ERCİYES'İN KIZI!.. (9)
Gecenin yalnızlığında Tanrı misafiri olarak yanına gelen kedinin uzun zamandır anne, baba şefkatinden uzak yaşadığı halinden belliydi. Pejmürde hayatın izlerini taşıyordu üzerinde. Kutluay avuç içi ile başını sıvazlarken, sırtındaki yumuşak tüylerini avuç içi ile okşarken mutluluğundan çıkardığı mır mırlarla keyine diyecek yoktu. Dizinde güvenli, tasaşız, korkusuz sabaha kadar uyumak isteyişi Kutluay’ın yüze bakarak gözlerini açık kapayarak ’ ne olur beni dizinden indirme. Öyle mutsuzdum ki; senin sıcacık şevkatin beni hayata yeniden kazandırdı’ der gibiydi. Sokakların, caddelerin hatta evlerin bile yaşamaları için güven vermemesinden olsa gerek bulundukları yerlerdeki çektikleri eziyet, işkence, tekmelenmeleri canlarından bezdiriyordu onları. Göçmen kuşlar için vakıflar kurarak onların uçamayan, hasta olanları, yolunu kaybetmişlerini bahara kadar ez zor şartlardan koruyan vicdan sahibi atalarının merhamet duygularından ders almayan şimdiki zamane insanlarının zalimliklerinin nedenlerini çok düşünmüştü Kutluay. Nerede bir sahipsiz hayvan,kuş, insan görse ilgilenir, imkanları ölçüsünde yardımcı olurdu. Onca yaşına kadar hiç bir muhtaç olan canlıya ’Hadi be, başımdan git!’ dememişti.
Simsiyah renkli kediye tebessümle bakarak:
- Demek sende benim gibi yapalaynızsın de mi? Ben yalnız sayılmam ama şuan yalnızım. Yorgunum ve yalnız kalmaya biraz ihtiyac hissettim. O nedenle bugün buradayım ama beni yalnız bırakmayan şu can dostla tanışma fırsatı verdi Allah’ım. Sana bir isim vermemiz gerek. Güzel bir isim düşünüyorum, bilmem beğenecek misin?
Kutluay’ın konuştuklarını suküt içinde dinliyor, anlıyordu sanki. Konuşmadan iyi şeyler hissettiği aşikardı. Kutluay’la göz göze geldiklerinde hafiften mırıldandı gözlerini yumarak. İstediği bir şey olmalıydı. Kimbilir kaç saattir ağzına bir lokma ekmek, bir yudumcuk su girmemişti. Yemek istemeye gittiği dükkanların önlerinde kovalanmıştı, caddelerde tekme hışımları ile kovulmuştu belkide!
- Seni anlıyorum yavrum. Bakışların kalbimi nasıl yaralıyor ah bir bilsen! Sana bu saatlerde yemek bulmamız inan çok zor. Ama söz; sabahın aydınlığına kavuşur kavuşmaz ilk işimiz sana yiyecek temin etmek. Ama şimdi sana bir isim veriyorum. Beğenmezsen çekinmeden söyle, başka bir isim veririz tamam mı?
Sol eli başını, sağ eli sırtını sıvazlarken:
- Senin adın bundan böyle Garip olacak! Yetimlere, sahipsizlere, derbederlere Garip deriz biz. Sende onlardansın. Seni hep bu isimle çağıracağım. beğendin değil mi?
Kediciğin kulağına eğilerek tekrarladı:
- Garip, bu ad sana iyi yakıştı.
Garip ismini onaylamış gibi başını eğdi. Artık onunda bir ismi vardı. Sokakların garibi, Garip sahipsiz değildi. Kutluay, fırsat bulup parka geldikçe onu yalnız bırakmayacak, şevkatini gösterecek, derdine ortak olacaktı. Sokakların acımazlığında onu gelecek görüşmeye kadar ’başına ne işler gelir’ endişesi kafasında başka bir dert olacaktı. Birbirlerine çok çabuk ısınmışlardı ki; ondan ayrılması yüreğine haçer gibi saplanıp kalacaktı Garip’in çaresiz bakışları arasında. Yapacak bir şeyide yoktu Kutluay’ın. Tek yapacağı; kedi seven yerli birini bulacak ve ona emanet edecekti.
- Biliyor musun? dedi Kutluay Garip’e. Ben birine aşık olmaya başladım. O kadar tatlı bir endamı, kaşları, ela gözleri var ki; hurilerin en güzeli. Daha bir şey diyemedim ona. Daha doğrusu kendimde o cesareti bulamadım ama bulacağım yakın zamanda. Yüreğimin zembereğini çözüp açılacağım ona. Acab bana ders bir cevap verir mi diye de korkuyorum. Çevremdeki arkadaşlar duyarsa karizmamızı çizdiririz valla Garip. Allah onun kalbinede benim sevgimi nakşeder inşallah! Sen ne dersin bu iş? Seni onunla tanıştıracağım. Sen de onu, o da seni çok seveceğinden eminim. diyerek göz kırptı Garip’e.
Garip, sevdadan daha önce midesinde çalan açlık zillerinin sesini biran önce durdurmasını istiyordu. Masum duruşuyla ’ Hadi bana bişiler bul getir’ der gibi derin bakışları ile meramını anlatmaya çalışıyordu dostuna. Biri sevdayı, biri de açlığı kafasına takmıştı. Geceye derdini anlatmak isterken Garip’le dost olup dertleşeceği aklından bile geçmezdi. Tanrı’nın bir emaneti kabul ediyor, onunla ilgilenmesini kendinde vazife edinmişti artık.
Gecenin üçü. Sabahın olmasına iki saatten fazla zaman vardı. Otorduğu banktan kalkarken dizlerinde keyifle mırıldanan Garip’i alıp yere bırakırken:
- Garip, gel biraz dolaşalım.Otura otura sıkıldım. Eminim sende sıkılmışsındır. Parkın etrafında biraz olta atalım. Deredeki kurbağaları seyredelim mi? Bak nasılsa ses veriyorlar bize., diyerek parkı turlamaya başladılar.
Dursun Önkuzu parkının içinde envai çeşit çiçekler, ona yakın cinsten ağaçlar, dairesel yapılmış toprak öbekler cimlendirilmiş, özel gezi yolları köşeli taşlarla döşenmiş, kenarından geçen derenin çığıl çığıl akan suyunun nenni söyleyişi, kurbağaların, cırcır böceklerinin serenatları doyumsuzdu. Ihlamur ağçalarının çiçekleri etrafa güzel kokular saçarak yaşamın tadına varıyorlardı Kutluay’la Garip. Çok sevdiği tesbihini çıkararak parmak uçları ile saydırıyor, birde türkü tutturmuş söylüyordu kısık sesle Kutluay.
’Sevemedim karagözlüm
Seni doyunca
Hep kıskandım seni elden
Yıllar boyunca
Kuşlar gibi ikimiz bir
Yuva kuralım
Ayırmasın mevlam bizi
Ömür boyunca
Aramıza kimse
Gelip girmesin
Ayırmasın mevlam bizi
Ömür boyunca
Bana cefa ediyorlar
Bilmem nedendir
Benim korkum senden değil
Kaderimdendir
Herkes bana deli diye
Gülüp geçiyor
Senin aşkın beni karagözlüm
Deli ediyor
Aramıza kimse
Gelip girmesin
Ayırmasın mevlam bizi
Ömür boyunca’
Bu türküyü çok seviyordu. Belkis Özener’in kasetini almıştı sırf bu şarkı için. Akşamları odasına çekildiğinde murlaka bir kaç kez dinlerdi. Hele Buket’e gönlünü kaptırmaya başladığı günden beri sıklıkla dinlemeye başlamıştı...
Türkünün sonunda gözleri nemlendi, boğazına saplanıp kaldı sözleri. Zor bir sevdanın yollarında yürüdüğünün farkındaydı...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
20 Ağustos 2015 Perçembe 01.25 Lahey
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.