ERCİYES'İN KIZI!.. (8)
Alperen konuşmasını ciddiye almaz havasına şöyle bir baktı Kutluay’ın. İçinden geçirdiğini yine içinde saklayarak ’ Başkanım bugün kendi kafasına göre takılacak anlaşılan. Ben yavaştan oltamı alıp evime gideyim’ diye geçirdi. Sokak lambasının direğine sırtını dayamış Kutluay’a:
- Başkanım ben seni yalnızlığınla, gökyüzüne serpilmiş yıldızlarla ve hilalin tüm alemi kucaklayan haliyle başbaşa bırakayım. kendine dikkat et. Bana müsade, yorgunluğum üstümde, uyku akıyor gözlerimden. Ben yavaştan tüyeyim eve olur mu?
- Peki Alperen, Allah rahatlık versin sana. Kendime dikkat ederim, merak etme. Gecenin havasına birazcık romantiklik katacağım. Kaydi sana uğurlar ola. Yarın nasipse görüşürüz yiğidim, diyerek Alpereni uğurladı.
Gecenin tam ortası. Çıt yok cadde de. Kutluay yediyüz metre ilerisindeki parka doğru yöneldi. Sığ bir köşede bankta oturup hayallerine eşlik etmek istiyordu. Bu seferki hayalleri siyasi düşüncelerinden arınmış, çocuksu duygularını sabaha kadar yaşamak... Yalnız kalmayı özlemişti. Her gün zaruret haline getirilen fikri çatışmalar onu bunatlmış, rahat bir nefes almasına fırsat bulamamıştı. Bunalımlı, buhranlı döneminde karşısına çıkan Buket, ona Allah’ın bir nimetiydi. Onun sevgisi ilahi bir emir gibi yüreğine düşmüştü. Belkide Allah’ın ona gönderisiydi Buket. Kafasındaki duygularının etkisi ve coşkusuyla parka vardı. Etrafına bakındı birilerin olup olmadığına. Cırcır böceklerinin korosundan ve az ilerideki derenin sakinleri kurbağaların sesinden başka bir ses yoktu. Ilık havaya eşlik eden tılsımlı rüzgarın ağaçların yapraklarını okşamasından çıkan hırşırtıların geceye mükemmel bir ahenk katması doyumsuzlaştırıyordu geceyi.
Kutluay,parkın dereye yakın olan tarafına geçip banka oturdu. Kollarını martı kanatları gibi açarak arkaya yaslandı. Kollarını arkalığa koyarken derin bir nefes aldı. ’ Oh be, hayat varmış’ dedi kendisinin duyabileceği şekilde. Başını yukarı kaldırıp fezanın uçsuz bucaksız derinliğine dalıp gitti.Yıldızların küme küme dizilişlerine dudak büktü. Çoban yıldızının parlaklığını dikkatlice süzdü. Diğer yıldızlardan yakın olduğunu sandı biran. Çoban yıldızının ardına dizilmiş yıldızların sırrının hikmetine takıldı. beş dakika onları süzdü. ’’Yaradan’ım ne güzel yaratmış!’’ bakışlarında. Yıldızların sevda şiirlerinde şairlerin vazgeçilmezi, sevgiliye yollanan mektuplarda ilham kaynağı oluşu onda çağrışımlar yaptı. Hilal’in gelin gibi nazlı duruşu etkiledi onu. Ona uzanıp el sürmek, endamına buseler kondurma geçti hayalinde. Masmavi gökyüzünün ılık ikliminde hülyalara daldı. Sıkıntılı günlük hayatı, fikri ayrılıklardan dolayı aynı ülkenin gençleri ile kavgaları elinin tersi ile bir kenara iterek huzurun zuhur ettiğini gördü ruhunda. Dağlar, ovalar, nehirler, göller, denizler ve memleketi süsleyen ağaçlar, kuşlar, hayvanlar... hepside masum, hepside günahsız, en doğal halleri ile ülkeyi cennete çeviren varlıklarının kımetini bilmeyen insanlara anlam veremedi!.. Bu güzelim cennet yurdu cehenneme çeviren aklı olan insanların hırslarına, inatlarına, cehaletlerine akıl erdiremedi bu güzellikler karşısında... Ülkesiz yaşayan sığınmacıların karşılaştıkları horlanmaları, küçümsenmeleri görerek, ’’ Allah’a çok şükür bir vatanımız var, kıtmetini bilmek gerek!’’ diyerek kapadı gözlerini, dudaklarını büktü...
’Amaann boş ver’ dedi mırıldanarak. ’Bu gece olumsuzluklar düşünmeyeceğim, Sadece iki şey düşüneceğim. Burada yaşadığım huzuru ve Buket’i’ Gözlerini yumdu. Karanlıklarda aydınlığı gördü. O aydınlıktan kendine doğru koşan beyaz gelinlikler içinde Buket’i fark etti. Yüreğinden bir deli fırtına koptu; heyecanı nefesinde düğümlendi! Ayağa kalktı, kollarını açarak ona doğru koşmaya başladı. Buket’in başındaki tacınına altına yayılmış ipeksi saçlarının şehvetli dalgalanışına gönlü kapardı, alevler sardı bedenini. Dudaklarından çıkan buğulu nefesin ona akmasını bedenini sarmasını, dudaklarında nihayet noktalanmasını arzuladı. Buket koştu, Kutluay koştu kanter içinde. Yılların sinesinde saklanmış aşkın buluşmasına ramak kalmıştı. Ona sarılıp bir ömür, son nefesine kadar onunla mutlu yaşamak, boy boy çocuklarının anası olmasını istedi yıldızlar altında... Denizlere beyazlı bir yenkenle açılıp Okyanusları aşarak kıtaları görmek, kandaşları Kızılderililere misafir olup tarihin derinliklerine gömülen Türk Totemlerini yakinen görmek ve onların yüz yıllardır katletilen destanlarında ağlayıp yarınların intikamına bilenmek, özgür yaşamlarına dönmelerini istedi Buket’le birlikte.
Gök ile yer arasında yaratılan Türk adlı insanın ilk yaratıldığı yerden hicret ettiği Ötüken’i, Tanrı dağlarını, yaylalarının kekik kokularını içine çekip, Bilge Kağan’ın, Bilge Tonyukuk’un bengü taşlara kazıdığı Türk yasasını, kendi öz alfabesi Göktürk yazıtlarını hafızasına ilmik ilmik işlemeyi özümsedi... Altay dağlarının eteklerinde kımız içip, yağız atlara binerek, tam tekmil kuşanıp kahpeleşmiş Çin’e akın edip, saraylarını basıp kırk Kürşat’tan biri olmak istedi. Kırım’a uzanıp kan-revan soydaşlarını kucaklamak, katil Stalin’in sürgünlerinde katledilenlerin anısına abideler dikmek, yetim bırakılan ailelerin destanlarında yoğrulup aydınlık geleceğe yürümek...
Bankta hülyalarına kulaçlar atarken ayak uçlarına yumuşak bir cismin değdiğni fark eden Kutluay, tatlı arzularını bir anlık erteleyip baktı. Gördüğü cismin siyah renkli bir kedinin bal gözleri ile karşılaşıp bakıştılar birbirlerine. Tebessümle elini uzattı kedinin başına:
- Tanrı misafiri... Gel bakalım dertleşek seninle. Benim gibi sende yalnızsın! dedi başını okşayarak.
Simsiyah örtülere bürünmüş kedicik pek fazla yaşlı gözükmüyordu. Olsa olsa yedi veya dokuz aylıktı. Sahipsiz oluşu yalnızlığından belliydi. Sahipli olsaydı gecenin bu saatlerinde parklarda ne arayacaktı? Aç ve susuzluğun verdiği çaresizlikle bir umutla gelmişti parka. Ürkmeden Kutluay’a meramını hissettirmek için yanaşmıştı ona. Halbuki, sokak köpeklerinin ve kedilerin taşlandığı, işkence edilip öldürüldüğü bir otamda korkusuzca onun yanına gelmesi kedinin içindeki sezgiden olsa gerek. Onların çoğu kendilerine zara verecek kişileri algıladıklarından olsa gerek; Kutluay’ın merhametili biri olduğunun farkına vararak ona yanaşmış, başı ile ayaklarını okşamıştı selam niyetine. Gözlerinden fışkıran sevgi yumağı Kutlay’ın yüreğine dolanıyor, dostluk bağları sağlam düğümleniyordu...
Kutluay, onu dizlerinin üzerine koydu, sağ elinin avucu ile okşarken:
- Gecenin görkemliliği bana eşlik ederken sende geldin yalnızlığıma ortak oldun. Sana bir isim verelim olur mu dostum? diyerek konuşuyordu yüzüne eğilerek.
Zavallı kedicik onu anlıyormuşcasına dinliyordu bal gözlü bakışlarla...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
15 Ağustos 2015 Cumartesi 12.00 Lahey
YORUMLAR
' Ülkesiz yaşayan sığınmacıların karşılaştıkları horlanmaları, küçümsenmeleri görerek, ’’ Allah’a çok şükür bir vatanımız var, kıtmetini bilmek gerek!’’ diyerek kapadı gözlerini, dudaklarını büktü... '
çok şükür ki kardeşim üzerinde yaşabileceğimiz bir vatanımız var.
Rabbim kimseyi vatansız bırakmasın. Bu çok zor bir durum.
Yazı güzel gidiyor tebrikler.
direniş
takdirlerinizi almak guru verici, sağolasın.
selamlarımın çokluğu ile... uzaklardan...
Paylaşmanız vesilesiyle yazınızı okumak imkanım olduğu için mutluyum...Konuyu işleme şekliniz ve tarzınız okumaya keyif katmakta. Güzel paylaşımınıza,edebiyata verdiğiniz emeğe ve yaşattığınız okuma keyfine teşekkürler... Tebriklerimle... Saygıyla...
direniş
selam ve saygılar Lahey'den...