TÜLAY'IN SARDUNYALARI... (3)
ÜLAY’IN SARDUNYALARI... (3)
Nişantaşı’nın her köşesine sirayet etmiş Yahudi teksilcilerin görkemli dükkanları Paris sosyetesinin alış veriş yaptığı dükkanlar kadar göz kamaştırıcıydı. Her çeşit tekstilin pazarlanıp moda dünyasına Türkiye’nin açılan kapısıydı. Dünyaca ünlü modacıların, mağazaların mamüllerini burada yaptırır ama kendi ülkelerinin markasını vurdururlardı. Türk’ün pamuğu, ipliği, dokuması, fabrikası, işçiliği, göz nuru Türk’ündü! Alın terinin ucuza kapatıldığı Nişantaşı, ezilen emekçilerin alın terlerinin değersizliğini paha biçilmez yüksek raiş fiyatlarla pazalanırdı dünyaya bir avuç yahudi, rum, ermeni zengin. Her ne kadar ezilmişlerin alın terleri Nişantaşı’nın kaldırımlarına heba edilsede, namının dünya markası oluşu unutturuyordu gerçekleri.
Pırıl pırıl geniş caddeyi el ele dolaşıyordı Tülay’la, Kağan. Tarihi binaların üzerlerine çökmüş yorgunluğuna dikkalice bakan Kağan, elindeki boynundaki fotoğraf bakinasını almak için Tülay’dan müsade isteyerek:
- Aşkım, şu tarihi binalara vurulmuş tamgalar, özel işaretler ne kadar ilginç değil mi? Bunları fotoğraflıyayım.
- Evet bitanem, gerçekten harika yapılar. Bak şu karşıdaki binanın üzerine işlenen motiflere bakar mısın? Sanat ve sanattan öte her biri çzel anlam ifade ettiği kesin.
- Bak, bak! dedi Kağan heyacanla. Çok ilginç bir işaret var şu binanın en son katındaki duvarlarında. Taş oymalı Türk tamgası ama nazi Almanyasının işaretleri gibi... Ama bu motifler bizimdir. Hindistanda bir dini tarikat hala kullanır bunu; aslında bizimdir.
Tülay’da şaşkın ve heyacanlı bakışlarla binayı izlerken hayretler içinde kalışını gizleyemiyordu. Belkide hiç görmemişti yıllardır burada yaşamasına rağmen. Kağan’ın kesin ve dikkatli bakışlarından kaçış yoktu. Gezdiği yerler en ayrıntılarına kadar inceleyerek bakardı. tarihe olan sevgisinden dolayı. Ortaokul çağında tarih öğretmeni Oğuzhan aşılamıştı tarihe olan aşk ve sevgisini. Gittiği yerlere fotoğraf makinasını alır, enterasan gördüklerini çekerdi.
Sekiz kare fotoğraflar çeken Kağan, fotoğraf makinasını bıonuna geçirerek Tülay’ın elinden tutarak, parmaklarını parmaklarına geçtirdi. Osmanbey’in arnavut kaldırımları adımlanırken bir hayli ilerlemişleri ta Şişli camisine kadar. Caminin sol tarafındaki dar caddede yürülerken dergilerin, günlük gazetelerin satıldığı büfeye vardılar. Günlük olarak okuduğu Ortadoğu gazetesinden alıp oradan uzaklaşırlarken Tülay:
- Bitanem, sanırım biraz yorulduk. Az ilerideki kafede bi soluklanalım. Buranın çayı nefistir. Çay içerken bi de sigara telleteyim ben.
- Olur aşkım. Dinlenmiş oluruz. Şu mereti içmeden edemiyorsun ha, derken gülüyordu Kağan. Yıllar öncesinden sigarayı bırakmıştı. Tülay’ında bırakmasını çok istemesine rağmen başarılı olamamış, ’’atın ölümü arpadan olsun’’ sözünü derdi Tülay..
Tarfiğin kalabalıklaştığı dar caddede arabaların gereksiz klaksiyonları arasında ilerlerlerken paşaja giren aralığın köşesinde dikelmiş altmış yaşlarını gösteren, telimsiz, kirli sakallı, sigarnın nikotinlerinden sararmış kalın bıyıklı, keskin bakışlı, üstü başı düzensiz, ağzında lafları geveleyerek bir şeyler söylüyordu gelip geçenlere. Elindeki beyaz poşetleri açarak içindekileri göstererek satış yapmaya çalışıyordu. Kimseninde ilgisini çekmiyor, bakmadan geçip gidiyorlardı. Kağan’la Tülay adamın yanına geldiklerinde adam sesini kalınlaştırarak:
- Buyur abla, çiçeklerim var. Abi belki almak ister, bakın bakın!
Tülay, adam baktı, çatık kaşlarından ürkerek bir adım geri çekildi. Kağan’a :
-Aşkım, adam çiçek satıyor galiba ama çiçeklerde çiçek olsaya. Ne ki onlar? Kurumuş ağaç dalı gibi!
- Bebeğim, dur ben bir sorayım neymiş bunlar, diyerek adama yaklaştı. Göz göze geldikleri adam tebessümle yüzüne baktı Kağan’ın. ’’Alacaklar’’ umudu ile:
- Ağabey, bu torbada beş kök sardunyam var. hepside ayrı ayrı renklerde. Severseniz çok ucuza vericem size. Ağabey, yengeme hediyen olsun.
- İyide kardeşim, bunlar nasıl sardunya? Kurumuş gitmişler. Sen bize işi bitmiş sardunyalarımı satacaksın?
- Ağabey sana yeminle, Allah aşkı için yalanım yok! Hepside güzel. yaprakları biracık sararmışlar ama saksılarını ve toprağını değiştirirseniz inan bana çeşit çeşit açacaklar. Bakma sen bunalrın böyle garip oluşuna. Hele bir akdın eli değisin bunlara, her biri gürleşip delikanlı olıur ağabey.
Kağan, eşine dönerek;
- Aşkım ne dersin, alalım mı? Sardunyalar harika kokarlar biliyorsun. Bunları öldürmeden büyütebilir miyiz ki?
- Bilniyorum valla... Eğer istiyorsan alalım, deneriz.
Kağan, seyyar satıcıya;
- Tamam alacağız ama kaç para vereceğiz? Şu kurumuş sardunyaları bize kazıklama!
- Ağabey şu torbada hepsi tamı tamına beş kök ve her biri ayrı renklerde. Tek fiyat söylicem. Beş lira hepsi. Bu fiyata vermezdim ama dikile dikile yoruldum, gideceğimde ondan ucuza veriyorum.
Kağan, Tülay’ın gözlerinin içine baktı. Tülay, ’’alalım’’ der gibi bakışlarla karşılık verince cizdanından çıkardığı beş lirayı adam verip sardunyaları torbası ile birlikte aldı. Kağan’ın pek umudu yoktu yaşayacaklarından.
- Hayırlısı ile aldık bakalım aşkım. Gerisi sana ait. eve giderken bize yakın çiçekçiden toprak ve saksı alırız. Onları saksılarına yerleştirir, balkona koruz ve bekleriz yeniden doğuşlarını.
- Onlara benim elim değince güzelleşecekler, bak göreceksin aşkım. Onlara çocuklarım gibi bakıcam, dedi Tülay.
Bir elinde sardunyalar torbası, diğer elinde Tülay’ın eli, doğruca kafeye gittiler...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
17 Ağustos 2015 Perşembe 23.20 Lahey
YORUMLAR
Hadi hayırlısı, Tulay sonunda sardunyalari aldi, hem de ço ucuza.
Bekleyip görecegiz nedenli güzel olacaklarini.
Tebrikler kardeşim, selamlar
Söylemeyi unuttum, benim de eskiye merakım çok, ne zaman bir eski evin önünden gecsem içim cızlar dönüp dönübp bakarim.
Bazen düşünürüm de, şu eski terk edilmiş tren istasyonlarıni devlet kiraya verse gidip birine yerlesirim.
Kuyudan su çekmek pahasına da olsa :-)
direniş
çokca selamlarımla... uzaklardan...
direniş
selamlarımla... uzaklardan...