? Bu benim kaçış yolumdu. Benim yalanım. Kendime söylemekten kaçındığım gerçeğim. Karanlık mı suçlu? Yoksa aydınlık mı? Yoksa sadece ben mi suçluyum? Ya da bırakıp giden sevgili mi? Yalnızlığımı unutmamalıyım. En başından kabul ettiğim. Israrla seçtiğim yalnızlığımı. Her sabah evden çıkışımda beni uğurlayan, o sırdaş yalnızlığım. Ve şimdi saatler gösterirken on biri, evde beni bekleyen. Dışarıdakinin aksine en saf haliyle bekler beni. Sessizlik ve karanlıkla birlikte bekler. Kapıyı açtığımda selamlamak ve beni karşılamak üzere bekler.
Merhaba yalnızlık. Yine bıraktığım yerdesin. Bu sabah beni uğurladığın yerdesin ve güzelliğin üzerinde yine. Aslında gün boyu yalnız bırakmıyorsun beni ama evdeki halin bir başka oluyor. En doğal halinlesin. Sanki sana kavuşmak istercesine hızlı adımlarla dönüyorum eve. Hatta koşuyorum bile diyebilirim. Belki de kalabalığın içinde sıkılmışlığımdan. Ya da bu oyundan sıkıldığım için. Yoksa ardındaki soğuk duvarlardan mı kaynaklanıyor bu sana kavuşma isteğim? Bu çekiciliğinin nedeni seni saran sessizlik mi yoksa? Bilmiyorum. Belki aralara serpiştirilmiş anılardır, eve koşar adım dönme isteğim. Belki de senin üzerine giydirdiğim bir gece kıyafeti. Aslında sen benim alışkanlığımsın. Artık kabullenmeye başladığım gerçeğim. Aynalardan okuyamadığım, göremediğim yalnızlığımsın aslında. Aşkı seçerken elveda diyemediğim yalnızlığımsın ne de olsa. Şimdi anlatabildim mi dost? Koca bir şehrin içinde, milyonların arasında yalnızlık trenini. Kullanılması zor olsa da, bir süre sonra alışıyorsun usta kullanıcılığa. Gece ya da gündüz fazla fark etmiyor. Raylar nasılsa döşeli. Gündüz kalabalıkta rastgele yoluna devam. Gece en saf haliyle zaten yaşıyorsun. Benden yanası kalemin karaladıkları bunlar.
31.01.2014 2309
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.