- 600 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AĞLAMAYI ÖZLEDİM
Mutluluğun bezeli olduğu kaldırımlar. İnsan seli adeta… İzdiham, görkemi büyük şehrin. Yoksa bir yılgı mı, bedbin mi yoksa çöreklenmiş o sevinçler büyük bir aldatının büyüsü nakşetmişken iken mağazalar arasında insanlar yol bulmaya çalışırken.
Efkârı mı toz duman olmuş üzünçlerin yoksa sırasını bekleyen diğer varlıklar mı candan öte…
Yağmurun tozuttuğu insan suretleri. Yankıları duyulmaz iken çığırtkan kuşların albenisi belki de insan kılığında adımlayanların adımsız ve adsız yarınları çoktan inmiş iken vicdanların kepenkleri.
Ne tek bir duyum ne tek bir söylem.
Hadi böbürlen insanoğlu.
Ne oldu söyle hadi…
Toz konduramadığın ne ola ki
Hicap edilesi…
Bir ikilem mi taşıdığın
Çözemediğin bir gizem mi söyle,
Söyle de dağılsın efkârı yüreğin.
Şekilsiz ne varsa arz-ı endam etmiş ve şekilden şekle giren kimlikler çoktan çekmiş cübbeyi üzerlerine.
Hoyrat alabildiğine: Ne vakur ne mağdur sadece inanç eksikliği ve tümlemeye çalışılan isimler ne çok önyargı sıfat yerine.
Cıvıl cıvıl gökyüzü oysa. Kocaman bir boşluk mavi tonunda. Hele ki o gök kubbe içine sığdıramadığın ne çok duygu… Ne o, yoksa bu da mı yalan…
Cebelleşirken ne çok tahakküm hele ki zan altında kalmak yok mu… Ne yani, tek sorumlusu ben miyim şu istimlâk edilmiş bağrının adına insan denen hidayetin. Hadi söyle, ne zaman miracın?
Asılı kalmış tümceler gökyüzünün merdivenlerinde ve adımlarken düşmek kaygısı kadar ayan beyan yoksa ne işim vardı da toplayacağım o kırpık yıldızları teker teker…
Ahım şahım ne gibi bir ayrıcalıkla ahkâm kesme hakkım olabilir ki hele ki bir selam bile esirgeniyorsa.
İçli bir güfte kadar manidar akşam çökerken peçe misali yüzümdeki örtüsüyle ben kala kalmışken sessiz bir saltanatı sürdürme kaygısı dahi gütmezken. Kim bilir belki de sultanıyımdır saklı mabedimin.
Duvarların rengi yok en az ıssızlığım yalıtmışken beni görkemli evrenden. Hele ki uçuk pembe ise sevdalandığım düşlerimin girizgâhındaki o sessiz izdüşümü bir nebze de olsa sakin görünümlü mizacımın darmaduman gölgesinde demlenirken günden güne.
Muhafaza ettiklerim ki kıdemli olduğum gün gibi aşikâr hele ki taviz verme ihtimalimin dahi olmadığı o uzun soluklu öğretiler ben çalakalem çizmekteyken her bir ismin üzerine.
İlk olduğu her ne kadar önem arz etse de görünen o ki asla sonlanmadı hikâyem. Ölçüt kılındığım ya da enine boyuna beni ölçerken ellerinde önyargıları ile mil çekmişler belli ki gözlerine de safran sarısı imgeler bile yankısını kaybetti gittiğinden beri.
Birileri sürekli devinmekte ıstırap dolu kimliğim ile bir türlü boy ölçüşemezken kırık hatırat dolu tavan arasında bir şeylere çarpıp daha da çökelttiğim yaş dolu tezahürü şu sıkılgan mizacım bir türlü birilerine denk düşmeyi bilemezken.
Kerelerce söyledim oysa tasvip etmediğim ne varsa ve defalarca da örselendim kilit kurcalanırken. Belki bir saç tokası bile yeterdi kilidin işlevini yitirip içeri sızmaya. Sızlamamı yor mu içim sanırsın tefekkür halinde olsam bile sarkaç çoktan çıktı ekseninden.
Koyultulmuş duvarlar üzerime üzerime gelmekte ben çoktan yaşama ritmimi savurmuşken arkasından kova kova gözyaşı döküp de. Ne tuhaf kurudu göz pınarlarım epeydir. Sanırım ağlamayı özledim ve incinmeyi belki de. Düşün artık nasıl bir ruh hali miras kalmış onca devrik cümlede ismim telaffuz edilirken. Sakıncalı ne çok söylence hele ki ihbar ettiğimden beri daha da kıymete bindi varlığım.
Dizlerinin dibindeyim hüznün kaç zamandır. Yılını da unuttum gününü de ama az kaldı sonlanmasına bu döngünün. Has bel kader içime akıttığım ne çok sözcükten ibaret iç yangınım. Körelten tümceler hala zihnimin derinliklerinde hatta ve hatta çocukluğumdan kalma ne varsa kirletilmeye çalışılan masumiyetimi her daim yargılayan. Hayat ne tuhaf… Birileri yaşasın diye mağlubiyet gerekmekte yaşam kaygımızda.
Birileri illa ki mutlu olacak lakin niye mutsuzluğun ibresi yüzüme dönüktür çözebilmiş değilim.
Tüketilen kimlikler sanırım tüketilmişliğin getirdiği hezeyan ile daha da önem arz etmekte akbabalar doysun diye. İyi de bana böyle öğretilmedi ki.
Az mı dil döktü bizimkiler ve az mı yediler başımın etini. Demediler oysa ‘’mutsuzluğu insanların tek gıdandır’’ diye.
Külfeti o kadar bariz ki ve içine düştüğüm onca yanılgı her daim yenilginin getirdiği hezimet ile hesap verirken Tanrı’ya.
İnancım hiç bu kadar ivme kazanmamıştı. Oysa ki isyan edeceğime kaniydim önceleri. ‘’İşte’’ diyordum kendime:’’Vakit doldu. Hükmedenler mademki galibi bu oyunun sen de al başını iki elinin arasına ve söyle son cümleni.’’
Değil son ilk cümlemi bile arz etmemişken nasıl yeniden dönerdim hücreme. Varsın tek kişilik bir mabedi sığınak belleyeyim. En azından kendi sarayımın sultanıyım ve aynalarla da aram gayet iyi. Hele ki gün bitiminde Tanrı beni sorguya çekerken var mı benden mutlusu. Hala parlıyor gözlerim kaynağını bilmediğim bir ışıkla. En çok da buna şaşıyorum doğrusu. Bunca yıkımın ardında nasıl oluyor da bir enkaza dönmektense dimdik ayaktayım.
Biliyorum ki bir tuhaflık ile iştigal etmekte benliğim. Sırrını çözemesem de haz ettiğim da ayrı bir gerçek. Sanırım vakti zamanında kafa patlattığım psikoloji kitapları yapmış yapacağını. En azından kendime yabancı değilim. Varsın dünya ahalisinin metrelerce uzağında tek ayak cezasına çarptırılayım. En azından ayağımın birini dinlendiriyorum varsın hala kaygı duyayım ‘’ya sonra’’ deyip. Zaten rahat batar bana. İlla ki bir arıza çıkarmalıyım ki çözme telaşı ile derin bir iç çekeyim. Adlandıramadığım anlamsızlıklar sanırım acı eşiğimi yükseltmekte.
Ne zaman girişken addettim ki kendimi yoksa önceleri bu kadar durağan değil miydim de sonradan hâsıl olan bir pervasızlık mı benimki günü de geceyi tıkarken hayat ağacımın dibine. En azından gölgesinde demleniyorum üç beş gün sonra zaten boy vermekte düşlerim. Ne bitimsizmiş hayal gücüm hala hayıflanabilmekteyim de üstelik yarın neye kafa yorsam değil.
Dipsiz bir telaş benimki ve dipsiz bir dışa vurum cümleler sırıtıp dururken hava boşluğunda. Meyve toplar gibi koparıyorum her birini ve diziyorum beyaz bir sayfaya. Sanır mısın ki haz etmeyen nicesi niye bu denli muhalif hele ki görmediğime kani olup da gözlerini kaçırırlarken yerli yersiz. Her şeye vakıfım Tanrı’nın her şeye muktedir olup beni korumasına şükrettiğim kadar.
Yetmez ne kelimeler ne de günler ben hala arpacı kumrusu gibi düşünüp de bir türlü gelememişken sona. Daha ne ki bunlar hele bir çıkarayım şu son üç beş senenin acısı daha da çözülecek dilim.
İmgeler seğirtmekte gözümü ben seğirtirken konudan konuya. Aklıma gelmişken, deyip bir türlü sonlandıramadığım onca kehaneti de işin içine kattık mı… Elimdeki sihirli küre belki de tüm alınganlığımı nüktedanlığa dönüştüren.
Yüz görümü belki de şu üç beş cümle hele ki müptelası olmuşken hayatın her ne kadar kapı dışarı edilsem de zaman zaman bu yüzden kapımı aralık bıraktım. Sızan ne varsa ya da sızlatan ama illa ki beni ben yapan…
YORUMLAR
--Sızan ne varsa ya da sızlatan ama illa ki beni ben yapan…
Bizi biz yapan yaşamın içerisinde nükseden hayat çizgileri ve aşılan aşina duygular,
bazen niye ağlayamıyorum diyorum kendime ,kalpsizmiyim ki diye düşündüm düşünürdüm.
gözlerimle ağlamıyor,yaş olması gerekmiyormuş..
Terbiye ediyorsun hallerini ölüme bile edepliyim bazen.!
Gönlünüze sağlık ,sevgimi bırakıyorum ..sayfaya..
Gülüm Çamlısoy
Biraz da huysuz üstelik ve yadsıyacağımız kadar gerçekçi her ne kadar zaman zaman kapılsak da rehavete.
Ağlamak asla ürkünç değil hele ki ayıp, asla.
Bonkör davranabiliriz akarken yaşlar ne de olsa duygular inanılmaz bir açılımla esir almışken bizi.
Çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Pamuk yumuşaklığında bir yazı.
Ne kadar güzel...
Tebrik ve saygılarımla...
Gülüm Çamlısoy
Çok sağ olun eşlik ettiğiniz için zira yazdıklarıma ruh katan sadece sizlersiniz bu bağlamda yorum ve varlıklarınız sayesinde aydınlanmakta önüm.
Sonsuz saygı ve selamlarımla değerli hocam...
Var olunuz.
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ederim. Eksik olmayın değerli yazarım.
Sonsuz saygı ve selamlarımla...
Ömrünüz çok olsun.