- 319 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR PAZAR GÜNÜ
Sen benim canım Kâhta’msın!
Benim güzel sevdamsın!
Kâhta’ya sevdam; Kerem’in Aslı’ya, Ferhat’ın Şirin’e, Mecnun’un Leyla’ya, Tahir’in Zühre’ye, Mem’ın Zin’e sevdasına benzer…
Çocukluğumun o güzel Kâhta’sından, çocukluğumun dost ve vefalı insanlarından, o sıcacık ilişkilerden UZAKLAŞILDIKÇA, maziye özlemim daha da büyümeye başladı.
Özlem bir sevdaya dönüştü…
Zaten yaralı olan yüreğim, yanık olan ciğerlerim kavrulmaya başladı…
Ciğerimin ve yüreğimin dumanı mısra mısra şiir oldu; türkü oldu; şarkı oldu; satır satır yazı oldu…
Sana özlemim Kâhta’m, derin derin hülya oldu; tatlı tatlı rüya oldu; güzel güzel sohbet oldu…
Telefonda senden aldığım sevinçli haberler, damla damla gözlerimde yaş oldu…
Seninle yaşamak bitmez tükenmez heves oldu…
Efkâr yüreğimi her bastığında, dünün güzellikleri içimi ferahlatan nefes oldu…
Senden aldığım kara haberler, kötü haberler boğazımı sıkan kirli elli teres oldu…
“MAZİYE YOLCULUKLAR” “Unutulmayanlar” kanayan yarama merhem oldu…
Bitmez tükenmez sevdama derman oldu…
Çocukluğumun Kâhta’sına, güzel Kâhtalılara vefamı, sevgimi, saygımı iletmeye yarayan allı-pullu name oldu…
Kâhta’mızın dününü yaşamamış kız erkek genç kardeşlerimize “MAZİDEN GELEN GÜZEL BİR SES” oldu…
Bizim akranlarımıza ve bizden daha büyüklere “YAŞANMIŞ GÜZEL GÜNLERE” tatlı bir yolculuk oldu…
“MAZİYE YOLCULUKLAR” özlem gemisidir…
Yükü sevgidir, saygıdır, hoşgörüdür, dostluktur, komşuluktur, yardımlaşma ve dayanışmadır…
Yükü dört dörtlük vefadır, bir büyük sevdadır, buram buram özlemdir…
Hedefi yemyeşil, cennet gibi Kâhta’da yaşamış adam gibi adamları, yeni nesillere tanıtmaktır…
O güzel insanların, yani büyüklerimizin unutulmamasını ve örnek alınmasını sağlamaktır…
O güzel insanlara “biz sizi unutmadık” mesajını iletmektir…
“MAZİYE YOLCULUKLAR” gemisindeyim yine…
Dümeni çocukluğumuzun o güzel günlerine, 1960’lı yıllara çevirdim…
Gidiyorum o günlere…
Buyurun siz de gelin.
Aylardan Ağustos.
Hava sıcaklığı kırk derecenin üstünde, ortalık kavruluyor…
Kâhta en sıcak günlerinden birini yaşıyor…
Rüzgâr küsmüş bize… Yaprak bile kımıldamıyor.
Sanki bir büyük komutandan “hazır ol “ komutu almış bütün yapraklar…
Güneş cayır cayır yakmakta Kâhta’mızı…
İnsanlarımız, evlerinin kapılarını ve pencerelerini sonuna kadar açmışlar.
Sokakta geçenler, köy çeşmesi gibi akan yüzlerindeki terleri, ellerindeki bezlerle, mendillerle siliyorlar.
Komşumuz Abuzer amca, çarşıdan geliyor. Terden gömleği sırılsıklam olmuş. Elinde büyük bir Vita yağı tenekesi var.
Eşi Hanım teyze, kocasının yardımına geliyor.
İki katlı evimizin, ikinci katının kuzeye açılan iki büyük kapısı da açık.
Sırtımı kapıya dayamış, oturmuşum.
Abuzer Amcayı görünce seslendim:
— Abuzer amca bekleyin, geliyorum, dedim.
O cevap vermeden ikinci kattan sarktım aşağı. Tenekeyi elinden aldım. Omzuma koydum. Yürüdüm.
Evlerimizin arasında bir ev vardı. Tenekeyi mutfağın içine kadar götürdüm, bıraktım.
—Sağ ol Mahmut’um, Allah razı olsun, dedi.
Yardım ettiğim için sevinmişlerdi.
Ben de bu güzel insanlara yardım ettiğim için sevinmiştim.
Canım annem çok hamur yoğurduğu zamanlar, Hanım teyzeyi yufka ekmek açmak için yardıma çağırırdı.
Hanım teyze de çok hamur yoğurduğu zamanlar, annemi ekmek açmaya ya da ekmek pişirmeye çağırırdı.
Komşularımız çok iyi insanlardı…
Akrabadan da yakındık birbirimize…
Bizler büyük bir aile gibiydik… Geniş ailelerin en büyüğü bizdik…
Ben, Hanım teyzelerin evinden çıkarken “dur gitme, sana ceviz getireyim,” dedi. Ben de “ sağ ol” dedim. Sokağa çıktım.
Sokakta Hafızı Goje ile eşi Fatma Hala evlerine doğru yürüyorlardı.
Hafız eşine:
— Hava çok sıcak Fatma, dedi.
Fatma hala:
— Çok çok sıcak, dedi.
İkisini de çok severdim.
Oğulları Mustafa arkadaşımdı. Evlerinde çok yemek yemiştim.
Bazı geceler de evlerinde yatardım.
Annem, “Fatma senin ikinci annen” derdi.
İkisinin de ellerini öptüm. Bizim eve girdim.
İkinci katta, oturduğum yere döndüm.
Kapıya sırtımı dayadım. Düşünmeye başladım.
Bugün Pazar.
Birkaç bakkal ve kahvehane dışında bütün işyerleri kapalıdır. Babalarının dükkânında çalışan çocuklar, başkalarının işyerinde çalışan çocuklar, bugün özgürler. Çıraklar Pazar gününü çok severler… Kendimden bilirim…
Bu pazarın yani tatilin tadını çıkarmak gerek.
Benim babam demirci.
Demirciler Pazar günleri kepenklerini açmazlar.
Haftanın altı günü ateş, demir ve kül ile dans eden demircilerin, bir gün tatil yapmaya hakkı vardır…
Bugün Pazar. Demirci çırağı olarak bu günün tadını çıkarmak, benim de hakkım değil mi?
Ne yapmalıyım?
Nereye gitmeliyim?
Bu Pazar gününün tadını nasıl çıkarmalıyım?
1920’de Kâhta belediyesi kurulmuş.
Her yıl bir park yapılsaydı, parklarda havuz olsaydı, ağaçlar dikilip gölgeler olsaydı, oturulacak banklar olsaydı ben bu soruları kendi kendime sorar mıydım?
Parkların birine gider, akşama kadar zamanımı orada geçirirdim…
Kubilay ilkokulunun yanındaki bisiklet kiralayan dükkâna gitsem…
Ketün’ün oğlunun kiraya verdiği bisikletlere binsem…
Bu kavurucu sıcakta, bisiklete binmek akıl kârı değil… Bu sıcakta bisiklete binene deli derler.
Bisikletçi çocuk bekliyordur. Beklesin. Akşam serinliğinde gider, bisiklete binerim.
Top oynamak için Su Kulesi’nin oradaki toprak sahaya ya da Şexbaba yolundaki toprak sahaya gitsem…
Bu sıcakta top oynanmaz. Oynamak istesem de bu saatte oralarda kimseyi bulamam.
Ağustos sıcağında gün ortasında, yumurtayı güneşe koysan pişer.
Top oynarken beyin kanamasından ölmeye niyetim yok…
Bağa gitsem… Tek başıma bağda ne yaparım. Üzüm yemek istesem evde var.
Dün akşamüstü babamla bağa gittik. Bin beş yüz asmalı bağımızda beyaz, siyah, kırmızı üzümlerin en iyilerinden kestik, getirdik.
Mutfakta bir leğen üzüm var. Hem de çoğunu ben beğendim ve ellerimle kesip sepete koydum.
Sonbahar ya da kış mevsimi olsaydı, sokaklar çamur deryası da olsa yine gülle oynar, topaç çevirirdik…
Birdirbir ya da uzuneşek oynar eğlenirdik.
Mezadın altındaki ağaçların gölgesine gitsem…
Bir hafta önce çingene Cindi ve akrabaları gelip mezadın altında çadır kurdular.
Eşekler, köpekler, çocuklar, kadınlar o ağaçların gölgelerine uzanmışlardır. Hiçbir arkadaş bu günlerde oraya gitmez…
Hükümet konağının alt tarafında bulunan havuza yüzmeye gitsem…
Bahçeci Cuma, bahçesini sulamak için sabahtan havuzu boşaltmıştır. İkindiye kadar da havuz dolmaz.
En iyisi birkaç arkadaş bulmalıyım ve onlarla Kâhta çayına gitmeliyim.
Bu sıcakta çayın soğuk sularına dalıp dalıp çıkmalıyım. Kulaç atmalıyım.
Bir de balık yakalamalıyız ve pişirmeliyiz.
Yaz mevsimidir. Çayın suyu iyicene azalmıştır. Suyun azaldığı yerlerde, üç dört arkadaş suyun içine otururuz.
Geçen Pazar yaptığımız gibi ellerimizle balıkları yakalar, kumun üstüne atarız. Bize yetecek kadar balık yakaladık mı çıkar, temizler, pişirir ve afiyetle yeriz…
Kendi ellerimle yaptığım ızgarayı, sulanmış birkaç yufka ekmeği, biraz soğan, domates, yeşilbiberi, tuz ve bıçağı bir beze koymalıyım.
Sonra mı?
Üç dört arkadaş bulmalıyım…
Soğuk sular ve balıklar bekleyin, Kâhtalı çocuklar size geliyor…
—Anne ben çaya gidiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.