- 1440 Okunma
- 9 Yorum
- 3 Beğeni
LAZ OĞLU ONBAŞI ZAFER VE SAHANDA TEREYAĞLI SUCUKLU YUMURTA FASLI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Laz oğlu Onbaşı Zafer’in anısına...
Yıl 1997... Ankara neresi, Patnos neresi? Haritada bile yerini zar zor bulduğum Ağrı ilinin Patnos ilçesindeki usta birliğinde çavuş rütbesiyle bölük yazıcısı olarak askerlik görevimi yapıyordum. Ben askere yaşıtlarımdan yedi yıl sonra gitmiştim ve yaşça da bir çoğundan büyüktüm.Terhis olmamıza kırkbeş gün vardı. Kokusuna, lezzetine aylardır hasret kalmıştık, canımız öyle bir sucuklu yumurta çekmişti ki, düşünmesi bile karnımızı acıktırmıştı. Başka bir bölükten elektrik ocağı bulmuştuk. İlk ve son kez kendi ellerimizle yemeğimizi hazırlayıp afiyetle yiyelim demiştik. ’Laz oğlu Onbaşı Zafer’ -komutanlar kendisine öyle hitap ederdi- ve Zafer’in başka bölüklerden iki laz hemşehrisi ile birlikte bir hafta sonu gece yarısı ortalıktan el ayak çekilince yemekhanede sahanda tereyağlı sucuklu yumurta yapıp karadenizden gelen halis muhlis çayımızı da demlemiştik. Dikkat çekmemek için yemekhanenin ışıklarını yakmamıştık. Koridordan süzülen loş ışıkta yemeğimizi yemeye başladık. Onbaşı Zafer karadenizlilere özgü o sevimli şivesiyle :
- Murat Çavuş, sevilduğunu bil daaa! Aramiza asker ocağunda başka kımseyu almayuz ama sen de bızdensun, harbi delıkanlu arkadaşsun, demişti.
Ekmeğimizi tereyağına bandıra bandıra büyük bir iştahla yedik.Yemeğimizi bitiremeden, daha keyif çayımızı içemeden nöbetçi komutanın postasına yakalandık. Aniden yemekhaneye girip ışıkları yaktı ve bizlere burada ne yaptığımızı sordu. Posta, komşu bölükten Adanalı bir onbaşıydı. Zaman zaman da selamlaşırdık. Ben de durumu izah edip bizi idare etmesini söyledim. "Peki" deyip gitti fakat beş dakika sonra geri dönüp yanında getirdiği kalemle bir kâğıda tek tek isimlerimizi yazdı ve nöbetçi subaya vereceğini söyledi. Önce şaka yaptığını sanmıştım, alt tarafı yemek yiyip çay içmiştik, isimlerimizi vermez diyordum, gidip ispiyon etmiş bizi. Zafer’in iki laz arkadaşı o gece misafirimiz olduğu için onların da zarar görmesini istemedik ve suçu Zafer ile birlikte üzerimize aldık. Hakkımızda disiplin cezası uygulandı.
Suçumuz : ’Emirlere ve talimatlara aykırı şekilde hareket ederek devletin elektriğini özel işimizde kullanmak.’ idi.
Önce yedi gün olarak belirlenen cezamız, askerdeki başarılarımız nedeniyle bölük komutanımızca üç güne indirildi. Onbaşı Zafer, Rize-İyidere’li olduğu için çok iyi silah kullanırdı ve bölükte atış birincisiydi. İşin enteresan tarafı ben de bölüğün en başarılı örnek çavuşu seçilmiştim ve koridordaki duvarda çerçeve içinde ikimizin de fotoğrafı asılmıştı.
Silah bana her zaman soğuk gelmiştir. Elime alınca ürperirdim. Zafer için ise su içmek, yemek yemek kadar doğaldı. Bir defasında bana silah kullanmanın püf noktalarını da öğretmişti.
- Bak, coreymisun uşağum, ha buna ’cez’ derler. Ha bu ’cöz’ ha bu da arpacuktur. İyice yaslayacaksun silahi omzina. Ha burdan cöreceksun hedefi, tutacaksun nefesuni basacaksun tetuğe. Ahaaa, bu kadar basittur. Şimdi sıra sendedur, yap bakayum deduklerumi.
Yapardım yapmasına da onun kadar marifetli değildim, hatta bir defasında denetimlerde zamana karşı atış yaptığımız için heyecanla şarjörü tersinden takmıştım da, kör olasıca şarjör sıkışmış ve bunu gören bölük komutanımız, sol böğrüme hızlıca bir kaç tane tekme atmıştı.O tekmeleri yiyince gözüm kararmış, başım dönmüş, nefesim kesildi sanmıştım. Sonradan düşündüm de hak verdim. Bunun anlamı ’savaş çıksa, öldün! ’ demekti. Bir defasında da tabancayla elli metre uzaktaki hedef tahtasına atış yaparken bölük komutanımızın atış komutundan önce bir anda nasıl olduysa dalgınlıkla tetiğe basmıştım. Komutanımız tam önümdeydi, silahın namlusu yere doğru eğik olmasa facia olabilirdi, çok ucuz kurtulmuştum.
Yemekhanede sucuklu yumurta yapmamızın cezası olarak rütbemizi geçici olarak söktüler. Bize çuval gibi siyah askeri kıyafetler giydirdiler. Kendimize zarar vermememiz için bot bağcıklarımızı ve palaskalarımızı aldılar. Disiplin Komutanlığı, askerler tarafından kısaltılmış adıyla disko anlamına geliyormuş. Bizim bölükten askerliğim boyunca buraya kimse gitmediğinden ne anlama geldiğini de bilmiyordum. Diskoya giden yolda Zafer’e biraz da muziplik olsun diye demiştim ki:
- Buradaki disko nasıl bir yer ki? Ne yapılır orada? Sivilde üç beş kere gitmiştim, çok da gürültülüydü müzik, dedim gülerek.
Zafer kendine has o komik kahkahasını atarak :
- Ula Murat Çavuş amma da safsun, ciddu mi diyesun, bilmeysun öyle mi buradaki diskonun anlaminu. Burasi askeru cezaevu gibu bir yer. Oyle boşina umitlanma oğlum orada kari, kız bulunmaz, dans etmeye citmuyoruz daaa! demişti.
Diskoda üç gün Zafer’le aynı koğuşta yattık. Birlikte yerleri süpürdük, paspas çektik, yatakları düzelttik, bulaşıkları yıkadık, mıntıka temizliği yaptık. Sigaramız azalınca aynı sigarayı bir o, bir ben ortaklaşa içtik. Hatta bana iş yaptırmak istemezdi.
- Sen bizum çavuşumizsun. Senun yerune ha pen yaparum. Hem burdaki uşaklar ne güne durayu daa! demişti.
Ben de kendisine itiraz ederek demiştim ki:
- Olmaz öyle şey! Anca beraber, kanca beraber. Bak omzuma! Rütbe falan kalmadı. Sende de kalmadı, bende de kalmadı. Yahu Zafer, biz yanlışlıkla film setine falan mı geldik ki? Biz hakikatten burada neyiz ki?
Disko denilen cezaevinde koğuşlardaki yataklarda oturmak yasaktı. Koğuşta bir tane iskemle var, başka da yok. Sırayla o iskemlede beşer onar dakika oturuyorduk. Koğuşta bizden başka üç, beş kişi daha vardı. Bütün gün ayaktaydık ve çömelerek dinleniyorduk. Demir bir kapısı vardı koğuşun.Tuvalet ihtiyacımız olduğunda demir kapıyı yumruklayıp askeri gardiyandan izin isteyip koridordaki tuvaleti kullanıyorduk. Sigara molaları çok kısıtlıydı, adeta zamanla yarışıyorduk. Zafer karadenizli olduğu için biraz dik kafalıydı ve o da benim gibi haksızlığa gelemiyordu. Burada mecburen susmak ve bazı şeyleri yutmak zorundaydık. Hani verseler o gardiyanları Zafer’in eline, anında yere devirirdi ikisini de. İkide bir küfür ediyorlardı çünkü. Yok tuvalet ihtiyacı için şimdi zamanı mıymış, yok niye yatağın üstüne oturmuşuz, yok sigara içmenin zamanı değilmiş falan, filan.
İnsanın aldığı cezayı bölük vukuat defterine kendi elleriyle yazması ne garip bir duyguymuş. Sanki ölüm fermanımı yazmıştım. Terhis olacağım hafta da tüm evraklarımı kendim hazırlamıştım. Ama bu kez içimde tarifi imkânsız bir heyecan vardı. Zamanın bir an önce geçmesini istiyordum. Hatta kendi kendime derdim ki:
- Gözümü bir kapatsam, bir açsam Ankara’da olsam.
Cezamızı bitirip Zafer’le bölüğe döndüğümüzde Adanalı askerin isimlerimizi verdiği nöbetçi subayla karşılaşmıştık. Bizi görünce:
- Ceza verilen askerlerin siz olduğunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim, çok da üzüldüm. İkiniz de temiz, efendi, saygılı askerlersiniz. Keşke o gece veya ertesi sabah bana gelseydiniz hakkınızda işlem yapmazdım. Asker isim listesini getirince ben de işlem yaptım. Keşke çağırsaydım, sizi sima olarak şahsen tanıyorum ama adlarınızı bilmiyordum. Oldu bir defa, kusura bakmayın arkadaşlar, deyip gönlümüzü almıştı.
Terhis olacağım son gece bölük komutanımız beni makam odasına çağırarak:
- Doğru söyle bana Murat Çavuş, sana ceza verdim diye bana kızgın mısın? diye sormuştu. Ben sessiz kalınca da sözlerine şöyle devam etmişti:
- Kızgınsın, kızgınsın. Şimdi sen Ankara’ya gideceksin, askerliğin bitti, ama benim askerliğim devam edecek. Benim yerime Kızılay’da ekmek arası döner yer misin? Benim de canım döner çekti, demiş, gülüşmüştük.
- Komutanım, size kızmak mı? Asla! Siz görevinizi yaptınız. Disiplini uyguladınız. O cezayı hak etmiştim. Çünkü asker arkadaşlara örnek olmam gerekiyordu.Canımız çekince ilk ve son kez sucuklu yumurta yapalım demiştik, ama afiyetle yiyemedik. Söz komutanım, Ankara’ya gittiğimde sizin yerinize döner de yiyeceğim, ayran da içeceğim, demiştim. Sarılıp, vedalaştık. Bana sağ olsun yedi gün yol izni vermişti. Bir nevi ödüldü bu bana. O güne kadar hiç kimseye bu kadar çok yol izni verilmemişti.
Şimdiki gençler hani burun kıvırıyorlar ya yemeklere. Kıvırmasınlar. Asker ocağında nohutu da, kapuskayı da çok sevdim, mecburiyet insanın sevmediği, hoşlanmadığı şeyleri yaptırınca alışıyor zamanla insan.
Yaşadığım her olaydan ders çıkarırım. Bu da o anılardan birisiydi. Tatlı ve düşündüren bir anı. Hele ki ne zaman sahanda sucuklu yumurta görsem gözlerim dolar. Laz oğlu Zafer gelir aklıma, o daima gülen ve neşeli tavırlarıyla:
- Uyyy, Murat çavuşum gelmiş, neydeysun daaa! Ha bugün bağa nöbet var midur? Saat kaçtadur daaa! Hele bi sigara vereyum sana, kendine gel daaa! sözleri de...
Şimdi ne zaman aklıma Laz oğlu Zafer Onbaşı gelse, peşinden de sucuklu yumurta gelir. İkisini de düşündükçe içim yanar. Zafer meslek olarak uzun yol şoförlüğü yapardı. Bayramlarda seyranlarda birbirimizi arar, askerlik günlerini ve özellikle de o sucuklu yumurta faslını kahkahalar atarak yad ederdik. En son görüştüğümüzde bana, kendi bahçelerinden topladıkları özel çaydan gönderecekti. Kargoyla daha önce adresime göndermişti. Beni Rize’ye davet ettiğinde,
- Atla uçağa gel daaa! Senu misafir edeyum, demişti.
Aradan epey bir zaman geçmişti. Kendisinden ses, seda çıkmayınca, unuttu sanırım, işleri de yoğundur dedim, ben de üstelemedim. Bir gün yine kendisini aradım ama verdiği cep telefonuna bir türlü ulaşamadım. Bu kez çalışmış olduğu iş yerini aradım:
- Ben, Zafer Çelik’in asker arkadaşıyım. Kendisine telefonla bir türlü ulaşamıyorum. Telefon numarasını değiştirmiş olmalı. Nerede kendisi? Biliyor musunuz telefonunu? dedim.
Karşımdaki kişi önce yutkundu, sonra da:
- Zafer’e ulaşamayız, dedi üzgün bir ses tonuyla.
- Uzun yola mı gitti yoksa? Not alın, gelince ulaşırsınız. Beni arar o zaman, dedim.
- Bilmiyorsunuz demek ki siz, dedi.
- Neyi bilmiyorum? dedim merak içinde.
- Nasıl söylesem bilmem ki? dedi.
- Ne oldu, Zafer’e bir şey mi oldu yoksa? dedim.
Yutkunarak cevap verdi karşıdaki ses:
- Zafer öldü... dedi.
- Yok, şaka olmalı, Zafer sensin. Sesini değiştirme uşağum. Böyle şakalar da yapma bana, dedim.
Karşımdaki ses doğru söylüyordu. Onbaşı Zafer Çelik, kardeşiyle birlikte trafik kazası geçirmiş ve ikisi de vefat etmişti. Bunları duyduğumda sanki başımdan kaynar sular döküldü, içim yandı.Telefonda konuşamadım bile.
- Kaza nasıl oldu? diye sorabildim sadece.
Yıllardır içim hep yanar benim. Genç yaşta kardeşiyle birlikte trafik kazasında ölen Zafer, son oyununu Azrail’e karşı oynamıştı. Telefonlarda kendisini hep uyarırdım.
- Aman Zaferi’m dikkat et, hızlı gitme yollarda, derdim.
Bilirdim çünkü huyunu. Hızlı yaşardı, hızlı da öldü genç yaşta.
Allah rahmet eylesin Zafer’im. Her zaman aklımdasın. Hele ki bir defasında en az onun kadar iyi horon oynadığımı gördüğünde çok şaşırmış:
- Ula sen pu oyinu bileymiydun daha once? demişti.
Ben de demiştim ki ona:
- Zafer, ben Ankaralı’yım, kapı gıcırtısına oynarız biz. Senden gördüm, öğrendim horon oynamasını.
Hep gülüşürdük onunla. Hep mutlu, hep güleç, hep cesurdu. O benim can arkadaşımdı. Ardında gözü yaşlı sevenlerini ve iki yetim çocuk bıraktı. Allah gani gani rahmet etsin.
Vecdi Murat SOYDAN
(Yaşanmamış Aşkların Şairi)
09/09/2015-Isparta.
***. ***. ***
Fotoğraf yılı: 1997- Ağrı Patnos, 34. Mekanize Piyade Tugayı Tank Taburu 1. Bölük
Not: Zafer’in ve kardeşinin ölümü o tarihlerde basına şu şekilde yansımıştı:
BASINDAN :
29/09/2009 -Trabzon’un Arsin ilçesindeki trafik kazasında hayatını kaybeden kardeşler, Rize’de toprağa verildi.
Alınan bilgiye göre, ilçenin Yeşilyalı beldesinin Yanbolu mevkisinde, Rize’den Trabzon’a giden Zafer Çelik (32) yönetimindeki 34 Z 1850 plakalı otomobilin devrilerek karşı şeride geçmesi sonucu ölen Zafer Çelik ile kardeşi Ensar Çelik (30) için Rize’nin İyidere ilçesine bağlı Büyükçiftlik köyü Merkez Camisi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törene, Çelik ailesi ile vatandaşlar katıldı.
Çelik kardeşlerin cenazeleri, kılınan cenaze namazının ardından aile mezarlığında toprağa verildi.
-ENSAR ÇELİK KANSER TEDAVİSİ GÖRÜYORDU-
AA muhabirinin edindiği bilgiye göre, Ensar Çelik’in bir yıldır kan kanseri tedavisi gördüğü, Zafer Çelik’in kardeşine kendi kemik iliğinden vermek istediği, ancak uyum sağlayamadığı için naklin yapılamadığı öğrenildi. Uygun ilik arayışları süren Ensar Çelik ile ağabeyinin, kaza günü, Ensar Çelik’in dermoid kist (kıl dönmesi) rahatsızlığı nedeniyle muayene için Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Hastanesi’ne gittikleri bildirildi.
Ensar Çelik’in bir, ağabeyi Zafer Çelik’in ise iki çocuk babası olduğu belirtildi.
*****
YORUMLAR
Yaşanmamış Aşkların Şairi
saygılar.. sevgiler..
Erkeklerin anlata anlata bitiremediği askerlik anilarindan birini daha dinledik. Biraz hüzünlenip üzüldük tabii.
Keşke Laz Oğlunun öldüğü açıklamasını en başında yapmasaydın.Hem yazı gizemini kaybetmezdi hem, Yazının sonuna kadar vah rahmetli vah demezdik :(
Güzel bir anı yazısi idi tebrik ederim.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Benim emekli Astsb. olduğumu bilmeden ;
Astsubayları dövenlerin,
Astsb.ların rüşvet isteyenlerin,
hikayelerini çok dinledim ben...
Bu anınız mertçe, delikanlıca kaleme alınmış.
Sucuklu yumurtaya özleminiz haklı.
Ama her isteyen sucuklu yumurta yapmaya kalksa
kışla sucuk kokusundan durulmaz olurdu.
Asker ocağı böyle bir yerdir işte...
Teşekkürler...
Rahmetli arkadaşının mekanı cennet olsun.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Saygılar sunuyorum. Sağlıcakla kalınız.
mazi gözlerde tüllenince gönüllerde hüzün yaşanır....sevdim bu yalın kalemi saygılarımla
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Saygılar sunuyorum...
Çok sevindim kurdele almasına. Çok doğal eve akıcı bir anlatım vardı yazında... hakkını almış. Tebrik ederim
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Selamlar,, saygılar,,,
Yazınızı okuyunca Erkin Koray gibi kızları da alın askere diyesim geldi. Tebrikler kaleminize sağlık.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
O şarkı çağrışım yaptı.. Eeee, aşk, sevgi şiirleri yazınca ben; aklıma da o şarkı geldi..
Selamlar, saygılar..
Fatma Oral
su gibi aziz bir yazıydı.
dostunuza da, rabbim rahmet eylesin.
allah'tan askerliğimi yapanlardanım... öyle ya da böyle askerlik güzeldi. bu ülkede askerliğini yapmayanların kaçırdığı o kadar çok şey var ki...
hem askerin sivil üzerinde hemoganyasını emir komuta altında daha iyi anlıyorsunuz,
hem de emir komuta ve disiplinin ne demek olduğunu...
lakin insanoğlu yetmişiki cins..
cins kedisi de var ölüsünü göstermeyen
sokak kedisi de var
..............
sen bir de bizi varna ovasında görseydin diyecektim ya...
hayal aleminde yaşamaya gerek yok değil mi ağam..
yazınız çok güzeldi, içtendi ve sevgi saygı muhabbet kokuyordu....
selam ve saygılarımla.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Saygılar...
Zaman ayırmak ve okumak, kendine değer katmaktır.
Yazınızı okudum ve duygulandım. Dostluğun, arkadaşlığın, kadirşinaslığın güzel yâdıyla gözlerim doldu.
Tebrik ediyorum.
Sıhhat ve huzur dileklerimle selâmlıyorum.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Selam, saygı ve sevgilerimle..
Biz erkek milleti için askerlik anıları bitmez. Yazarız ama hemcinslerimize okutamayız pek; genelde bayanlar okur nedense... Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...
Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmış.
Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve
yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler...
Tebriklerimle... Saygıyla...
NOT::
Bir şiir veya yazı okunur ve yazarı nezaketen tebrik edilir.
Bunun için her seferinde tekrar tekrar yazmaktan kurtulmak için kopyala-yapıştır yöntemi kullanılması nezaketsizlik değil, zaman kazanmak için baş vurulan bir yöntemdir...
Yazılara ve şiirlere YORUM YAPMAK detaylı bir çalışma olup konuya vakıf olmayı ve zaman ayırabilmeyi gerektirir.
Ben o birikime ve zamana malik olmadığım için, yorum yapamıyorum...
Siz saygıdeğer yazar dost; bu notumu Yorum yapmak değil, LÜTFEN bir TEBRİK ETME ve Teşekkür etme olarak kabul ediniz...
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Kopyala yapıştır yerine '' yazı güzeldi. '' demek kadar anlamlı bir cümle yoktur..
Bu lonudaki fikirlerinize katılamayacağım.
Zaman mefhumu herkes için geçerlidir.
Saygılarımla..