- 575 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ezik düşüncelerin kısık seslere dönüşmesi bu ruhsal savaş…
Kendine doğru, kendi kendine düşüncelerinde yaptığın yolculuk bu…
Tüm imkansızlıkları kendi içinde barındıran çoğu zaman uzaklara veya uzaklardan yakınlara doğru uzattığın düşünce boyutlarını çoğu zaman karmaşa olmuş kargaşa olmuş bir vaziyette kendi içinde biriktiriyor insanı…
Çoğu zaman bu vazgeçişlere kendi kendine imkânsızlıklarım diyor insan…
Ulaşamadığın veya avuçlayamadığın tüm düşünce ve istekler, baş edemediğin iç sıkıntılar imkânsızlıkları oluyordu insanın…
Ve bir gün tam bunaldığın zamanlarda tüm bu çaresizliklerine isyan edip, yarın sevgili yarın, inan ki yarın senin imkansızlıklarına erişeceğim diye feryat etmeye başlıyor insan…
Yarın sevgili, yarın bitecek bu savruluşlar diye avaz bağırmak istiyor insan ve böylece o kadar çok yarın istekleri çoğalıyor ki içimizde…
İşte o zamanlarda çaresizlik ruhumuza işliyorişliyordu…
Ve boş edilmez isteklerimimizle boğulup kalıyorduk başıboş dolaştığımız kulvalarda.
Ve çaresizlik topuk sesleri peydahlıyordu o kulvarlarda…
Ve ben senin gözdiplerinde, gözlerindeki karasıyla konuştukça acılanmalarım sonsuza gibi sarkıyordu…
Seni senle, kendimi senle, sevmiştim bu boşluklarla dolu yaşamın dolu kısmında…
Her gecenin senli bir düşü, her günümün senli nefes alışları vardı ki bu günlerde çoğu kelimelerle senli anlatımlara, senli oluşmuş acılara, sana ait izdüşümleri oluşmuş anlamlı zamanlara ulaştırıyor beni…
Bu kadar çok pişmanlıkların arasına sığmış öfkelerle beraber sevginin alışmış kıpırtıları içimde dolaşırken belki belki de dünleri özlemin bu günkü anlamı çıkıyordu ortaya…
Nefret edilen her anı gibi oraya sığmış önemsenen anılardı bu günkü yaşamımızda düşünce zamanlarına hükmeden…
Seni ben de sevmiştim sevgili, demeninde gerçeklik içindeki anlamında çoğu zaman boğuluyorum…
Yorgunlaşmış kış gecelerden sonra yorgunlaşacağım bahar ve yaz günlerine ulaştı bedenimizde kilitlenmiş düşler ve çaresizliklerimiz…
Önem verdiğim birine dediğim gibi, söyleyemediğim şeyler, vardı. Çoğu zaman bu söylenememiş sözlerle yaz boyu uğraş içinde yaşadım ve sonucuna ulaşamadığım belki de ulaşamayacağım o kadar çıkmazım vardı ki artık dibi delik bir çuvalın içinde farz ederek üsten salıp alttan çıkışını izliyorum ve gülümsemelerime uzayan anlar doğuyor içimde…
Derler ya, acılanmalar da gülümsetir bazen insanı…
Oysa ne acılanmaları hak etmiştik, ne de acılanma gülümsemelerini..
Belki de içimizde gelişen ter düşünce boş verilmiş zamanları yaşamaktı..
Boş verilmiş zamanları yaşamakbeliki de çaresizliği kabullenişti…
Uzun zamandır ilk kez içimdeki çocuğa kızıyorum. Olmadık zamanlarda, onmadık zamanları özlüyorum… Ne acı verici düş yığılışı. Onmayacağım zamanların içinde mutlu görünmek
Kendi kendimize kalabalıklaşmaya çalışıp, kendimizle kendimiz biz olmaya çalışıyoruz…
Veya
Seni ben, beni sen farzedip, biz olmak istiyoruz yaşamın düzlüğünde…
Oysa,
fırtınaları süküne erdirtmek mümkün değildi…
Hep döğüştük hayatla, baş edilmez kullanma denemelerini savuşturduk, vaz geçtiğimiz yaşam zamanlarından da döndük yaşama. Sadece kendimize, sadece sevgideki yerimize inandık. Dar zamanlarında sonun var olduğunu pişmanlıkların da yaşama dair olduğunu bilerek savunduk ve kaybettiğimiz güven duyguları ile yaşamdaki yerimize tutunduk çünkü haklıydık ve haklılığı savundukça güçlendik tutunduk var olduğumuz yere…
İçimizdeki teklik ile üremiş o kadar çok öfke vardı ki hepsinin asıl sebebi karşımızda duran diğer yarımızdı. Ve bizi biz olmaktan engelleyen sebepleri üzerinde biriktirirdi…
Evet sevgili, hiçbir zaman senle ben biz olamadık. Her şeye rağmen yıkamadık bu duvar engelini ve bu günlere sarkan acılanmalar her gün an be an yeni baştan doğarak bu günlere geldi…
Ve artık bende seni sevdim cümlesinin önemi her geçen gün azaldı…
Artık sen benim önemlin olmaktan kurtuluşa adım atıyordun…
Ve her gün biraz daha önemlin olmaktan uzaklaşıyordun…
Zaman yalnızlığı ile konuşuyor tüm sokakların alacasına,
sanki tüm sokaklar zamanla eş olup yalnızlığına koşuyor geceye doğru,
tüm düşünceler kendi kendine sarılıp kapanmışcasına tek olguya dalıyor,
zaman ve yalnızımsı düşler…
Öfkenin sindiği, anıların kendi kendine mayalandığı,
hırsların bütünleşerek geceyle dalaşmak için bütünleşmeleri,
sanki benim iç dünyam ile birleşiyor…
Alacasındayım gecenin,
tan yeri hasreti içimde
gözlerim dağınık bakışlarda
ve uzaktan bir Baykuş sesi ile irkiliyorum tekrar…
Sadece öfkeyi sabır ağırlaştırıyor,
sadece at başı gibi başını sıkıyor öfkenin sabır…
Aslında derinleşmiş bir başıbozukluk bu güneşin yolculuğu ile geceye doğru yoğunlaşmak…
Ama ardına gizlenen geçmişin öfkeli anıları var güçle bedeni hırpalıyor. Ve tüm geçmişten gelen çözümsüzlükler alabildiğine kızıştırarak…
Ve sevgili yoksunlıuğunun geçmişten gelen gizli daralışlarını…
Öfkenin düşüncedeki bitmeyen yol öyküsü bu insanın kendi kendine sessiz konuşması…
Belki de düşüncede yolculuk dedikleri bu anların yaşandığı zamanlar…
Veya yaşamın çoğul kabullenilemeyen an zamanlarının düşüncedeki kesiklikleri…
Yavaş yorgun düşünceler dolaştığım yaşam zamanlarının bitimsizliğinden kurtuluyorum ve düş yorgunu zamanların çoğaldıkça çoğalmasının bitkinliği düşüyor üstüme. Ve umut peşinde koşanları düşündükçe, az biraz teselli buluyorum iç dünyamla…
Geceye haykırmak, dolu dolu feryat etmek, kendime dair düşüncelerden, feragat etmek, kendime güvenmek istiyorum…
Tüm eskilere, tüm eskimiş anıların düşünce zincirini parçalamak veya kendime sadece, kendi kendime haykırmak, ağlamak veya ağlayarak haykırmak istiyorum geceye hak etmediklerimi yaşadığım için…
Sonra düşünmek , gereksiz şeyler yaptığım için, azap duyduğum düşüncelerle yine de geceye ağlamaktan vazgeçiyorum, feryat etmekten ve sadece saklanmak istiyorum geceye…
Gene acılarla nefes aldığım gecelerden birinin içine düşüyorum…
Tek başa bir başa efelenmek bu gecenin geçine…
Çoğulda yalnızlığı içtiğim gecelerde başımı ışıktan kaçırırcasına gözlerimi örtüyorum kendi kendime ençok konuştuğum zamanlar bunlar…
Başı sonu olmayan konularla cebelleşip sonunda kökünü tüketinceye kadar irdeleyip, o acılanmaların yürek yırtan gizeminin içine dalıp çoğu zaman kendime acıyorum…
Sevgi içinde kahramanlar, ver al savaşı içinde varoluş savaşı veriyordum sanki…
Ezik düşüncelerin kısık seslere dönüşmesi aslında bedenle ruhsal bir savaş halini yaşıyordum…
Unutulmaz sevgilerin asil kahramanlığına soyunmuştum sanki…
Tek mesele kendini haklı görme isteği olup, sevginin diğer kahramanı ile didişme çabasıydı belki de acılanmaların asıl sebebi…
Oysa canındı, oysa nefesindi, oysa umudundu, sevginin diğer nefes alanı…
Ve çoğu zaman da nefesim dediğindi aslında…
savaş bu yüzden kendi kendinle yapılan kısmı uzun bir yaşam içinde devam ediyordu…
Aslında savaşa rağmen sevgi içinde sevgili ile didişme demekti ve bu savaşın kahramanı hiçbir zaman olmuyordu ve sadece geriye kalan pişmanlıklardı…
Severken sevdik, daha sonra sevgimin pişmanlıkları içinde yaşam savaşı veriliyordu ki işte o zamanlarda bu pişmanlıklar sonsuza azap getiriyordu…
En çok yapabildiğimiz imkansızlık kendimize ait gülücüklerden birkaçını fotoğraflamak oluyor galiba…
O kadar az gülen fotoğrafımız var ki bir elin parmaklarından az oluşu çoğu zaman hırpalıyor beni… Gülen fotoğraf denilince ençok insanın içi bu bu konu ile daralıyor. Veya yüzü bu konu ile acılanıyor. Neden sevgi zamanlarının mutlulukla yaşandığı anların bir tek karelik fotoğrafı yok? Bu kadar mı çok acılandık veya kendi mutluluk fotopraflarımızı kendimiz mi kıskandık?
Sen sevgili, neredeler senin ençok kahkaha attığın anların bir tek fotoğrqafı veya nerede mıhlandı o kahkaha seslerimiz, hangi gecenin sabahına ulqaşamadı da tosladı duvarlara?
Bir tek gülen fotoğraf karesini bile mi hak etmedi bu yaşam?
Neden saklanamadık o gülüşlerin içine? Bir kez bileolsa gizlenip donmadı gülüşlerimiz fotoğraf kartlarına…
Dedim ya, gece güne ulaşıncaya kadar gene anılar veya acılanmalarla geceye hayıflanacağız…
Bu gün oldukça çok hırslı başlıyorum güne…
Karasız ve öfkeli..
Geceden düşen yorgun düşler, güne öfke ile başlıyor…
Ters bir zaman dilimi ile elimde koyu bir nes cafe ile ne zamandır ağzım acımtırak ve kavruk.
Düşüncelerim de buna benzer sıkıntılı ve dağınık… Elimde yazarıölmüş bir kitap ve ben…
Ölgün anıların etrafında kendime uygun cümleler bulup altını çiziyorum… Yazarın hayatını ve öfkelerini bilmesem, her cümle bu kadar tanıdık olmayacak…
Gecenin sesinin tınısı ve gün ışığının tınıwsını yazıyor akşamdan kalma baş ağrıları ile.
Aynı duygularla çatıyoruz sabahın ilk ışıklarındaki baş ağrılarımıza…
Aslında kırık ve kesik öfkeler bunlar.
Nedense haklılığımız yok sadece şikâyet etmek çözüm getirmiyordu. Belki de biz yazdığımız cümlelerle yetinmiyorduk. Yazgımızdaki öfkelenmeler, yazdıklarımızdan çok fazla sert ve iç yırtandı. Sadece benzer kaderleri yaşamış iki kalem gerisi kelime cakası satmak…
Biz söz verdiğimiz zamanlarda yaşıyorduk hepsi buydu öfkemizin dar kısmı…
Hâlâ anlayamadığım bir olgu içindeyim. Bu kadar geniş zamanın içinde zamansızlıkla yaşıyorum ve hep buna ait beden sıkıntıları… Belki de aslında hâlâ yarınlardan korkuyorum…
Her gün geceye uzanırken başlardı bu ezik düşünceler... Ve gece boyu devam ederdi kısık seslerin kâbusu...
Çok gençti, çok hızlı düşünürdü ve çok yavaş konuşurdu…
Düşüncelerini kimseye söylemez, hele bana hiç söylemedi…
Sadece beni düşündüğünü ve benim için yapamayacağı hiçbir şeyin var olmadığını, acılarımın tümünü taşıyabileceğini, en büyük arzusunun benim mutlu gülüşlere sahip olmamı istediğini söyler ve hayatını bana adadığını hep belirtirdi. Ve ben inanmıştım ona, o varken bana bir şey olmaz düşüncelerimi taşırdım… Ve onsuz yalnızımsı yaşayabileceğimi hiç düşünmez, ona tutsak yaşamayı seçmiştim. O da varlığını bana eşleştirmişti yıllar yıllar boyu.
Ve biz birbirimizde sevmeyi öğrenmiş hatta sevgilerin kurallarını çoğu zaman biz kendimiz için yazmıştık.
O bana bensiz, ben ona onsuz yaşayamayacağımızı söylerdik. Bana can, ben ona canım derken, ona hayatın bu yalnızımsı zamanlarını hiç düşünmemiştik ki yanılmışık…
Çoğulda o beni anlatırken, güçlü kalemi ile ben onu yazmayı hâlâ bitiremedim, yanılmışım…
Mustafa yılmaz
Mordoğan-İzmir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.