- 758 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ HESAP
ESKİ HESAP
”Tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz.”
Bir Gün Tek Başına , Vedat Türkali
Yazdığı notu saçlarını kokladığı küçük kızın başucuna bıraktı. Ayaklarının ucuna basarak çıktı evden. Bir sokak ötede, onu bekleyen araca doğru yürüdü alacakaranlığın içinden. Kalbi hızla çarptıkça topukları da aynı hızla vuruyordu yere. Yolunu gözleyen genç adam inip araçtan açtı arka kapıyı. Önce sıkı sıkı sarıldı adama genç kadın. Yerinden fırlayacakmış gibi çarpan kalbini durdurmaya çalıştı bir süre.
-Hemen gidelim, deyip oturdu arka koltuğa.
Uykudaydı şehir. Güneşin bulutları delip uyandırmasına az bir zaman kalmıştı. Deler delmez açılmaya başlayacaktı evlerin göz kapakları.
Onları arabasıyla otogara götüren arkadaşlarının bir kaç ay önce satılığa çıkardığı, küçük bir sahil kasabasındaki yazlığına gideceklerdi.
-Canınızı sıkmayın, satılıncaya kadar kalın, demişti.
Kalkış saatinin dolmasını beklerken hiç konuşmadılar. Kadın, yerlerine oturur oturmaz yarıp içine girmek ister gibi yüzünü adamın göğsüne bastırdı. Kadının diken diken olmuş saçlarını okşayarak yatıştırmaya çalıştı adam. Saçları da kendisi de yatışıp uyudu çok geçmeden. Şehirden çıkıncaya kadar da uyanmadı.
Az sayıdaki çocuklar ve gençler dışında, yolcuların çoğu uyumuş, uyuyamayanlar da uyur uyanık devam ediyordu yolculuğa. Arkalarında oturan yaşlı kadın, horlamaya başlar başlamaz dürtüp uyandırıyordu yanında oturan yaşlı adamı. Çok geçmeden yeniden uykuya dalıp horlamaya başlıyordu adamcağız. Önlerinde, annesi ve anneannesiyle yolculuk eden küçük bir kız çocuğu, türlü şekillere soktuğu yüzünü iki koltuğun arasına sıkıştırıp çekiyordu.
Kadın, kaldırıp başını adamın göğsünden, geceden kalma morarmış gözaltlarıyla baktı adamın gözlerine. Korkudan ve uykusuzluktan bulanıp grileşen mavi gözleri durulmuştu uykuda.
-Aragon görseydi, Elsa’ya yazık olurdu, dedi adam.
Kadın, gülümsemesinin güneş gibi aydınlattığı yüzünü yeniden bastırdı adamın göğsüne.
-Yalnız bırakma beni, kalk da birlikte izleyelim etrafı, dedi adam.
-Gece çok ağladım, hiç uyumadım, hâlâ acıyor gözlerim, dedi kadın.
-Kapat gözlerini ve dinle öyleyse, deyip masal anlatır gibi anlatmaya başladı adam.
-Sağ yanımızdaki ufukta cüce dağlar var. Bulutlar birer şapka gibi, parça parça inmiş tepelerine, yedi cüceleri andırıyorlar.
Öndeki küçük kız sıkıştırıp yüzünü koltukların arasına merakla sordu adama.
-Pamuk Prenses yok mu yanlarında?
-Cücelere pamuk şeker almaya gitmiş o, deyince adam, sustu ve devamını beklemeye başladı.
-Selviye benzeyen, ince uzun, yeşili sarıya kaçan ağaçlar var cüce dağların önünde. Kökleri ateşlense birer füze gibi fırlayacaklar gökyüzüne. Yeşil gövdelerinde açan sarı çiçekler halı gibi serilmiş ağaçların altına.
-Kim sermiş ki onları oraya, diye sordu küçük kız yine merakla.
-Ağaçların ayakları üşümesin diye, tabiat ana sermiş, dedi adam.
-Sol yanımızdan toprak bir köy yolu uzanıyor içeri doğru. Yol dümdüz ama kenarına sıralanmış ulu ağaçlar devrilecekmiş gibi yanlara eğilmiş. Az önce hızlı bir araç geçmiş de rüzgârıyla yaslamış sanki hepsini.
Yanından geçen muavinden bir bardak su isteyip devam etti adam.
-Az ilerde, sırtlarını dayadıkları yamaca gömülmüş gibi görünen iki pencereli küçük küçük evler var.
Çerçeveleri rengarenk.. Perdeleri de.. Bir çingene köyüne benziyor. Bir de senin sevdiğin ressamın tablolarına. Onun desenleri gibi.. Göz göz.. Ve rengarenk..
Kaldırıp kafasını dışarı baktı kadın. Yol boyundaki arazilere tek tük serpilmiş bir kaç ağaçtan başka hiçbir şey göremedi etrafta.
Küçük kız sevinçle koşup uyandırdı annesini. Ablasının ona yazdığı notu yüksek sesle okudu.
-Çok istediğin prenses kostümünü almaya gidiyorum. Ben gelinceye kadar anneyi üzme sakın.
Annesi telaşla fırladı yataktan. İçine ateş düşmüş gibi, evin her köşesine savurdu yalazını. Aramayı düşündüğü kişileri bir bir geçirip aklından hiçbirini aramadı.
-Mübareklerin hepsi de iyi gün dostu, diye bağırdı en acı sesiyle.
Babasını aradı.
-Sen hiç değilse kiminle gittiğini biliyorsun. Ben onu da bilmiyordum sen beni bırakıp gittiğinde, dedi yaşlı adam.
Şaşırmamıştı. Yıllardır bu haberi bekliyor gibiydi. Telefonu eski bir hesabı kapatır gibi göğsü genişleyerek kapattı.
Tante Rosa
***
Diyor ki:
Çehov: Öykünün başında duvarda bir tüfek asılıysa sonunda patlamalıdır.
***