- 828 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Bildirgesi Üzerine Bir Değerlendirme
Yaşatmak için var olduğumuz topraklarda öldürülmek istemiyoruz!
Yaşatmak için var olanlar ile kastedilen kimler? El cevap: Doktorlar! Var olunan topraklar neresi: Bir kısım doktorların görev yaptığı vatan coğrafyası! Ya “Öldürülmek istemiyoruz”un anlamı? Öldürülmek, pasiflik-meçhullük ifade eden fiil çatısı; yani öznesi(faili) belli değil! “Birileri tarafından “öldürülmek” mi gerçekten? Bu fiili işleyenler belli değil mi? Adı yok mu? Öldürülme tarzına bakılırsa; bu öldürülmeler kalleşçe, pusu kurarak, içimize sızarak yapılmıyor mu? Bunun “terörizm” olduğunu dünya âlem biliyor da, biz mi bilmiyoruz acaba? O zaman verdiğimiz yanıtları birleştirerek söyleyelim: “Hipokrat yemini ederek görev yaptığımız bu vatan topraklarında, PKK terör örgütünün hain saldırılarına uğrayarak ölmek, hayattan koparılmak istemiyoruz!” demek gerekmez miydi? Bunu demek Türk Tabipleri Birliği’ne niçin zor gelmiştir acaba?
Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde görevli meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul, kendi aracıyla seyir halinde iken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.
Olay taze henüz; şehit doktorumuza Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı ve sabırlar dileyelim öncelikle. Şehidimizin tek suçu; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir vatandaşı (çünkü onu şehit eden hainler onun doktor olduğunu bilmiyor o sıra) olarak bile değil; sadece bir “insan” olarak kendi aracıyla Diyarbakır-Kulp arasında karayolunu kullanmanın hak ve özgürlüğünden yararlanması! Hainlerin yol kesip kimlik sorduğunu görünce aracıyla kaçmak istiyor can havliyle! Orada şehit ediyorlar acımasızca, genç doktorumuzu. Ama Türk Tabipler Birliğini’nin ifade ettiği gibi “uğradığı silahlı saldırı sonucu” değil. Çünkü bu ifadede özneyi ve öznenin fiilini “örtme-hafifletme” çabası var! “Saldırı” sözcüğü kurtarmaz bu ifadeyi. Ya ne demeliydiler? “Karayoluna pusu kurup yol kesen PKK’lı teröristler, Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde görevli meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul’u, kendi aracıyla seyir halinde iken, alçakça şehit etmişlerdir”.
Ülkemizi kan golüne çeviren, okul sıralarını doldurması gereken yaştaki çocuklarımıza tabutları reva gören, söylemleri ile mevcut çatışma ve şiddet ortamını tırmandıran herkes Dr. Abdullah Biroğul’un katlinden sorumludur.
Bu cümlenin öznesi “herkes!” Bu sözcük “belgisiz zamir”dir, özneyi belirgin kılmaz! “Ülkeyi kan gölüne çeviren herkes”, “okul sıralarını doldurması gereken yaştaki çocuklarımıza tabutları reva gören herkes”, “söylemleri ile mevcut çatışma ve şiddet ortamını tırmandıran herkes” demiş olursunuz! Şimdi soralım: 1. Ülkemizi kan gölüne kim / kimler çevirmiştir veya çevirmektedir? 2. Okul sıralarını doldurması gereken yaştaki çocuklarımıza tabutları reva görenler kim / kimlerdir? 3. “Söylemleri ile mevcut çatışma ve şiddet ortamını tırmandıranlar kim / kimlerdir? El cevap: HERKES! Askeri, polisi, sivil vatandaşı gece evinde uyurken, tuzağa çekip, yola mayın döşeyip, işyerinde infaz ve şehit edenler, gerçekten “herkes” midir? İki sene boyunca barış gelsin, barış olsun diye çırpınan siyasi iktidar ve ona destek veren masum yöre halkının onca desteğine rağmen gizli gizli örgütlenen, silahlanan, devletimize başkaldıran, dış güçlerin taşeronluğunu yapan “herkes”; yani PKK siyasi-sivil-silahlı terör unsurları değil midir? Bu özneyi “flu” hale getirip “belirsiz” kılmak Türk Tabipler Birliği’ne daha mı kolay gelmiştir? İyi ama, niye?.. Şehit doktorumuz Abdullah Biroğul’un katlindeki sorumluluğu “herkes”e yüklemek, nasıl bir vicdan tasarrufudur acaba?
Sağlık emekçilerini hedef alan, sağlık kurumlarını işlemez hale getiren, halkın sağlık hizmetlerine erişim hakkını engellemeye varan bu şiddet ortamı, ülkemizin tarihine yazılan kapkara bir leke olarak anılacaktır.
Şiddet ortamı, istisnasız bütün ülkenin “engel”idir! Şiddet ortamı kendiliğinden ortaya çıkmamış, adeta bir komutla tırmandırılmıştır. Şiddeti tırmandıran özne, yukarıdan beri tespite çalıştığımız şekliyle ve kabulüyle “Herkes”tir! Devlet ve onu yöneten erk, anayasal yetkisine dayanarak, ülkenin bütünlüğünü ve varlık hukukunu, vatandaşının can güvenliğini korumak için silahlı güçlerini etkin bir şekilde kullanmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Buna kabaca “nefs-i müdafaa” adı verilir! Ülke tarihine bu leke yeni düşmemiş; “çözüm süreci” ayrık tutulursa, en az 30-35 senelik bir lekedir! Bu lekeyi temizlemeye çalışan gerçek ve samimi hamleler, son 13 senelik siyasi iktidar zamanına denk düşer.
Toplumsal barışın bir an evvel yeniden tesis edilmesi gereğinin yanı sıra; halkımıza sağlık hizmet sunumunun “sağlıklı” bir şekilde sürdürülebilmesi, sağlık hizmetleri ve emekçilerinin can güvenliği ve iyilik halinin korunması için de mevcut çatışma ve şiddet ortamı ivedilikle sonlandırılmalıdır. Defalarca yinelediğimiz çağrının ısrarla arkasındayız: Türkiye Büyük Millet Meclisi görevini yapmalı ve bu çatışma ve şiddet ortamı bir canımızı daha aramızdan almadan sonlandırılmalıdır. Unutulmamalıdır ki barış bir lüks değil, yaşamsal bir ihtiyaçtır. Gece gündüz halkımızın sağlığı için emek veren meslektaşımızın hayatına mal olan bu saldırıyı öfkeyle kınıyoruz. Sorumluların yakalanması ve adalete teslim edilmesi için elimizden gelen tüm çabayı ortaya koyacağımızı ve konunun takipçisi olacağımızı kamuoyuna bildiririz.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Anket yapsanız, istisnasız-özel hesapları olan küçük bir güruh hariç-yurt içi ve dışındaki her bir vatandaşımız “kalıcı” bir barış istediğini söyleyecektir. Buna şüphe yok. Barışın nimetleri; hizmet kalitesinde, can güvenliğinde, ekonomik ve sosyal hayatın canlanmasında kendini gösterir. Ama her nimetin bir külfeti var! Bazen barışı tesis için savaşmanız gerekir! “Yurtta sulh, dünyada sulh” düsturunu savunan Mustafa Kemal ATATÜRK, en çok savaşmış, savaşmak zorunda kalmış bir askerdir aynı zamanda. Demek ki, “barış... barış!..” demekle barış gelmez! Çatışma ve şiddet ortamının müsebbibi, meşru müdafaa halindeki silahlı devlet güçleri değildir çünkü. Devlet diyor ki: “Elinizi silahtan çekin ve onları bir daha elinize almamak üzere gömün! Hak ve hukuk arayışı içinde iseniz, siyaset yoluyla ( ki, sizi temsil ettiğini iddia eden bir siyasi temsilciniz var Meclis’te!) yapın mücadelenizi.” Ama barış istemenin kararını “savunma” konumundaki silahlı kuvvetler vermez! Saldıran PKK unsurları olduğuna göre, barış isteği ve barışın şartlarına uymak oradan gelmelidir! O zaman, gerçekten barış isteyenlerin muhatap alacağı, hedefe koyacağı, olup bitenlerin hesabını soracağı adres de bellidir. Türk Tabipler Birliği, bu adresteki “özne”yi açıkça belirtmedikçe, onu sorumlu gösteren bir söylemi kamuoyu ile paylaşmadıkça, çağrısındaki “samimiyet” ister istemez sorgulanacaktır!
........................................................................................
(*) Koyu yazılar, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi bildirgesi metnidir.
PKK’ya dokundurmadan, sanki hendek kazan, bomba patlatan ve barışa kurşun sıkan devlet güvenlik güçleriymiş gibi bildiri yayımlayan binkusur akademisyene(!) İstanbul Tabip Odası destek vermiş: "İstanbul Tabip Odası yönetim kurulu olarak, dünyanın tüm çağdaş ülkelerinde kendilerinden beklenen bir davranışı sergileyen Barış için Akademisyenler İnisiyatif’ini saygıyla ve hürmetle karşılarken bu davranışlarından dolayı kutluyor ve desteklerimizi bildiriyoruz. Hükümeti bu bilim insanlarına yönelik cadı avına derhal son vermeye çağırıyoruz." 15.01.2016 (Demek ki, yukarıdaki yazının tespiti aynen geçerlidir).
YORUMLAR
Nasıl yorum getireceğimi bilemedim yazıya.
İnsanın içine bazen bir şeyler gelir oturur,
ne yapsanız, ne tarafa dönseniz, ne söyleseniz rahatlayamaz,
bir sıkıntının sevimsiz girdabında yuvarlanır durursunuz ya;
işte tam o durumdaydım bu Türk Tabipler Birliği Merkez Bildirisini okuduktan sonra.
Bu kuruluş,
adının başındaki Türk sözcüğünü asla hak etmiyor diye düşünüyor,
içimde birikeni dışarı atmanın yollarını arıyordum.
İşte,
tam böyle bir zamanda yetişti imdadıma yukarıdaki çalışma.
Ne söylemeli?
Aline, koluna, yüreğine sağlık yazarım.
İmkanım olsa da,
seni gönlünden öpebilsem.
Reva
nitemtran
Konuyla alakalı diye belki ilginizi çeker.
http://serbestiyet.com/Yazarlar/bagzi-ekmekler-daha-mi-kutsal-166122