- 609 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ÜZÜM BAĞLARINDA ŞENLİK VAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Göründü zaman tüneli yine…
Mazinin yeli kattı beni önüne…
Başladı maziye yolculuk…
1960’lı yıllarda alalım bir soluk.
Kâhta, çocukluğumun Kâhta’sıdır. Dört tarafı bağ, bahçedir.
Mis gibi kokuyor havası. Bu topraklarda yaşar insanların hası… Herkes paylaşır sevinci, hem de yası.
İnsanlarım birbirinden güzel… Yüce Mevla’m yaratmış, her biri özel…
Büyük çoğunluk saf, temiz, dürüst, fedakâr. Dostluklar 24 ayar. Ne dost, dostunu satar… Ne de dostunu satmak için pusuya yatar…
Komşunun dar günü, fırsat bilinmez… Eşin, dostun, komşunun sırtından köşe dönülmez. Sevgi, saygı, yardımlaşma, insanın iç güzelliğinin meyvesidir.
Ne yalan var… Ne talan var… Ne de kokuşma…
Büyük bir ailedir koca ilçe…
Gelen yabancılar şaşırır güzelliği, insanlığı görünce…
Benim şiirlerimde ve yazılarımda övünerek anlattığım insanlar, bu insanlardır…
Benim özlemi ile yanıp tutuştuğum Kâhta, bu Kâhta’dır…
Bu güzellikleri bırakıp paraya tapmak, üç kuruş çıkarını her şeyin üstünde tutmak, büyük bir hatadır…
Büyük ayıptır… İnsanlık erdemlerine karşı işlenmiş suçtur…
Bu güzellikleri unutmayın… Güzelliklerinizi yitirmeyin… Kendi kendinizi bitirmeyin…
Hepiniz gördünüz! Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı kamyonlarla, trenlerle, gemilerle kara toprağa mal-mülk ve deste deste para götürmedi…
Kefen boyları bizimkilerle aynıydı.
Toprağa konulurlarken parmaklarlarında bir yüzük bile bırakmadılar…
Kara toprakta iki metrelik çukura konup üstüne küreklerle toprak örtülünce arkanda konuşulanlar önemlidir.
Aşağıdaki sözleri söyleteceğine inananlar, ölümden korkmasınlar:
Adam gibi adamdı, iyi adamdı, iyi komşuydu…
İyi dosttu, iyi candı, hakikatli adamdı…
Biz gelelim soluk aldığımız güne.
O gün yaşananlar bellekten kâğıda insin tane tane…
Sıcak, Ağustos sıcağı… İki merkep yükü meşe odunu ile doludur demirci ocağı…
Odunlar cayır cayır yanmakta… Odunların ateşi, Ağustos sıcağı ile yarışmakta… Demirci Mustafa’nın alnından, göğsünden, belinden terler şapır şapır damlamakta… İşaret parmağı ile alnını her sildiğinde, sanki köy çeşmesi akmakta…
Odunlar köze dönüştü. Közler, deri körüğün yeli ile buluştu.
Közler, yeli yedikçe şavkı arttı… Közlerin arasındaki çelik, inadı bıraktı.
Çelik kızardıkça pamuk gibi yumuşadı… Örsün üstünde yatan çeliğin üzerinde, çekiçlerin dansı başladı…
Demirci Mustafa’nın mahareti, çelik madeninden yarattı balta denen aleti.
Ocakta vardı iki merkep yükü meşenin közü… Bir balta ile biter mi ustanın mahareti ve sözü?
Ocakta köz varken üst üste atılmaz bacak. Yapıldı iki kazma, üç orak, bir ekmek şişi, bir et satırı ve dört bıçak…
Her alette ayrı ayrı meydana çıktı ustanın hüneri… Çeşme yaptı, cami yaptı, ev yaptı, çocuk okuttu cehennem sıcağında akıttığı o mübarek teri…
Ocakta tükendi közler… İş bitti diye sevinçten parladı çocuklarda gözler… Tertemiz yıkandı küle, kömüre bulanan eller, yüzler…
Dükkânın gölgesine kürsüler atıldı. Sitildeki suya Osman Özdemir’in kahvesinin köşesinde, Sedo Işık’ın sattığı buzlar katıldı.
Çalışanlar tas tas buzlu suyu içti. Yaz gününde, demirci dükkânında, bir iş günü böyle bitti…
Demirci Mustafa, oğlu Mahmut’u çağırdı yanına. Bir öpücük kondurdu alnına:
—Çok çalıştın, çok yoruldun. Bugün bana çok faydalı oldun. Dükkânda yapacağın iş kalmadı. Bağa git. Hem bağı bekle, hem dinlen, oralarda kendi kendine eğlen… Akşama doğru ailecek üzüm sıkmaya, şıra kaynatmaya hepimiz bağa geleceğiz.
Öğle vakti çoktan geçmişti. Mahmut’un karnı acıkmıştı. Hacı İbrahim’den sıcak pide aldı. Süsyanlı bakkal Abuzer amcadan helva aldı.
Ulu camii’nin sokağına daldı. Yukarı doğru birkaç sokağı geçti. Şehbaba yoluna girdi. Bağlara doğru yürümeye başladı.
Ali Kömür’ün bağının hizasına gelince durdu. Kendi bağlarına kestirmeden gitmek için Ali Kömür’ün bağına girdi.
Ali Kömür’ün bağının ortasına gelince bir ses duydu. Sese iyice kulak verince, sesin geldiği yönü tespit etti. Sese doğru yürüdü.
Bir asmanın dibinde, kapkara kesilmiş Ali Kömür’ün oğlu Mustafa’yı gördü. Babası Mustafa’yı kendir ile bir asmaya bağlamıştı. Yetişemeyecek ve görebilecek kadar uzaklığına su ve ekmek koymuştu.
Ali Kömür bağ komşularıydı. Sinirli bir adamdı. Eşeğini bile taşla döverdi. Oğluna ceza vermişti.
Mahmut, Ali Kömür’den taş yemek istemiyordu. Sağa, sola iyicene baktı. Görünürlerde Ali Kömür yoktu. Ali Kömür’ün olmadığına kanaat getirince, Mustafa’ya kendine aldığı pide ekmeğinin ve helvanın yarısını verdi. Oradaki sudan da verdi.
Mustafa, ekmek ile helvayı yerken, suyu içerken, Mahmut’ta gözcülük yapıyordu.
Mustafa ile biraz sohbet ettiler.
Mustafa, Mahmut’a acıdı:
—Komşu, Allah senden razı olsun. Sen artık git. Babam gelirse seni de karşımda bir asmaya bağlar. Bize su ve yiyecek getiren olmaz. Ara sıra gel, beni yokla. Gelirken su da getir. Bu su biterse içtiğim belli olur. Babam içtiğim suyu burnumdan getirir.
Mahmut, hızla oradan uzaklaştı.
Ali Kömür, kendi oğluna bu eziyeti yaparken, acaba vicdanı hiç sızladı mı?
Sonra ki yıllarda, kendi uçağını kendin yap kampanyasına katıldığını öğrendim.
O günün kaymakamı (MHP müfettişi) Namık Kemal Zeybek’e büyük paralar verirken, vicdanını rahatlatmak mı istedi?
Yoksa bir aferin almak için mi bağış yaptı?
Yoksul komşularını, ırgat aileleri, yetim çocukları, dul ve kimsesiz kadınları, çocuklarını okutamayan aileleri neden görmedi?
Komşu kızı çapaklı, yabancılar dünya güzeli olur, derler…
Bu bir kültür mü?
O güne dönelim.
Mahmut, kendi bağlarına girdi.
Çardak kendisini bekliyordu… Kuyudan kovayla su çekti. Kovadan kana kana suyu içti. Kalan suyu başından aşağıya döktü.
İki katlı çardağa çıkmadan önce kırmızı üzümden, kendi yaptığı kaması ile üç dört salkım kopardı.
Çardağa çıktı. Kalan pide ve helvayı bitirdi… Kırmızı üzümü de tane tane yedi.
Mahmut karnını doyurunca, etrafı gözetlemeye başladı.
Kimse yoktu. Biraz bekledi. Gelen giden olmadı. Canı sıkıldı. Aklında kalan bütün şarkı sözlerini, bağıra bağıra söylemeye başladı.
Akşam serinliğinde bütün aile gelmişti. Teştler, kazanlar, yataklar, yiyecekler getirilmişti.
Yarın şıra kaynatma işi başlıyordu…
Çardağın etrafı düğün yeri gibiydi. Ailenin sevinci ve neşesi görülmeye değerdi.
Diğer bağ komşuları, yarın öbür gün gelirlerdi.
Bağlar bayram yerine döner…
Çocuklar, bağda asmaların arasına daldı. Herkes sevdiği üzümü asmadan kopardı.
Mahmut’un annesi ve kız kardeşleri akşam yemeğini hazırladı.
Kuyunun yanına kilim serildi. Kilimin üstüne sofra kuruldu. Akşam yemeği yenildi.
Geç vakitlere kadar sohbet edildi. Radyoda Meryem Han, Ayşe Şan güzel sesleri ile bağ havasına renk kattı.
Erkenden kalkmak üzere herkes serilen yataklara uzandı…
Mahmut, gökyüzünde parıldayan yıldızları seyrederken hayaller kurdu. Kayan yıldızları izledi.
Mahmut, geceyi gündüze çeviren mehtaba hayran hayran baktı. Ayşe Şan’ın son türküsünü dinlerken uykuya daldı.
Günün ağarması ile yataklar toplandı.
Bağın üst tarafından işe başlandı. Üzümler kesilip sepetlere, kovalara, temiz yıkanmış büyük yağ tenekelerine kondu.
Doldurulan kaplar, şıra kaynatma yerine götürülüp, teştlere boşaltıldı. Demirci Mustafa, yüksekçe bir yere koyduğu, özel yapılmış çukur ve oluklu tahtanın üzerine çıktı. Elindeki telisin içine üzüm doldurmaya başladı. Telisi yarıdan biraz fazla doldurdu. Önce bir ayağı ile telisteki üzümleri ezdi. Sonra diğer ayağını da telise koydu. Üzümleri çiğnemeye başladı.
Oluktan kazana şarıl şarıl şıra aktı. Şıra sitillerle ocağın üzerindeki kazanlara taşındı. Kazanlar dolunca, altlarındaki odunlar tutuşturuldu.
Güneş yavaş yavaş yükselmeye başladı. Çocuklar acıktıklarını söylediler.
Kahvaltı molası verildi. Demirci Mustafa’nın eşi Adile, sabah namazında yoğurduğu hamurdan, bazlama yapmaya başladı. Mahmut, biber pişirdi. Kızlar, sofraya güzelim Kâhta domatesini, peynirini koydular. Taslara ayran doldurdular. Sofra iyice şenlendi. Bayram yemeği coşkusu vardı…
Neşe ile sabah kahvaltısı yapıldı.
Kahvaltıdan sonra üzüm kesme, taşıma, ezme, şıra kaynatma işleri öğleye kadar devam etti.
Öğle yemeği hazırlanırken, çocuklar da iplere ceviz içi, badem içi geçirmeye başladılar.
Asma dallarından develer ve çeşitli şekiller yaptılar.
Öğle yemeğinden sonra yine bağa girildi. Üzüm kesme, taşıma, ezme, şıra kaynatma işleri ikindiye kadar devam etti.
İkindi vakti bembeyaz cavlar (bezler) bohçadan çıkarıldı. Şıra kaynatıldı. Nişasta katıldı… Bulamaç hazırlandı…
Pestil ve kesme (pelit) yapmak için bulamaç kazanı ateşin üzerinden indirildi.
Her çocuk ipe geçirdiği bademi, cevizi, yaptığı deveyi ve diğer şekilleri kazana birkaç kez batırıp çıkardılar. Sonra da kuruması için ağaçlara astılar.
Bulamaç bezlere döküldü. Bulamacın bezin her tarafına bulaşması için bezin köşeleri kaldırıp indirildi.
Cavlar, daha önceden düzeltilmiş toprağın üzerine serildi.
Pelit yapmak için birkaç tepsiye bulamaç döküldü.
Teştlerde şıralar pekmez olmak için kaynatılıyordu. Cavlardaki bulamaç bir gün sonra kurudu.
Tülbent inceliğinde olan pestil, büyük bir özenle cavlardan söküldü. Kesildi. Mendil gibi katlandı. Demirci Mustafa, cavdan sökülen pestili ışığa tutarak ne kadar ince döküldüğünü, çocuklarına gösterdi.
Pestil yapma konusunda da hünerini gösterdi.
Her gün aynı işler tekrarlandı. 1500 asmalı bağda, çalışmalar bir hafta sürdü. Uzun kış gecelerinin yiyecekleri, yani tatlıları hazırlanmıştı.
Bu bir hafta içinde unutamadığım ve çok önemli gördüğüm bir ayrıntıyı yazmak istiyorum.
Kısa boylu bir adam geldi. Elinde sazı vardı. Babam, “Seyyar Türkücü” dedi.
Hikâyeleri, efsaneleri sazıyla, sözüyle günümüze kadar taşıyıp getiren bu insanlardı.
Bir dilin edebiyatının sözlü taşıyıcılarıydı. Türküler çalıp söylemeye başladı. Söylenen uzun havaları hala unutamıyorum. O günden beri hikâyeleri, efsaneleri sazıyla sözüyle yaşatan bu insanlara, sonsuz saygım var.
Eğer olanağım olsa, bütün“Seyyar Türkücüleri” sırasıyla evime çağırırdım. Bütün masraflarını karşılayarak ve üstüne de avuç avuç para vererek, sabahlara kadar usanmadan, o insanları dostlarımla birlikte dinlerdim.
O türküler, beni benden alır… Yıldızlara doğru götürür… Dünya’da en sevdiğim, en çok zevk aldığım hikâyeler, “Seyyar türkücülerin” o güzel hikâyeleridir.
Yine maziye gittim…
O günleri yeniden yaşadım.
Benim gibi o günlere özlem duyanlara selam olsun…
O günün güzel insanlarından yaşayanlara selamlar, saygılar…
O günün güzel insanlarından ölenlere Allah’tan rahmet dilerim…
Bu günün güzel insanlarına, saf, temiz, güzel Kâhtalılara kucak dolusu selamlar, sevgiler, saygılar…
YORUMLAR
Doğrusu, ne kadar çocukluğumuzdaki hayatlarımız ne benziyor. Yaşantılar bizimde yaz günleri bağda bahçelerde çok güzeldi o günlere götürdü. Çocuklugumuzun güzel insanları hatırlattı.. Yüreğine kalemine emeğine sağlık.
Güzel bir anı yazısı okudum.
Tebrik ederim.
Saygılarımla..
Mahmut Cantekin
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Dinlediğiniz "Seyyar Türkücü"lerin lirik dili çokça hissediliyor anlatınızda. Bir halk ozanını, bir Anadolu aşığını dinler gibi oldum bazı bölümlerini okurken.
Yöresel sözcükler, yöresel tatlar gibi özgün kılmış anlatıyı. Dipnot olarak ne anlama geldiklerini yazsaydınız dil meraklısı okurlar için kolaylık olurdu.
Tebrikler.
Kâhta'ya sevgiler.
Mahmut Cantekin
Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmakta. Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler... Tebriklerimle... Saygıyla...
Kemnur
Mahmut Cantekin
Bir garibim Mevlam görsün,
Şu başıma sevgi örsün,
Demesinler cahil körsün,
Yürek söyler ben yazarım.
Sevgilerimi, selamlarımı sunuyorum üstat.
Güzel yurdumun güzel insanları rengarenk mozaikler gibi pıril pırıl.
Ülke genelinde kötü insanların olduğu gibi iyiler de var, dileğim bu güzel insanlarin neslinin tükenmemesi.
Söz vaktinde anılır, derler ya şimdi bağbozumu, pekmez zamanı. Pekmez kaynatan yurttaşlarım pekmezleri bereketli ve lezzetli olsun inşallah.
Tebrik ederim Mahmut Bey, güzel bir anı yazısı.
Saygılar.