- 1101 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÇÜRÜME
Akşam ezanından beri susmayan bebek sesi tüm dikkatimi dağıtıyor, bir türlü okuduğuma tam odaklanamıyordum. Pencereyi kapatsam ses biraz kısılırdı ama bu sefer sıcaktan boğulurdum. Hah işte, kapı da çaldı! Kapı açma görevi bana verilmişti. Ayaklarımı sürte sürte kapıya gittim. Kapı deliğinden baktım, alt komşunun öğretmen olan eşiydi. “Zeynep, kapıya bak! ” diye seslendim ve bilgisayarımın başına geçtim. Hanım kapıyı açtı, bir müddet muhabbet ettiler. Sonra bizimki içeri girip tekrar kapıya çıktı, bir süre daha konuştular ve kapı kapandı.
“Ne istiyormuş?” dedim merakla.
“Bebek için ağrı kesici- ateş düşürücü istedi, verdim.” dedi.
“Niye hastaneye götürmemişler ki? ” dedim ve devam ettim: “ Sabahtan beri ağlıyor, daha bir aylık bile değil. Bir bebek bu kadar ihmal edilmemeli! Ağlamaktan fıtık olacak velet!” dedim.
“Senin için her şey basit tabii! Niye bilmiyor musun babası polis ve şu an görevde? Çok çok zorunlu olmadıkça polislere artık izin vermiyorlar.” dedi.
“Hiç aklıma gelmemişti.” deyip okuduğum yazıya döndüm.
Birden çok yakınlardan gelen seri silah atışlarının ürkütücü sesini duydum. Hemen balkona koşup sesin nereden gelmiş olabileceğine dair fikir yürütmeye başladım. On saniye bile sürmemişti. Zeynep de balkondaydı. Çocukların yataklarını sermeyi bitirmiş ve şimdi caddeye bakan yüzü sapsarı kesilmişti.
“Şuradan geldi ses!” dedi Palmiye Konutları tarafını göstererek. Ben ise “Orada değil, ancak şurada bir olay olmuştur.” deyip karakol tarafını gösterdim.
“Allah belalarını versin!” dedi makbul olmasını dileyerek.
“Amin!” dedim ümitsizce.
Gecenin toplam sesini bastıran ambulans seslerini duyduk sonra. İnsana ürperti veren bu ambulans sesleri olmasa muhtemelen bunca ölüm daha doğal gelecekti. Ambulanslar uzaklaşıyordu, ölümle ilgili kafamdaki düşünceler ve duyduğum korku da yavaş yavaş silikleşiyordu. Sonra ben bilgisayarımın başına döndüm, eşim ise telefona bakıp whatsapp’tan dostu olan bir polis eşiyle mesajlaştı. Haberlere baktım, şahit olduğumuz olay daha yaşanmamış gözüküyordu. Haber sitelerinde, bültenlerde kahreden bir sürü olay, cinayet, tecavüz, terör olayı vardı; ama uzun müddet beklememe rağmen doğunun bu küçük ilçesinde bir olay olduğuna dair bir kanıt yoktu.
“ Polisleri taramışlar!” dedi hanım “Eski hastanenin orada.”
“ E! Kimseye bir şey olmuş mu?”
“ Bir polis şehit olmuş, diğeri de yaralı. Allah o kalleşlerin belalarını versin!”
Merakla bilgisayarıma döndüm. Facebook’ta taranan aracın resimlerini paylaşanlar ve de paylaşımı beğenenler, kınayanlar, küfredenler, şehitle gurur duyanlar vardı. Sonra elektrikler kesildi. Belki de bu her şeyin eskisi gibi yolunda gittiğinin işaretiydi. Uğraşacak pek bir şey kalmadığı için balkona çıktım. Olayın yaşandığı cadde üzerinde trafik tekrar normal akışına dönmüştü. Düğün mevsiminin olmazsa olmazı havai fişekler, patlayıp gökyüzünü kısa süreliğine renklendirerek kayboluyordu. Demek her şey normaldi.
Elektrikler tekrar gelmişti. Hemen bilgisayarımın başına dönüp o yazıyı okumaya karar verdim. “Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek; insanların yaptığı budur.” diyordu yazar. İşte, bir insanın hem zalim hem mazlum olmasının sebebi bu olmalı, dedim. Uzaydan bakan hakikatin çürük olarak tarif ettiği eylemlerin çoğunu kutsamışız. Bütün bu çatışmalar, erken ölümler körü körüne bağlandığımız ideolojik saplantılar sebebiyle oluyordu. Çürüme neredeyse her yere bulaştığı halde herkes çürüğü başkasının gövdesinde biliyordu. Bazı ölümler kutsal, bazıları menfurdu. Malzemesi insan olan cinayetler meşru ve gayrı meşru diye ikiye ayrılıyordu. Ama bunca çürük, bir tek uzaydan mikroskop benzeri bir aletle bizi inceleyen hakikat tarafından fark ediyordu. Belki de “Bunlara ne oluyor, aynı tür bakteri olduklarını bilmiyorlar mı?” diyordur o sessiz göz.
“Aman Allah’ım” dedi Zeynep.
“Ne oldu?” dedim.
“Şehit olan polis bizim alt kattaki Esra’nın eşiymiş. Allah’ım inanamıyorum! Zavallı kadın ne yapacak o ufacık bebeğiyle?”
“Emin misin? Bunu kim söyledi sana? Allah aşkına bırak şu telefonla yazışmayı!” dedim.
“ Melike söyledi, kocası haber almış. Allah’ım o katillerin cezasını ver!” diye tekrar beddua etti.
İçimi ne şok ne de tam üzüntü diyemeyeceğim garip bir duygu bastı. Daha sabah asansörde karşılaştığım polis memuru şimdi bir ölüydü. Güleç yüzlü olduğunu bildiğim o genç bir saat öncesine kadar muhtemelen arkadaşlarına espri de yapmıştı. Çürümekten duygusuz bir kalbin kan pompaladığı duygusuz bir elin tuttuğu duygusuz silahın duygusuz kurşunları o güleç yüzü söndürmüştü. Sonra kadınla bebeği geldi aklıma. Bir ölümün kaç ölüm olabileceğini hesap etmeye çalıştım. Ne kadar çok ölüm ediyordu bir ölüm, hayretler içinde kaldım. O lanet olası çürükler yüzünden oluyordu ölümün bunca nemalanması. Doğanın bize sunduğu bin bir çeşit ölümü beğenmeyip yeni yeni ölüm şekilleri yaratan kahrolası çürükler!
Telefonların virüs yayar gibi yaymakta acele ettiği kötü haberler, biraz sonra aşağı kata da ulaşacak. Pencere kapatmanın, kulak tıkamanın karşısında yetersiz kalacağı o çığlık aşağı kattan dalgalar halinde dört yöne dağılıp bizi sarsacaktı. Ardından o küçük çığlık da uyanacak ve ömür boyu dinmeyecek bir sızı olacak. Malzemesi azalma evresine giren çürüme o sesle kendini gençlik iksiri içmiş gibi baştan yaratacak.
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Ne demeli?
Hayatımızın gerçeği maalesef bu.
Her birimizin yanı başında dolanmakta zamansız ölümler.
Genç canlar, vakitsiz toprağa düşmekte,
dünyayı henüz tanıyamayan bebeleri babasız bırakmakta.
Allah,
hak ettikleri cezayı verecektir şüphesiz bu duruma sebep olanlara.
Üzücü bir hikaye.
Ancak,
yukarıda da yazdığımız gibi,
maalesef günümüzün gerçeği.
Yahya Oğuz
Küçücük bir öyküye bu kadar doğru şey nasıl sığdırılabilirdi ki? Bunca yıllık insanlık birikimi her cümlede hala kifayetsizliğinin içinde mahcup ama bir o kadar da haklı olduğuyla mağrur nasıl anlatılabilirdi ki?
Hepsi hem de fazlasıyla var.
Ve doğru olsa bile uğruna "Doğanın bize sunduğu bin bir çeşit ölümü beğenmeyip yeni yeni ölüm şekilleri yaratan" birileri olmaya değer mi?
Sonuçta bir küncü kadar değer verilmeden söndürülen hayatların, aslında geride kalanlar için "Ne kadar çok ölüm ediyordu bir ölüm" değil mi?
Bunu anlamak için atılacak bir küçük adım, bir nebze empati o kadar zor mu ki?
Yahya bey kalemine ve yüreğine sağlık.