- 492 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünmek
Düşünmek
Düşünmek ile bilmek aynı olmadığı gibi öğrenmek ile bilmek de aynı değildir! Bir şeyi düşünmek, onu bilmeye kapı açar ama bir şeyi öğrenmek, her zaman bilmeye kapı açmaz; aksine öğrenmek, bazı bilmeye kapıyı kapatır.
Düşünmeyen ama pek çok şey bilenler, öğrendikleri ile kendilerini kapamış olanların açmazı, “Kısır döngü” ve “Kaos” doğurur! Yani öğrenmek, bilgi almak ile olabilir ama bilmek, bu bilgileri düşünce ile işlemektir! Ham madde ile işlenmiş madde gibi! Ham madde, demir; işlenince makine olur!
Bilgi kaynakları, bir şekilde yozlaşır ve egemen olanlarca sınırlanır ise düşünce, bu açığı kapatır! Bu nedenle “Düşünür” olanlar, eski nakil bilgileri ezberleyip “Bilge” görünenlerden daha ilerde fikir üretir! Bu nedenle bilgi değil, düşünce hedeftedir! Çünkü bilgi sınırlıdır ve sınırlanabilir! Düşünce, sınırsız ve sınırlanamaz! Burada düşüncenin açıklanmasında, bir sınırlama söz konusu! O dahi düşünceyi yani bilmeyi engelleyemez! Demem o ki düşün, bil! Açıklamaya izin yok ise açıklama! Yani düşünmeyi bilen zaten bildiklerini açıklamasa da o evrene yayılacaktır! Bu iddia yeni de değildir! İnsanlar yeter ki düşünsün, mutlaka bulur; bilirler! Demek ki insanların çoğu, düşünmüyor! Bu da hazır bilgilerin kolayca kabulüne zemin hazırlıyor! Bakınız “Kabul” konusu önemlidir! İnsanlar, kabulünü yaşar! Evrensel işleyişte hiç kimseye kabul etmediği, gelmez! Ayrıntısını “Kendini Hakikat Hakikati Hak Bilmek” yazılarımda yazdım!
Eski zamanın bilimsel veya sosyal öğretilerini, en ince ayrıntısına kadar ezberleyenler, bilmiş olmuyor! Bilmek, öğrenmekten daha ileri bir durumdur. Yunus; “İlim, kendin bilmek” diyor ya; kişi, kendini eski zaman hikayelerinden öğrenemez; sadece, eski zamanda yaşamış olanların halleri ve o zamanın ruhu hakkında ham bilgi alır! Bu bile neden olmuyor, aşağıda yazacağım! Kişi kendisini düşünerek bilir, bulur! Bunu da bizzat kendisi yapmak zorundadır, birileri onun için düşünemez ve onun namına bilemez! “İlim, kendin bilmek” Bu bilgileri ezberlemek o zamana dair “Bilmek” kapsamında bir fayda sağlamaz! Yani eski zaman bilgileri, şimdiki zamandaki “Bilmek” değildir!
Tarih bilimini düşünelim; eski zamandan bilgi nakli nasıl olur?
Cevap: Yazılı ve sözlü bilgi aktarımı ile olur; evrensel olarak da uzaydan yansıyan ışıkları ve parçacıkları izleyerek, değerlendirerek, Dünya için yeryüzü, yeraltı ve gök incelenerek yapılan değerlendirmeler ile olur!
Nakli bilgiler için; eski zamandaki egemen krallar ve hanedanlar, firavunlar, ne kadarına izin verir ise o kadar yazılı kaynak, yakılmaktan ve yıkılmaktan kurtulur! Buna dair ayrıntıyı bilirsiniz, tahrif edilen bilgilerin nasıl yenilenmeye çalışıldığını! Yani eski zamandan günümüze gelen tüm bilgi kaynakları, bir şekilde elemeden geçirilen ve geriye elde kalanlardır! Bu kalanların da egemen bir süzgeçten geçmesi kaçınılmaz! Yazının bulunmasıyla tabletlere geçen tarihsel bilgiler dahi süzgeçten geçmek durumundadır! Eski zamanlarda taş ve kil tablete yazı yazdırmak ve onları muhafaza etmek, masraflı bir iş; bu nedenle sadece egemen olanların yazdırdıklarına ve izin verdiklerine ulaşmak mümkün! Ordularla yakılıp yıkılan kütüphaneleri bilirsiniz. İskenderiye kaynakları, yağmalanıp egemenlerin halka hakimiyet kurmasını sağlayacak bilgileri, gizli olarak kullanılması ve kütüphanenin yakılması manidardır! Kadim bilgiler, kullanılarak bazı sihir ve büyü sanılacak tesirler ile kutsal sayılacak makamlar elde edilebilir!
Diğer evrensel kaynaklar; mesela bilim adamları uzayı, “Işık” ile inceleyebiliyor! Işığın tayf ve dalga boylarından ilk üretildiği zamana dair geriye doğru bir bakış yapmış oluyor! Mesela bazı yıldızların ışıkları varlığına delil olsa da belki o ışık milyar yıl öncesine ait ve şu an o yıldız orada belki de yok! Bu geçmişten, geleceğe bilgi aktarımının tam olmadığının delilidir! Maddenin entropiye tabi olması ve “Işık duvarı” ( Işığın saniyedeki hızı ile gelebildiği mesafenin sınırı ve bükülmesinden dolayı, doğru takip edilemeyeceği konusu) evrenin ilk aşamalarına dair doğru bilgilere ulaşmayı engelliyor!
Bilimsel alanda ve sosyal alanda, eskiden gelen veya ulaşılabilen sınırlı veriler, eskiyi tam olarak temsil etmiyor! Bu nedenle eski kaynaklar, yanıltıcı olabilir! Düşünce ise sorun çıkarmaz! Her şey, sınırsızca düşünülebilir ve bilmek noktasında değerlendirilebilir! O halde düşünceye önem vermek akıllıca olur! Düşünceleri, açıklamak bile gereksiz! Düşünmek yeterlidir!
Son tahlilde; iletişimin bile telepati ile olmasının hayal edildiği bir süreç var, geleceğe dair! Yani insanlar aslına erişecek, aslından uzaklaştığı kadar aslına dönmek durumunda kalacak! Mevlana’nın da işaret ettiği gibi “Bir düşünceden ibaret olan insan” varlığını düşünce ile izah edebilir! Düşünce gücünün frekans bulması için “Düşünmek” gerekir! Korkmadan sınırsızca düşünmek ve bunu açıklamak da gerekmez! İnsanın aklına gelenden sorumlu tutulamayacağı açıktır! O halde açıklamaya gerek yok, hadi düşünelim. Bakalım evrende ne gibi değişiklikler olacak? Tahrif olmuş nakillerin “Ezber hakimiyeti” yerine “Düşüncenin gücü” geçebilir! Güzel düşünen, güzel sonuca ulaşır!
Bir düşünce, evrensel frekansa dair ise işlemesi için açıklanmasına veya o düşünce lehinde propaganda yapılmasına bile gerek yoktur! Buna inanmak gerek, yani inanç dediğimiz şey, bir açıdan da evrensel işleyişe dair düşüncelerin bütünüdür! Yani düşünce evrensel ise bir tek kişi, onu evrende frekansa çevirebilir! İşte size muazzam bir güç! Düşünce gücü! Evrensel olmayan düşünceler ise önce düşünene ve onun gelişmesinde rol alanlara, ona katılıp frekans haline getirenlere sıkıntı getirir! Evrensel adalet böyle işler ve herkes kendi düşüncesine karşılık bularak sonuçlarını, mutlak adalet içerisinde, kapsamında yaşar!
Saygılarımla,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.