- 615 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ülke Bütünlüğü Hızla Yok Oluyor!
Yazıma başlarken konu olarak neyi ele almalı, irdelemeliyim diye biraz düşündüm. Oysa ülkemizde bir köşe yazarının yazmak için konu aramasına, gerek yoktur. Düşünmesine de…
Adeta gündem enflasyonunun yaşandığı ülkemizde olsa olsa tercih konusunda kararsızlık söz konusu olabilir.
Jet hızıyla değişen bu gündem yoğunluğu içinde yazınızın güncel olması da kuşkusuz önemlidir.
Ama akşam yazdığınız bir yazı ertesi günün sabahında gündem dışı kalabiliyor. Hele hele, yazınız ertesi gün yayına alınmayacaksa işiniz daha da zor demektir.
Bu nedenle, kestirmeden yol alıp gündemin önüne geçmeye ve gündemin böylesine hızlı değişimine neden olan etkenleri irdelemeye karar verdim. Ne derece başarılı olacağımı bilemiyorum ama en azından bir iki soru işaretine cevap olabilirsem ne mutlu bana diyebileceğim.
Ülkemizde neler olup bitiyor!
Bunu anlayabilmenin en kolayı elbette, televizyon haberlerini takip etmek ya da gazete okumakla başlar.
İyi ama hangisini!
Gerek televizyonların gerekse gazetelerin büyük bir bölümünün aynı haberi farklı ima ve yönlendirmelerle servis etmeleri, güvenilir haber kaynağı olma yönündeki yaygın imajı yok etmişe benziyor. Artık herkes kendi ideolojik görüşlerini yansıtan gazeteleri takip etmeye ya da televizyonları izlemeye yöneliyor. Böylece, toplumsal kutuplaşmanın başka bir örneğini de bu şekilde sergilenmiş oluyor.
Televizyon, kuşkusuz hayatımızda çok önemli yer tutar. O, diğer eşyalara göre daha ayrıcalıklıdır. Evlerde en başköşede yer alır ve gözler en fazla onun üzerinde yoğunlaşır. Son yıllarda başka bir teknolojik aygıt olan bilgisayar tahtını biraz sarssa da, uzun bir süre daha yerini koruyacağa benziyor.
Direniyor…
Benzer mücadele basılı gazete ile internet gazeteciliği arasında da süregelmektedir. Ama basılı gazeteler elle tutulur oluşları nedeniyle bir süre daha önemini koruyacak gibi.
Ancak; Eninde sonunda, gerek televizyonlar gerekse yazılı gazeteler, yerini televizyonu ve yazılı gazeteleri de içinde barındıran geleceğin lider teknolojik aygıtına bırakacak.
Bilgisayara ve internet gazeteciliğine!
Şimdiden net bir şekilde görülen bu gerçek, evlerimizin başköşesinde boşluk yaratacağa benziyor. O boşluk kuşkusuz bir şekilde doldurulacaktır. Ya bir oturma grubuna ait parçayla ya mini bir kütüphane veya üzerinde vazo bulunan küçük bir sehpayla…
Ama yeri doldurulamayacak bir boşluk daha var!
Televizyon ve gazeteler aracılığıyla toplumsal tahribata yol açan toplum mühendisliği uygulamalarının bıraktığı boşluk.
Bu boşluğun adı; Birlik beraberlik ve vatanseverlik bilinci!
Birlik beraberlik, yerini ideolojik farklılıklar nedeniyle kutuplaşmalara, vatanseverlik ise, etnik ayrışım, etnik milliyetçilik ve dinsel-mezhepsel farklılıkların hayatın önceliklerini oluşturmasına bırakmış görünüyor.
Artık insanlarımızın önemli bir bölümü önceliği olarak dini görmekte diğer önemli bölümü ise kendisinin de ait olduğu etnik grubun haksızlıklara maruz kalmakta olduğuna inanıyor.
Ülke bütünlüğü hızla yok oluyor!
Toplumsal algılamalardaki değişim nasıl olur da bu kadar yıkıcı hal alabilir!
Evrensel bazı kavramlar üzerinden yol alınırken nasıl olur da böylesine kritik kırılma noktasına ulaşılabilir!
Yukarıda bahsettiğim evrensel kavramların başında; Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve insan hakları geliyor.
Kendi adıma söylemeliyim ki, insanlığın olmazsa olmazı olan bu evrensel kavramlar artık beni ürkütüyor ve ürpertiyor!
Biraz düşününce bunun kendimce sebeplerini de tespit ettim.
Sanırım biz, yeryüzünde var olan demokrasi, özgürlük ve insan hakları uygulamalarını bir hayli aşmış bulunuyoruz!
Nasıl aştığımıza gelince;
Canlıların yaşamı için hava, su ve güneş olmazsa olmaz unsurlardır. Buna ilave edilecek onlarca şey de var fakat saydıklarım en temel olanları.
Düşününüz ki atmosferi oluşturan gaz oranlarında biraz değişiklik yapmış olalım. Mesela daha fazla azot yükleyelim ya da daha fazla oksijen ilave edelim.
Sizce ne olur!
Yaşamımızı sürdürebilmek için suya ihtiyaç duyarız. Aksi halde yaşam mümkün değildir. Olması gereken su miktarından biraz daha fazla suya maruz kaldığımızı düşünelim.
Nasıl bir sonuçla karşılaşırız!
Güneş ışığı ve ısısı olmadan hayatın olamayacağı bilinen bir gerçek iken onun her iki özelliğini biraz artıracak olsak!
Örneğin; Daha fazla güneş ışığına ve ısısına maruz kaldığımızı varsayarsak;
Akıbetimiz ne olur!
Yukarıda sıraladığım bütün bu soruların cevabı kuşkusuz ki yıkım ve ölüm olacaktır.
Son yıllarda ülkemizdeki gelişmelere ve değişimlere dönecek olursak;
Atmosfer örneğini ülkemizin demografik, etnik yapısına benzeterek bunlardan bazılarının yapısıyla oynadığımızda (etnik farklılıkları belirgin hale getirdiğimizde) toplumsal karmaşa ve çatışma ortaya çıkacak ve götüreceği sonuç yıkım olacaktır değil mi!
Yine toplumda dinsel ihtiyacın karşılanması noktasında insanlarımıza aşırı din pompalarsak ve günlük yaşamlarında dini en öne koymalarını sağlarsak sanırım varacağımız nokta; Toplumsal bağnazlaşma, kutuplaşma, ayrışım ve netice itibariyle yıkım olacağı da beklenen sonuç olacaktır.
Örneklerle anlatmaya çalıştığım ülke gerçekleri ne yazık ki planlı ve sistematik olarak yıllardır uygulana gelmektedir.
Etnik ayrışımın öncülüğünü yapan terör örgütü PKK’nın talebi, sözde inkâr ve ret politikalarının mevcudiyetini savunarak onun üzerinden daha fazla demokrasi, insan hakları ve özgürlük!
Dinsel talepleri dile getiren söylemlerin en büyük kozu ise türban üzerinden yine daha fazla demokrasi, insan hakları ve özgürlük!
Dünyayı kıskacına almış Yahudi lobisinin batılı ülkeler aracılığıyla ülkemizden talepleri de ilginçtir ki benzerlik göstermekte; Daha fazla demokrasi, insan hakları ve özgürlük!
Etnik ayrışımın öncüleri ; “Kahrolsun tek vatan, kahrolsun tek millet” feveranları ile kulakları tırmalarken, Türkiye Cumhuriyetinin tek millet anlayışının etnik milliyetçiliğe dayanmadığını göz ardı etmekte.
Dinsel ayrışımın öncüleri ise ulusalcılığı ve vatanseverliği tu-kaka gösteriyor ve “Yaşasın ümmetçilik, yaşasın din kardeşliği” diye Allâhu Ekber nidaları arasında insanları diri diri yakmaktan geri kalmıyorlar. Sonra da başörtüsü zulmü diye mazlumu oynuyorlar!
Bundan yaklaşık 25-30 sene öncesine kadar bazı din bezirgânları el altından televizyonlara şeytan icadı diyerek müritlerine televizyonlarını kırmaları yönünde fetvalar verirken bu gün en büyük medya kuruluşlarının sahibi oluşları veya etki altına almış olmaları dikkat çekicidir.
Çünkü onlar da fark ettiler ki, yazılı ve görsel medya ile hedeflerine daha hızlı ulaşabilecek ve emperyalizme hizmette daha kusursuz hale gelebileceklerdi.
Mevcut hükümetin medya patronlarını ihalelerle ödüllendirme veya vergi denetimleriyle kıskaca alma (cezalandırma) çabasının altında yatan; Muhalif etki alanı oluşabilir korkusu, endişesidir.
İktidar sahipleri böylece kendi demokrasi anlayışlarının yeni tanımını da hayata geçirdikleri pratiklerle yapmaktadırlar!
Yolsuzlukları teşhir etmek, farklı düşünmek, halka gerçekleri anlatarak uyandırmak, Cumhuriyete karşı atılan adımları eleştirmek!
İşte bunlar çok fena şeyler.
İnsanlar ne diye “kral ne buyursa doğru” kabul edip alkış tutmazlar anlamış değilim!
Hem daha ekonomik hem de daha kazançlı olmak varken ne diye ağrımaz başlarını ağrıya sokarlar hayret!
Yeni demokrasi anlayışına göre yukarıda sıralanan kusurlu davranışlar vergi memurlarının gazabına uğramayı ve RTÜK’ün yaptırımlarına maruz kalmayı da gerektirir.
Bu birkaç kusurlu tutumun dışında her şey serbest!
Daha fazla demokrasi (!) de bunu gerektirmez mi zaten?
Mesela; Belli bir saatten sonra kırmızı noktalı reklamlar yayınlanabilir!
Aslı astarı olmayan haberler, karalama kampanyasına dönüştürülerek sunulabilir!
Ailece televizyonun karşısına geçmiş film izleyen seyirciye belki ihtiyacı olur düşüncesiyle, seks partneri bulan dokuz yüzlü hat reklamları (Hemen arayın…) verilebilir!
Ya da kendini din adamı diye tanıtan bir şarlatanı ekrana çıkarıp dini bilgiler adı altında çok mühim ihtiyaçmış gibi onlarca gereksiz şeyler anlatılabilir.
Daha önce eşine “bu eve bulaşık makinası girerse sen gidersin” diyen bir muhteremin sair bir sebeple evine bulaşık makinası alınmasından sonraki evliliğinin ne duruma düştüğüne dair sorularına cevap aranması hoş görülebilir!
Ezana bir iki dakika kalarak yanlışlıkla ağzına su kaçmış birinin orucu bozulmuş mudur bozulmamış mıdır sorusuna cevap bulmak da son derece elzemdir!
Magazin programları, televole benzeri yayınlar ve bol bol dizi yayınlayan televizyonlar zararsız gruba (!) dahil edildiğinden dokunulmazlıkları bulunur. Oysa açık oturumlarla memleket meselelerini tartışan programların fazla olduğu televizyonlar RTÜK tarafından pürdikkat takip edilir.
Kısacası; “Eleştirilere açığım ama eleştirenlere gıcık oluyorum” mantığıyla hükümet demokrasi mantığını topluma dayatıyor.
Ya yandaş olursunuz ya da var olamazsınız!
Yandaş olmayı reddeden ve eleştirilerini korkusuzca yapabilen vatanseverler, ya darbeci ya din düşmanı ya da son günlerin moda yakıştırması olan ulusalcı(!) oluveriyor.
Ama ne mutlu onlara ki vatana ihanete varan yenidünya düzenine alet olmuyor, insanlara umut taşımaya devam ediyorlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.