- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual: Kolye 8.Bölüm 2.Kısım
Gün zamanın havalı yatağında gecenin karşısında soyunmaya başlıyordu. Han, her zamanki gibi çok kalabalık ve çalışan garsonlar ilk kattaki büyük salonu yine birçok defa kat ediyorlardı. Müşteriler beklenildiği gibi çok fazlaydı ve bu durum hancının yüzünde bol bol gülümsenin önce tohumlarını atıyor,müşteriler ona yaklaştıkça filizleniyor ve ödemeler geldikçe de meyve veriyordu.
Hanın adı ‘Şakıyan Sarmaşık’ olup kapısına yaklaşmadan önce bir direğin üzerindeki levhada sarmaşıklar ve onların üstünde de şakıyan bülbüller resmedilmişti.Üç katlıydı ve Arcwund kasabasındaki en yaşlı ve en dayanıklı iki fenion ağacına sırtını dayamış ve iki kenarı sarmaşıklarla sarılıp süslenmişti.Onlara, bunu yapan bülbüller ve süslemenin sergisi de kuşların sesleriydi.Sarmaşıklar hanın yapımında kullanılan malzemeye dört elle sarılmışlardı sanki.Onlar ön taraftaki kapının üzerinden mağaralardaki sarkıtlar gibi salınıyordu.Soğuk hava sarmaşıkların davetsiz misafiriydi ve o varken bülbüller onlara konmak istemezdi.Sıcak ve ılık hava kuşların dört gözle bekledikleri,sevdikleri misafirdi.O, bülbüllerle güne gelmiş kadınlar gibi beraberce oturup o gün hoş beş ederdi.Fenion ağaçlarının yaprakları yolda su misali akarken rüzgar da onların üzerinde çırpınıp yükselir ve sarmaşıklara konardı.Bülbüller de onun tınılarıyla beraber melodik bir senfoni sergilerdi.Rüzgar, bazı zamanlar randevusuna geç kalınca kuşlar solo yapmak zorunda kalır ve bu durum ayrı bir tat bırakırdı melodide.
Fenion ağaçları aynı yumurta ikizi gibiydi. Tarihi oldukça eskilere dayanan hatta dünyanın var oluşundan beri onların Arcwund’da olduğu düşünülen bu ağaçların dalları hanın çatısını kolluyordu.Kuşlar hanın simgesi gibiyse onlar tılsımıydı.Yaprakları geometrik şekillerle yakın akraba olan bazen de uzaktan olabilen bu ağaçların kökleri hanın içerisindeki mekanda müşterilere ayrı bir dekoratif zevk sunuyordu.Yaprakların renkleri yeşilin en açık tonuyla en koyu tonu arasında geçişler yapıyor ve de mevsimlerle uygunluk göstermede becerikliydi.
Han açıkken pencereleri hemen hemen hiç kapanmazdı.Arcwunda kış pek fazla uğramazken onun gezinti noktalarında burası son sıralarda yer alıyordu.Daha çok ilkbahar görülür ve o, han için yaramaz ve sevimli bir çocuk gibiydi.Yazın da hiç ayrılmadığı oluyordu ki çoğunlukla han onu ağırlamaktan keyif duyardı.Sonbahar da sohbet koyulaştıkça kalkamayan kadınlar gibi gitmek istemedi mi gitmezdi.Bu durum yapının bazen yüzünün gülmesini sağlar bazen de onu buruşturmasına sebep teşkil ederdi.Ortalama ılık hava gezindiği için kuşlar sarmaşıklarda bulunmaktan memnuniyet duyardı.
Gün gecenin kollarında gündüzü unutmanın ilk safhalarındaydı.
Han, Arcwund’ un en değerli hanıydı ve kasabanın bağlı bulunduğu Cursan şehrinin ve hatta Parcland bölgesinin en kıymetli yerlerinden birisiydi.Buraya gelen gezginler sayesinde ünü birkaç şehre kadar daha sıçramıştı.Hancı, müşterilerinin artmasından oldukça memnundu ve görecekti ki buraya gelenlerin sayısı gittikçe artacaktı.
Büyücüler hancının bilgisi dahilinde içeriye alınırdı ama o davetsiz gelenlerden pek de haberdar değildi zira zihni onların gelişini anlayamazdı.Aslında burasının davetsiz büyücüler için ortak buluşma noktası olduğunu ve onların bazı grupları tarafından izlendiğini bilseydi…
Hanın kapısı en özellikli tahtadan,malzemeden yapılmış olup çift kanatlıydı.Şekli sekizgen olup onun orta kenarları dışa doğru uzatılmış ve tabanı düzdü.Kapının üst kenarlarından sarmaşıkların dalları sarkıp müşterilere sarkıntılık ediyor ve kimi zaman da onları selamlıyordu.
Çift kanatlı kapı açıldı.Girişte dört silüet belirdi ve hanın içine girdikçe daha da belirgin oldular.Bir tanesinin elinde yay vardı ve bu yapının içindeki köşenin birinde yanan ateşin ve tam karşısındaki yoldaşının ışığında belirginleşiyordu.İkincisinde ise bir asa seçilebiliyordu.Onun tepesindeki kristalden çıkan ışıma muhabbet etmekteydi ocakta yanan ateşin loşluğuyla.Asa basit bir tahtadan mamul olup büyücülere belli bir eğitimden sonra verilirdi.Diğer iki silüet te onların ardından hana girdi.
Dörtlü hanın ilk katındaki en büyük salonundalardı.Cübbeli ve yayı olan gözleriyle bildik masayı araştırıp ki orası salonun en güzel yeri olan iki ateşin ortasındaydı.İkisinin yüzleri masaya yaklaşırken acıklı bir tavır içindeydi: cezayı hakkettiklerinde direnen ancak suçlarını saklayamayan çocuklar gibi.Marjuarane ve Swaclon da yeni boşalmış bir masaya geçtiler.
Diğer ikisinin yaklaştığı masada oturanlardan biri;
“Bak sen büyücü dostumuz Cheimenda ve ok cambazımız Ratmay teşrif edebildiler ,” dedi iğneleyici bir şekilde sarışın,mavi gözlü iri bir adam.Onun yanında oturan ise saçları kara ve omuzlarında salınan bir kadındı.Arcwundda ve civar kasabalarda hatta Cursan’da birçok erkeğin yüzünün gölgesi onun yüzüne dökülmek için birbirliyle yarışırdı.Bu durum handa şu anda vuku bulmaktaydı.O, pas vermez çoğunu es geçerdi.Dikkatine aldıkları ise içindeki zevklere yoldaş olurdu ki bu ‘arkadaşlık’ onun kontrolünde başlayıp yine onun kontrolünde sona ererdi.Daha çok pantolon giyer ve onun renkleri de mat olurdu.Elbisedeki bu matlığa karşın gözleri aynı oranda parlaktı.Namını duymayan ve onu tadanlar Hanzbrand’ e girmiş gibi hissederlerdi kendilerini ancak halleri o kasabadan çıkışlarından daha beter olurdu.O, takıldığı, yanında oturan,Cheimenda ve Ratmay in olduğu dörtlü grubun en hırçınıydı ve lakabı ‘keskin’ di.Dövüştüğü zaman altta kalmayı hiç istemez ve kılıcı da onunla olmaktan memnuniyet duyardı.Daha çok sert çizmelerinin altında inleyen vücutlar olurdu.Sesi, bütün bu sert duruşuna nazire yaparcasına yumuşak ve tınısı narinken bunun içinde haksızlık çadır bile kuramazdı.O tını biraz yükseldi;
“Sonunda gelebildiniz. Bugün günlerden neydi hatırlaya bildiniz mi? Biliyoruz dediğinizi duyar gibiyim.Bir kez de erken gelin! Ben ve Taumberk sizin bu hallerinize alıştığımız için kutlamayı geciktirdik ama siz yine geç kaldınız.Bir kere de ikimizi yalancı çıkarsınız olmaz mı?”
Cheimenda ve Ratmay süt dökmüş kedi gibiydiler.İkisi kendilerini savunmak için ağızlarını açacakları sırada handaki bütün bakışların oluşturduğu koro ; ‘sizin konuşmaya hakkınız yok, susun!’ der gibiydi.
Savaşçı ve casus ise mutfak kapısına yakın bir masayı tek başına zaptetmiş kafası kapüşonlu birinin yanındaki masaya çökmüşlerdi.Bir şeyler sipariş verdikten sonra kendi aralarında konuşmaya başladılar.Cümlelerin içerisinde geçen in,Dacassyre,kristal taş kelimeleri yanlarında oturanın dikkatini çekmiş ve o da fark ettirmeden ikisini dinliyordu.
Hancı her müşterisine ‘hoş geldin’ demekten yüksünmez,oldukça güleç ve neşeli bir insandı.Sevecenlikle onunla yarışacak sadece biri daha vardı ki onun adıda Cyernadel di.Mazbudluk onun ruhunda her zaman girmekten hoşlandığı bir sokaktı.Bir diğer yandan han köklü bir tarihe ve bunun akabinde üne sahipti bu yüzden de burayı idare etmesi de kolay iş değildi onun için.
Sirnatal, sonunda arkadaşlarının masaya oturmasına izin vermişti.Onların yanına garsonların en güzeli – bu düşünce hana gelen birçok müşteri tarafından tescillenmişti- kutlama için gerekli olan pastayı getirdi.Ardından hanın ünlü böğürtlen karışımlı şarabından iki kupa daha yanına ekledi.Burasının çok tercih edilmesinin sebeplerinden biri de çalışanların özellikli seçilmesiydi.Buna paralel de masalar her zaman temiz olurdu.Fareler için burası konaklayabilecekleri bir yer değildi çünkü onlar böyle bir bir teşebbüse kalkışacaklarsa eğer ani ölüm tehlikesini göze almak zorunda kalacaklardı.Bu yüzden ufak hayvanlar başka hanlarda kira vermeden keyif çatıyordu.
Hancı Hartmund, dört arkadaşın yanından ayrılarak diğer müşterileriyle ilgilenmeye devam etmek için onlara doğru seyirtti.O gittikten sonra Cheimenda;
“Dostlarım kızmayın bu kadar.Arcwund yolunda haydutların saldırısına uğradım ve Ratmay beni kurtardı.Bundan dolayı geciktik,” dedi ve yüz ifadesi acınma barındırıyordu.
“Ratmay ni seni kurtardı. Senin kurtarılmaya ihtiyaç duyduğunu pek görmedim büyücü,”
“Bırakın artık bunları,önümüzde pasta var.Kutlamaya başlayabiliriz,” dedi gülümseyerek doğum günü sahibi.O, tam mumları üfleyeceği sırada üstü başı tozlanmış,ara ara ıslanmış,bunların getirisi hırpalanmış ve yıpranmış omuzunda maymun sarkan biri hana girdi.Bütün yüzler hemen ona çevrildi. Elf ve insan da yabancıydı ama hiç dikkat çekmemişlerdi.Ayakkabılarının kaplaması da çamurdu.Hancı ve çalışanlar tarafından durdurulup pis ayakkabıları alındı ve yerine terlikler verildi.Giren ,hancının rehberliğinde köşenin birinde yanan ateşin yanına yaklaştırıldı.Handakiler kafeste şaklabanlık yapan sirk maymunu gibi adama bakmaya başladılar.
Onun ‘yabancı’ olduğunu söylemesine gerek duyulan bir rehbere ihtiyacı yoktu zira elbiseleri bunu açıkça ifade ediyordu.Arcwunddaki oturanların hiçbiri garip işaretler ve ilginç işlemelerle dolu elbiseler giymezdi.Yabancı, mutfak kapısına yakın ve şu an yanındakilerin konuşmalarına kulak kesilmiş biri tarafından değerli bir mücevhere bakan hazine hissedarı gibi takip ediliyordu.Maymundan eser yoktu ya da o zaten adamın omzundan sarkmıyordu. Loşlukla algılanan gölgenin biçimlenmeseydi ya da maymunun gölgeye karışma yeteneği vardı.Adamın sırtında siyah ve çok derin koyulukta mavinin ortaklaşa oluşturduğu ancak siyahın hissenin fazla olduğu renkte bir çanta bulunmaktaydı.
MAYIS 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.