- 743 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KALEMİNİ, FIRÇASINI, OBJEKTİFİNİ YÜREĞİNE TAKAN ADAM: FİKRET OTYAM.
Bir yıldız daha indiği gökyüzünden yükseldi gökyüzüne bütün ihtişamıyla yine.
Öncelikle insan olarak parlamıştı yıldızı…
O, kendini ve hayatın her rengini nakşettiği yüreğini yurt sevdası ve insan sevgisine adamış bir koca devdi.
Onu anlatabilmek ondan söz edebilmek benim haddim olamazdı belki ama…Bir şekilde kendisini ve
Sevgili eşi Filiz OTYAM’ı tanımam kısmet olmuştu…
O bir röportaj üstadıydı. Güneydoğu’yu Türkiye’ye tanıtan gazeteciydi. Emekli olup Gazipaşa’ya yerleştikten sonra da iri kadın gözleri ve keçilerle bezeli hayat kokan resimleri öne çıkan bir ressam. Kimi zaman Kenan Evren’e kafa tutup 1 liralık telif davası açan, kimi zaman çevre ödülünü reddeden aykırı bir adamdı Fikret Otyam. Usta sanatçı, Faruk Bildirici’nin 30 Mayıs 2010’da Hürriyet Pazar ekinde yayımlanan söyleşisinde kendini anlatmıştı...
BABAM: ECZACI ZABİT OLARAK YEMEN’DEYKEN EVLENMİŞ
Genç zabit eczacı babam o zamanlar vatan toprakları olan Yemen’e gider, genç güzel eşini bırakıp. Bir gün bir kara haber : “Eşin teverrüm etti, acele gel”. Haftalar sürer yolculuk. Ancak mezarını ziyaret eder. Ve Yemen’e döner. Babama “Bir şehit eşi var, adı Naciye, bir oğlu var adı Mehdi, gel sana alalım” derler. Naciye, Alman Baron Bek gemisiyle anavatana dönerken Süveyş’te bir oğlan doğurur. İlerde orkestra şefi olacak Nedim Otyam. Bursa’nın alınışında Naciye bir oğlan çocuk daha doğurur. Adı Nusret Kemal, sonraları eczacı ve şair. Yorgun savaşçı Vasıf ,Konya ikinci ordudan emekli olur. Konya’da bir kız doğurmuştur Naciye, ilerde Ayşe Abla okulunun Sevim Ablası olur. Aksaray’dan gelen bir kurul “Gel’ der, “Hususi Muhasebenin Eczanesini al, borcunu öde’. Eczane artık “Halk Eczanesi” olur. 1926’da doğmuşum. 1928’de Neşecan doğdu, ilerde romancı, ekonomist Erhan Bener’in eşi. Babam San’a’da hasta olan Miralay İsmet’in çadırında ilaçlarını içirdiğini söylerdi, pek inanmazdım. 24 Temmuz 1942, Reisi Cumhur İsmet Paşa, Adana’dan Ankara’ya geçerken öğle yemeğini bizim evde yedi. Yemekte Paşa, “Vasıf, tığ gibi delikanlıydın!” deyince heyecandan donuma işedim. Babam bize yalan söylememişti. İlk kez Paşa’nın fotoğrafını o gün çektim. Nereden, nasıl bilebilirdim ölünceye kadar fotoğraflarını çekeceğimi.
FOTOĞRAF: İLK MAKİNEM CAMA ÇEKİYORDU
Ortaokulda Fransızca öğretmenimiz emekli albay Lüleci Haşim Bey çok güzel fotoğraflar çektiği Lenduha ayaklı, cama çeken fotoğraf makinesini bana armağan etti. Pipo içtiği için ona Lüleci derlerdi. Sokak fotoğrafçısı Kadir ile dükkan kiralayıp fotoğrafçılık yaptım bir yaz boyu. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne giderken ben de Kadir’e armağan ettim. Kadir’in soyadı Coşkun’du, sonradan Üçyıldız oldu. Bir gün arabayla Aksaray’a uğradık. Üçyıldız Huzurevi yaptırmış. “Ne güzel yapmışsın” dedim. Tek gözüyle baktı: “O fotoğraf makinesini vermeseydin bunlar nah olurdu” dedi.
EN BÜYÜK ÜZÜNTÜM: HEYKELE TÜKÜRMEMİŞTİM
Tarih öğretmenimiz Medeniyetler Müzesine götürdü, derken Hoca hanımın çığlığı: “Kim yaptı bu saygısızlığı?” diye tepiniyor. Bir Hitit aslanının açık ağzından tükrükler iniyordu. Bakındı, bakındı: “Bunu sen yapmışsındır pis Anadolulu” dedi. Dediklerimse nafile. Mendilimi çıkarttırıp gözyaşlarımı sildirdi. Ankara’yı terk ettim. Galatasaray Lisesi’ne hazırlık yapılırken Toprak Mahsulleri Ofisi Müdürü’nün tavsiyesiyle kendimi Kayseri Lisesi’nde yatılı buldum. Orada biyoloji öğretmenimiz Raşit Bener’i çok sevmiştim. İki yazar Vüsat O. Bener ve Erhan Bener de o yıllar oradalarmış. İkinci Dünya Savaşı yılları yoksulluk diz boyu. Bitlendik. Hamamlar, ilaçlar. Hastaneye kaldırıldım. Orada beni gören bir Aksaraylı, gidip babama: “Sen başkalarının hayatını kurtar, oğlun hastanede ölüyor” demiş. Hemen gelip beni aldı. Babam beyaz gömleğiyle anahtarı yine uzattı. Son bir bilgi. Birkaç yıl önce Fikret Otyam kitabı basıma hazırlanırken İstanbul’dan bir kart geldi. Yıllardır acım olan şeyi açıklıyordu: “Fikret” diyordu, “Aslanın ağzına sen tükürmedin, tüküren şuydu”.
İLK SERGİM: ÇALLI’NIN ATÖLYESİNE GİRDİĞİMDE UTANDIM
Resim yapmayı çok seviyordum. Kutu boyalarla kontraplak üstüne resimler. Halkevi’nde sergi de açtım. Birinin adını hiç unutmuyorum: “Denize Hasret!” Ne hasreti, gördüğüm en büyük su Uluırmak ve Tuz Gölü. Bir gün Belediye’nin önünde Nevşehir arabası bekleyen bir çocukla tanıştım. İstanbul’da okuyormuş. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi diye bir okulda resim okuyormuş. Bu çocuk, rahmetle andığım Neşet Günal’dı. Akşam babama “Nihayet okulumu buldum” dedim. Hocaların hocası, Çallı’nın atölyesine adım attığımda çırılçıplak bir kadın karşımda duruyordu. Ağabeyler, ablalar gülerek ‘gel, gel’ dediler. Çallı’yla dede torun gibiydik. Acımdır, her şeye karşın aklım fikrim, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndaydı. Atölyesine gelme isteğime: “O da benim hocam, öğrencisini nasıl alırım” oldu. Ağlamaklı vaziyette izin istemek için yanına yaklaşınca, anlaşılan duymuş. Çallı,, “S..r git!” dedi. Bedri Hoca’ya koştum, dediğini anlattım. “Tamam” dedi, “İzin vermiş”.
BABIALİ: POLİS ADLİYE MUHABİRİ OLARAK BAŞLADIM
1950 yılında sanat yazıları yazmak amacıyla Bab-ı Ali’ye adım attım. Cihad Baban ve Ziyyad Ebuziya’nın Son Saat gazetesine gidip gelmeye başladım. Cihad Baban her gördüğünde “Oğlum, git resmini yap” diyordu. Bir gün adliye polis muhabiri Cihat Bey’le tartıştı, ipler koptu. Bana dönüp: “Adliye- polis muhabirisin” dedi. İki buçuk yıl tam deyimiyle burnuma kan koktu. Ama İstanbul’un bir başka yönünü tanıdım. 1953’te Akademi’nin resim bölümünü bitirdiğimde Falih Rıfkı Atay’ın Dünya Gazetesinde Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş’ün yardımcısı ve yazarıydım.
Sevgili eşi Filiz OTYAM; ’Yapacağı resimleri, yazacağı kitapları ve yazacağı haftalık yazılarını düşünerek gitti’
Gökyüzünün özgür maviliğinde sürdürecektir düşlediği tüm çalışmalarını O artık…
YORUMLAR
Çok yakından tanıdığım bir insan değildi.
Ne sanatçı olarak, ne de gazeteci olarak ilgimi çekmedi bu güne kadar.
Ancak,
memleketin önemli bir figürü olarak tanındı ve öylece de vefat etti.
Allah rahmet etsin diyorum.
DEVRİM DENİZERİ
Sevgi selam ve esenlikler.
Sayfaya uğramanız beni hem duygulandırdı hem sevindirdi.
Altının değerini bilmek sarraflık ister bildiğiniz gibi.Günümüzde bu zanaat' ın da nesli tükendi maalesef. Ortalık sahte sarraflardan geçilmez oldu o da başka...
Selam ve sevgilerimi yolluyorum.
Ömrünüze Bereket.
Devrim hocam
Harika bir yazı sizinde kaleminize yüreğinize sağlık
Hayatı mücadelelerle geçmiş ‘’Fikret Otyam gibi aydın insanların geride bıraktıkları en önemli şeydir belki de sanat yoluyla yaşamın nesnel özetini çıkarmış olmaları
Nur içerisinde yatsın
Saygı selamlarımla
DEVRİM DENİZERİ
Altının değerini bilmek sarraflık ister bildiğiniz gibi.Günümüzde bu zanaat' ın da nesli tükendi maalesef. Ortalık sahte sarraflardan geçilmez oldu o da başka...
Selam ve sevgilerimi yolluyorum.
Ömrünüze Bereket.