- 384 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PİROT KÖYÜ
Bu soğuk Pazar günü, mazinin sıcak günlerine yolculuk yapıyorum…
1963 yılı öncesi bir tarihteyim…
Kâhta’nın tek ilkokulu Kubilay İlkokulu’nun öğrencisiyim…
Yanılmıyorsam 1963 yılında, Atatürk İlkokulu eğitim ve öğretime açıldı…
O dönemin Milli Eğitim Müdürlüğü, Eski Çarşı caddesini Atatürk İlkokulu ile Kubilay İlkokulu’nun arasında sınır kabul etti…
Eski Çarşı caddesinin Atatürk İlkokulu tarafında oturanlar, Kubilay İlkokulundan yeni okula gönderildiler…
Dördüncü sınıf öğrencisiydim…
Ben de Atatürk İlkokuluna gönderildim…
Cami Mahallesi çocuğuyduk…
Sınırın bu tarafındaydık…
Evet, Kubilay İlkokulu öğrencisiydim…
Babam, Kâhta’nın demirci esnaflarından biriydi…
Kâhta merkez, köy ve mezralarında yaşayanların büyük çoğunluğu çiftçilikle geçimlerini sağlamaktaydılar…
Bundan elli yıl öncesi tarımından bahsediyorum…
Traktör, biçerdöver ve benzeri tarımda kullanılan araçlar, Kâhta ovasına daha girmemişti…
Toprak, karasabanla sürülmekteydi…
Ekinler, Kâhta ovasında orakla biçilmekteydi… Tırpan alışkanlığı yoktu…
Kazma, balta, tahra, orak, karasaban demiri, keser, bıçak, ekmek şişi gibi aletler demirciler tarafından yapılmaktaydı…
Demirciler de teknikle tanışmamışlardı…
Ne elektrikli körük vardı…
Ne kaynak makinesi vardı…
Bıçak, kazma, balta, oraklar eğe ile bilenirdi…
Ustalar, hünerleriyle ustaydılar…
Kırılan demir veya çelik, kırılan yerin iki parçası ocakta eriyik hale getirilirdi…
Örsün üstünde iki parçanın eriyik kısmı üst üste konur, dövülür, kaynak yapılır eski haline getirilirdi…
O günlerde köylüde para yoktu…
Köylü ile demirciler arasında süren bir alışveriş geleneği vardı: Yıl boyu bütün tarım araçlarının tamirine karşı demirciye iki teneke buğday verilirdi…
Köylü ekinini biçecek, harmanını kaldıracak… Demirci köye gelecek, iki teneke buğday hakkını alacak…
Köylülerle demirciler arasında dükkâna gelip gitmelerinden dolayı çok dostça ilişkiler kurulmuştu…
Babamın Kâhta köylerinde ve mezralarında kardeş gördüğü, kardeşten de öte dost olduğu iyi, dürüst, güzel insanlar vardı…
Bu köylüler Kâhta’ya geldiğinde, bizim misafirimiz olurlardı…
Erkeklere, amca ya da dayı derdik…
Kadınlara, hala ya da teyze derdik…
Dostluklar o kadar güzeldi ki hiçbir misafirimiz kendini misafir görmezdi…
Biz çocuklar, misafirlerimizi çok severdik… Çünkü şefkatli elleri ile başımızı okşar, derslerimizi sorarlardı…
Bize gösterdikleri sevgiyle onurlanırdık…
Onları yakın akraba gibi görürdük…
Babamın dostları, yaz aylarında bizi köylerine davet ederlerdi…
Köylere aile olarak giderdik…
Biz o köylere gittiğimizde hiç yabancılık çekmezdik…
Yazlık evlerine giden insanlar gibiydik…
Çok sıcak karşılanırdık…
Akranımız çocuklar bizi bağlara, bahçelere götürürlerdi…
Ağaçlara birlikte tırmanırdık…
Birlikte güler oynardık… Çok güzel günlerdi…
Bu güzellikleri yaşadığımız yerlerden biri de Pirot köyüydü…
İsmini değiştirmişler… Hiçbir köyün uyduruk adını sevmedim…
Kullanmadım…
1519 yılında Bervedol olan isim, bu gün Gölgeli olmuş…
Keftire de Umur Bey yapılmış…
Çok seviyorsan, al Umur ismini annene ya da babana tak… Babanın ve annenin adını değiştir… Oğluna, kızına Umur ismini ver…
Köy halkının rızası olmadan dedesinin, dedesinin babasının oturduğu köyün ismini bir kalemle değiştirdiler
Köyde oturanlara danışmadan, köy halkının fikrini almadan nasıl değiştirirsiniz… Bu nasıl bir kibirliliktir… Bir zorbalıktır…
Kâhta’nın acar muhabirleri, köylerimizin eski adını kullanmaya utanıyorlar mı bilmem, köylerin uyduruk isimleri ile haber yapıyorlar… Kahtanet’te köyün eski adını bulabiliyorum. Kâhta’da muhabir olsam, haberlerde köylere zorla verilen isimleri kullanmam… 1519’dan beri kullanılan isimler, üç beş ırkçının emriyle değiştiriliyor. Ses çıkaran yok…
Bazı nüfus memurlarının soyadı almak isteyenlere gönüllerince isim vermelerine benziyor…
Soy isimlerden birkaç örnek: Adil Kıl, Ahmet Armut, Akasya Sok, Ali Geber, Döne Çıplaknarin, Durdu Kaltakkıran, Gülsevim Hepvermiş, Hasbi Parmaklar, Hasibe Disiçürük, Hatice Öküzaşığı, Mustafa Sokkolu, Naciye Arkadakalmaz, Yaşar İtözoğlu, Yusuf Verici…
İnternette google girin… İlginç ve komik soy isimler yazın… Bakın ne soy isimler vermişler…
Bu soy isimleri bu gün kim kabul eder…
O günlerde itiraz edenler belki de kovulup, dövülmüşlerdir…
İyi ki Kahtanet var… Köyler bölümünde köylerin eski adlarının karşısına yeni yani uyduruk isimleri yazılmış…
Köylerle ilgili haberleri okurken, sözlüğe bakar gibi Kahtanet’in köyler bölümünü açıyorum…
Pirot köyünde babamın çok dostu vardı…
Bu köye o yaşlarda çok gittim geldim…
Köylülerle babamın sohbetlerini dikkatle dinlerdim… Zevk alırdım…
Pirotlular mert insanlardı…
Dürüst insanlardı…
Misafir sever insanlardı…
Yüreği güzel insanlardı…
Ben on beş, on altı yaşlarında gurbete çıktım…
Pirot’taki O güzel insanların adını hatırlamayı ne kadar çok istiyorum, tahmin bile edemezsiniz…
Onların adına şiirler, yazılar yazardım…
Onların insanlıklarını bütün dünyaya anlatırdım… Dünya, babamın dostlarının davranışlarını örnek alsın, isterdim…
Pirot’a ilk bir yaşında götürülmüşüm… Yıl 1953. Yine yaz mevsimiymiş…
Rahmetli annem anlatırdı:
— Yaz aylarıydı. Sen bir yaşındaydın. Bembeyaz bir bebektin. Pirot köyüne gittik. (Misafir olduğumuz baba dostunun adını söylerdi) Damda yatak sermişlerdi… Gece yarısı hastalandın… Kapkara kesildin… Öldün, sandık. Doktor yok. Doktora götürecek araba yok. Ev sahibi kadın, ben, komşu kadınlar başına biriktik… Seni kurtarana kadar hep ağladım… Pirotlu kadınlar benimle ağladı… Allah seni Pirotlu kadınlar aracılığıyla bana bağışladı.
Annemle birlikte ağlayan Pirotlu anneler, ellerinizden öperim…
Toprağımın yüreği güzel anneleri, hepinizin ellerinden öperim…
Allah sizi korusun… Çoluk çocuğunuzu korusun… Muhannete muhtaç etmesin…
Allah’ın rahmetine kavuşan anneler, dilerim mekânınız cennet olur…
Sizleri unutmak mümkün mü?
Sizin güzel yüreğinizin borcunu nasıl öderim?
Beni bir evladınız görün…
Hakkınızı helal edin…
Pirot’a bir daha gitmiştik…
Kerpiç bir evin geniş damında sofraya oturduğumuzu hatırlıyorum…
Annem, babam kardeşlerimle birlikteydik.
Babamın sevgili dostunun eşi, kızlarıyla birlikte çok güzel bir sofra hazırlamışlardı… Köy yerlerine göre çok özenli bir sofraydı…
Balcane dew (Patlıcan ve ayranla yapılır. Üzerine yağda kızartılmış soğan dökülür. Soğuk yenir.) ile o güzelim yeşilbiberler hala gözlerimin önündedir…
Beş kuruşa değmez insanlarla kuzu pişirip yemektense, güzel yürekli insanlarla bir sofrada kuru soğan, tuz ve yufka ekmek yemek daha lezzetlidir…
Pirot köyüne birkaç kez daha gittiğimizi hatırlıyorum…
Pirot’ta bir evimiz yoktu… Bütün Pirotlular babamın dostuydu…
Toprağımın yüreği güzel insanları, sizleri sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum…
Sizlerin isimlerini unutsam da gördüğüm insanlığı hiç unutmadım…
Ecel kapıyı çalana kadar, sizleri sevgiyle ve saygıyla anacağım…
Bir yaz günü harman sonrası sevgili babamla yine Pirot’a gittik…
Demircilik hakkı buğdayımızı alma zamanıydı.
Babamın dostunun evine müşterilerimiz buğdaylarını getirdiler… Çuvalların ağzı dikildi… Hazırlandı…
Gece yine damda yattık…
Sabah ezanında çuvallar beş altı merkebe yüklendi.
Yanıma iki genç verdiler… Babam köyde kaldı… Buğdayları Kâhta’ya götürecek, çuvalları boşaltıp köye geri dönecektik…
Biz yaya gidecektik… Dönüşte merkeplere binecektik…
18 km. yolu güle oynaya gittik…
Çuvalları evinimizin alt katında bulunan odalardan birine boşalttık…
Hayvanlar dinlenirken annem yemek hazırladı…
Yemeğimizi yedik. Çayımızı içtik.
Gençler, Kâhta çarşısında evlerinin ihtiyacı olan bir şeyler aldılar…
Eve geldik. Merkeplere bindik…
Boş merkepleri de önümüze katarak köye döndük… Akşam olmuştu.
Babam, Bejiyan ve diğer iki köyden alacaklarımızı almış, buğday çuvallarını Pirot’a getirmişti…
Geceyi Pirot’ta geçirdik.
Sabah yükümüzü yükleyip iki gençle Kâhta’ya döndük.
Gençlerle Kâhta’da gezdik. Babam gençlere bir şeyler almıştı. Onları verdi… Gençlerle merkeplere bindik… Kâhta’nın çıkışında Ali Kömür’ün bağlarına kadar onlara eşlik ettim…
İki dostumu, kardeşimi köylerine yolcu ettim…
Bu gün, o babamın dostlarının, yol arkadaşlarımın adını hatırlamaya çalıştım…
Bana yazıklar olsun ki o güzel insanların adını hatırlayamadım…
İlkokul öğretmenlerim Satılmış Bektaş’ı, Kayserili Mehmet Şişmanoğlu’nu, Adıyamanlı Mehmet Ali Açıkgözü, Mehmet Çolak’ı, Din Dersi öğretmeni Hacı Demirel’i unutmayan beyin, babamın dostlarını nasıl unutursun?
Yazıklar olsun sana beynim…
Pirotlu o iki genç, bu yazıyı okuyup beni arasalar dünya benim olur…
Pirot’a gider gözlerini, ellerini öperdim…
Sevgili Pirot köylüleri, yüreği güzel insanlar, elli yıl araya girmiş olsa da yüreğim sizin insanlığınızı unutmadı…
Babam Demirci Mustafa adına, ailem adına, kendi adıma sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum…
Yemeğinizi yedik, suyunuzu içtik, insanlığınızı gördük…
Hakkınızı helal edin canım kardeşlerim, dayılarım, amcalarım, teyzelerim, halalarım…
Sağlıcakla kalın…
Allah yardımcınız olsun…
Allah’ın rahmetine kavuşanların mekânı cennet olsun…
Allah’tan güzel insanlarımıza gani gani rahmet diliyorum.
Babamın Kâhta merkezde, köy ve mezradaki tüm dostlarına sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum…
Yüreği güzel insanlara selam olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.