- 315 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR YALNIZ ADAM
BİR YALNIZ ADAM
Şu bitmez tükenmez geceler olmasa pek de şikayetçi değildi yalnızlığından. Tabiata düşmeye başlayınca karanlık, güneş kaybolmaya yüz tutunca dağların arkasında tanımlayamadığı bir endişe düşüyordu yüreğine. Bu anlarda nefret ediyordu güneşten. "Benden bu kadar ne halin varsa gör " der gibi hınzırca yok oluyordu güneş.
İstemeye istemeye ayakları kendisini sürükleyince eve, ilk işi dua etmek oluyordu sessizce. "İnşallah bu gece erkenden uyuyabilirim" diye geçiriyordu içinden.
Eve girişlerinde geceyi pek önemsemezmiş gibi davranıyordu her seferinde. Yemek bulaşık derken akrep ve yel kovanla mücadelesi başlıyordu. Ortalık iyice kararıp sessizlik çökünce, düşüyordu ağır ağır yüreğine endişe. Bu saatlerde kulağını kapıya yöneltiyor ve birinin kapısını çalmasını bekliyordu. Ama sonuç genelde nafile. Kapısının çalındığı günler de oluyordu elbette. İşte en mutlu olduğu gecelerdi böylesi geceler. Heyecanla açıyordu kapıyı. Gelenleri sevinçle alıyordu içeri. Böyle gecelerde çay kahve ikram işlerinde bilinçli olarak oyalanıyor ve dostlarının uzun süre oturmalarını arzuluyordu. Hatta onlara yatı bile öneriyordu. Bu günleri gecelere karşı kazanılmış zafer günleri olarak görüyordu.
Ertesi günün ilk saatleri düşene kadar gözlüyordu kapı tıkırtısını. Umutlar kesilince gözleri nete, kulağı telefona odaklanıyordu. İstiyordu ki bir dost sesi karanlıkları yararak ulaşsın kendisine. O da olmayınca başlıyordu geceyle mücadelesi. Gece bir dağ gibi çökmeye başlayınca üzerine atıyordu hemen kendini maziye. Üç beş yaşından itibaren tüm yaşamı geçiyordu gözlerinin önünden. Özellikle kaybettikleri ve terk edilişleri düşünce zihnine; hüzünleniyor, bazı zamanlarda da gözünden akan yaşları siliyordu elinin tersiyle. Sadece bunlar değildi düşündükleri elbette. Başarıları, gururları, pişmanlıkları, hüzünleri, kederleri, umutları, acıları velhasıl elliyi aşmış bir sürece sığmış yaşamı an be an geliyordu gözlerinin önüne. Mutlu olduğu anların keyfinini düşününce bir daha yaşıyordu o günlerin mutluluğunu gönlünce.
En zoru da kaybettiklerinin bir resmi, bir eşyası, ya da bir anısının gözlerine çarptığı anlardı. Böyle zamanlarda yutkunuyor, gözleri doluyor, hasretle dünyadan göçenlere rahmet okuyor, yaşayanlara da selamet diliyordu. Uğradığı haksızlıklar da geliyordu aklına elbette. Sanki o an hak mahkemesi önünde savunan bir şuçluymuş gibi hissediyordu kendini. Ve başlıyordu savunması. Şükür Allaha haram lokma geçmemişti boğazından.Varsa hataları onları da düşnüyordu elbette. Bu yargılanmanın sonucu genelde berat oluyor, vicdanen de rahatlıyordu. Sırtından hançerleyen dost görünümlü namussuzlar da düşüyordu aklına. Böyle zamanlarda okkalı küfürler savurarak rahatlıyordu kendince.
Dedim ya elli küsur yıllık bir hayat. Günahlarını da sorguluyordu elbette. Rahatsızlığı hat safaya ulaşıyorsa günahlarından dolayı, gözlerini kapatıp af diliyordu yüce yaradandan.
Böylesine sürüyordu gecelerle mücadelesi. Perdelerinden giren ilk ışıklarla giriyordu ciddi anlamda yatağına. Aklından geçen bin bir düşüncelerle gözlerini kapatıyor ve geçiyordu kendinden. Keşke hep böyle olsaydı, razıydı bu kadarına gerçekten. Bir süre sonra karabasanlarla uyanıyordu yeniden. İşte bunun için nefret ediyordu gecelerden.
Davut Tunçbilek/ Elmadağ
YORUMLAR
Yalnızlık kadın, adam veyahut bir hayvanı bile derinden etkileyebilir. Hele ki geçmişe dönük pişmanlıkları varsa geceleri karabasana döner.
Rabbim ki seye köşelere yatırip kapılara baktırmasın. Yalnızlık neyse de elden ayaktan düşmuş bir yalnızı düşünün lütfen.
Güzel bir yazıydı tebrik ederim.