- 449 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KÖLÜK İSMİ VE HARÇLIK
Maziye yolculuk yaparak çocukluğuma gittim…
Ekmek parası için hangi işleri yaptım diye düşündüm…
Babamın vereceği harçlığı bekleyen bir asalak çocuk muydum?
Babasına yük olmak istemeyen, kendi harçlığını çıkarmak için çabalayan bir çocuk olarak mı günlerim geçti?
Bu soruların cevabını ararken Kâhta Eski çarşısında, çocuk Mahmut olarak dolaştım…
O günleri yeniden yaşadım…
Bir ömür süren harçlık ve ekmek parası mücadelesini gözden geçirdim…
Bu uzun yolculukta çalıştığım ve yaptığım işler beni de şaşırttı…
Maziye birlikte yola çıkalım…
1952 yılının soğuk yılbaşı gecesi doğmuşum…
Babam Kâhta’nın eski çarşısında, demircilikten ekmeğini kazanan bir yetim ve yalnız adam: Mustafa Cantekin…
Annem, 1800 yıllarının sonunda, Birimşe’den Kâhta’ya gelip yerleşmiş Bedi Elçore’nin kızı Adile Çorman…
İkisi kız, üçü oğlan beş kardeşler…
Annem, babamla evlendikten sonra Cantekin soy ismini almış…
Ben doğduktan sonra annemin kucağında, demirci dükkânına götürülüp getirilmişim…
Yürümeye başlayınca annemle, ablamla, ağabeyimle birlikte dükkâna gidip gelmişim…
Tek başıma gidecek yaşa gelince dükkâna gidip geldiğimi hatırlıyorum…
O günlere ait bir anımı sizinle paylaşayım…
Çok küçüktüm. Babamın dükkânın içinde gezinirken, yeni bilenmiş bir orağa, görmeden topuğumla basmışım…
Yalınayak olmalıyım… Orak topuğumu kesti. Babam yaraya kül bastı. Bir bezle sıkıca sardı… Yanıma birini vererek eve gönderdi…
Balerinler gibi yaralı ayağımın parmak ucuna basa basa ve ağlaya ağlaya eve gittiğimi hiç unutmadım…
İlkokula başlamadan babamın demirci dükkânında küçük çıraktım…
İlk önce kelle (hayvanların baş ve ayakları) temizlemeyi öğrendim…
Okula başladığımda kelle temizleme paraları harçlığımdı…
Babam, temizlediğim kellelerin parasını bana verirdi.
Sabah namazına babamla beraber gider, namazdan çıkınca dükkânı açardık…
Akşamdan ocağa attığımız bir ya da iki merkep yükü meşe odunlarını tutuştururduk…
Odunlar köz olunca işe başlardık…
Kasaplar da dükkânlarını açmış, kelle satmaya başlamış olurlardı…
Gelen kellelerin burnuna şişi sokar, ateşin üzerinde kıllarını yakar, bıçakla temizlerdim…
Hayvan ayaklarının derisinin altına şişi sokar, aynı işlemi yapardım…
Tek bir kıl kalmazdı… Hayvanın derisi Amerikan bezi gibi bembeyaz olurdu…
Kelle temizliği parası, benim harçlığımdı…
Telden araba yapmayı öğrendim…
Çocuklara satardım…
Tel arabalarının parası, benim harçlığımdı…
Kama yapmayı öğrendim…
Balıksırtı kamalar…
Ortasına oluk yapardım…
Keçiboynuzunun sarısından kamaya sap yapardım…
Sıcak külde boynuzu ısıtırdım… Pamuk gibi yumuşardı… Boynuzun içindeki beyaz kemiği çıkarır, boynuzu mengenenin ağzında sıkıştırırdım…
Sıcak külde yumuşamış boynuz, mengenenin ağzında dümdüz olurdu… İşe yaramayan kısımlarını sıcakken keserdim…
Kamanın sapında üç delik açardım… Boynuzda da üç deliği açar, çivilerle perçinlerdim…
Eğe ile boynuzdan yaptığım sapı, kama sapına göre eşitlerdim…
Kamaların parası, benim harçlığımdı…
İlkokul son sınıfta Teksas Tommiks çizgi romanlarını Adıyaman’dan alıp babamın dükkânın önünde tezgâh açarak sattım…
İsteyen kitabı satın alırdı.
Bazıları ise geri vermek şartı ile para verip okurlardı…
Teksas Tommiks çizgi romanlarından kazandığım para, benim harçlığımdı…
Bir yaz Eski Çarşıda Ramazan Terzi’nin kahvesinde çalıştım…
Kahvenin şefi, sonradan bekçi olan Hemo’ydu…
Kahve çıraklığında unutmadığım iki şey var…
Öğle yemeği için fırına patlıcan ve biber atardık.
Şef, patlıcanla biberi tokmakla ezerdi. Sarımsak ezerdi. Tepsiye koyup, üstüne yağ dökerdi… Tekrar fırına verirdik…
Fırında tepside pişen yemeği alır, kahvede sıcak pideyle yerdik…
Bu yemeğe soğulme (dövmeç) derlerdi…
Bir de kahvede dondurma yapılırdı…
Tahtadan yapılmış fıçıya buz konurdu. Buzun içine dondurma sütü konan ağzı kapalı kova konurdu. Buzun içinde eski usulle dondurma yapardık… Satardık…
Kahvede aldığım para, benim harçlığımdı…
Bir yaz, Hasan Boğa’nın Çetinkaya oteli bitişiğindeki fırınında işçi oldum… Pasa taşıdım… Yumak yapıp tartardım…
Haftalığım iki buçuk liraydı…
İki buçuk lira benim harçlığımdı…
Yurdakullar Otelini Sabri Bozkurt çalıştırırdı…
Otelde temizlik işçisi olarak çalıştım…
Aldığım para benim harçlığımdı…
Yatılı Bölge Okulunun inşaatı başladı…
Ortaokul öğrencisiydim…
Yaz tatilinde inşaatta işçi olarak çalıştım…
Ustabaşı Osman Eken’di… Osman Eken’e Osman amca, derdik…
Cami Mahallesinde otururdu…
Çoğu kimsenin bilmediği bir gerçeği burada açıklamak istiyorum…
Kâhta’nın eski adı Kölük’tür…
Kölük ismi “Hamışı Kölük” isminden gelmektedir…
Sevgili Ramazan Yıldırım (Başkan) “Kâhta’da Koca Çınar” isimli kitabında bu konuda bilgi vermektedir…
Başkan’ın kitabından kısaltarak bilgi vereyim…
“Hamışı Kölük” yiğit bir adamdır…1760 – 1805 yılları arasında yaşamıştır…
“Hamışı Kölük” Osman Eken’in dedelerindendir…
İki kardeşler…“Hamışı Kölük” Kaniye Malan (Evlerin Çeşmesi) civarına gelip yerleşmiş… Her yer ıssız… İnsan yok denecek kadar azmış…
Diğer kardeşi ise Kâhta’nın 3 km doğusunda bulunan Aysadık ile Katöl bahçesi arasındaki mağarada yaşamaktadır…
Bezik aşireti reisi topladığı adamlarla, Bizrin ve Süsyan köylerini basmış… İki köyü ateşe vermişler…
Süsyan’da oturan Yusuf Cevi, Hamışı Kölük ile kirvelermiş…
Kirvesinin köylerinin yakıldığını duyan Hamışı Kölük, kılıcını kuşanıyor… Beziklilerin yolunu Dargır Köyüne varmadan Püşü mevkisinde kesiyor…
Kılıçla üzerlerine saldırıyor… Karşı taraf silahla ateş edip Hamışı Kölük’ü öldürüyorlar…
Vurulduğu yer bellidir…
Aile sonraki yıllarda bir salgın hastalıktan çok adam kaybediyor…
Bu ailenin tanınmış kişilerden birkaç isim sayayım: Hamışı Kölük (1760 – 1805), Mıç Göri (1791 – 1866), Ose Üsi Mıça (1827 – 1892), Husı Kır (1863 – 1947), Mehmedi Hüsi Kır (1905 – 1980), Mustafa Eken (1931- …)
Sevgili Ramazan Yıldırım’dan (Başkandan) bir cümle aktarayım: “Kölük’ün tüm arazisine sahip bu aile kendi elleri ile getirmiş oldukları ağalara tüm arazilerini kaptırmış oldular…” (Sayfa: 29)
Hamışı Kölük’ün torunlarından Osman Eken ustabaşımızdı…
Çok iyi bir insandı. Yüzü güleçti… Kimsenin hakkını yemezdi… Kaytarmayan işçilere 12,5 lira verirdi… Kaytaranlar 10 lira yevmiye alırlardı…
Ortaokul öğrencisi olmama rağmen bana 12,5 lira verirdi…
Bize üstünlük taslamazdı…
Baba gibi davranırdı…
Allah’ın rahmetine kavuştuğunu öğrendim… Mekânı cennet olsun…
İnşaat işçiliğinden günlük aldığım 12,5 lira ile okul kitabı, defteri, kalemi ve elbise ihtiyacımı karşıladım… Birazını da babama verdiğimi hatırlıyorum…
Ortaokul yıllarımda masa topu çalıştırdım. İyi para kazandım…
Benim de babamın da harçlığı çıkıyordu…
Bir de ırgatlığım var.
Ortaokul yıllarında Adana’ya kamyon kasasında çapaya gittim…
Gün doğmadan tarlaya götürülürdük… Gün batınca çiftliğe getirilirdik…
Birer çağdaş köleydik… Başımızda ağanın kâhyası hava atardı…
Haftalık 54 lira veriyorlardı…
Bu parayla elbise ve bir saat aldım…
Ağabeyim İstanbul’da üniversite öğrencisiydi…
Kâhta’ya gelmişti. Ben de Adana’dan yeni dönmüştüm…
Yemek sofrasında saatimi gördü… Baktı… Beğendi…
Ben de:
— Senin saatine bakayım, dedim…
Ağabeyim:
— Benim saatim yok, dedi…
Saati kendisine verdim.
Kabul etmedi:
— Sen Adana’ya ırgat olarak gittin. Çalıştın. Kendine saat aldın. O senin hakkındır, dedi.
Ben de:
— Üniversitede okuyan ağabeyim saatsiz ise ben koluma saat takmam… Bana yakışmaz… Almazsan küserim, dedim…
Zorla saati ağabeyime verdim…
İlk ve ortaokul yıllarında çalıştığım işlerden hatırladıklarımı yazdım…
Alın teriyle kazanılan paranın zorluğunu gördüm ve yaşadım…
Emekçi bir çocuktum…
Alın terimle geçindim…
Alın terine sonsuz saygım var…
Benim için helal para daha tatlıdır…
YORUMLAR
O kadar samimi ve içten yazılmış ki bu ülkede hemen herkes zorluklardan geçdi ülke fakirdi Annenin babanın ve üniversite okuyan ağabeyin olması büyük şans Tebrik ederim yazı güzeldi
Mahmut Cantekin
SAAT ANINIZ ÇOK ETKİLEYİCİYDİ... BİZİM NESİL GALİBA BÖYLE BÜYÜDÜ. BİZLER YAZ TATİLİNDE OYUNU DEĞİL, ÇALIŞABİLECEĞİMİZ İŞLERİ YAŞARDIK HEP. BABAMIN KÖY ÖĞRETMENLİĞİNDE GEÇEN ON İKİ YAŞ ÖNCESİ DÖNEMİMDE KÖYLÜK YERDEKİ SÜKUNETİN YERİNİ 12 YAŞ SONRASINDA BABAMIN ŞEHİRE GÖÇÜYLE BERABER KAHVEHANE ASKICILIĞINDAN BAŞLAYIP MÜZİSYENLİĞE DEĞİN ÇEŞİTLİ İŞLERDE KAZANILAN HARÇLIKLARLA ONURLANDIK HEP... En büyük pişmanlığım, kendi üç çocuğuma, ben ezik büyüdüm, siz çocukluğunuzu yaşayın gerekçesiyle hiç bir işte çalıştırmamamdır, şimdi işleri güçleri var, iyiler, ama üçü de üniversite bitirip para kazanacak duruma gelene dek hep benim eelime bakktı, bir işin ucundan hiç tutmadı... demek ki biz daha iyi yapmışız<. SELAM VE SAYGILAR
Mahmut Cantekin
Çocuklarınıza karşı uyguladığınız "ben ezildim, onlar ezilmesin" düşüncesini ben de uyguladım.
Şimdi onlar da iyiler.
Teşekkürler üstat.