- 528 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Varlık Felsefesi
Varlık Felsefesi
Varlığı sorgulamak, bilinç ile mümkün! Düşünen, bilinçli varlık olan insanın evrenin ve kendinin varlığını sorgulaması ve bu sorgulamanın sonucu olarak bir kanaate varması! Varlığın izahını kendince yapması!
Ontolojik değerlendirmeler, bir şeyin “Varlık” olarak irdelenmesi!
“Varlık” olarak her şeye dair bir kanaat oluşturmaya çalışmak! “Töz”, var olan! Akıl ve ruh! Varlık, bilinç ve bilim ile izah edilmeye çalışılır! İzah edilemeyen ama varlığı iddia edilen her şey, inanç kapsamındadır! İzah, soyut veya somut olabilir! Soyut izahlar da somut izahlar kadar önemlidir! Bazı somut izahlar, soyut olarak desteklenir; bazı da soyut olarak izah edilen, somut olarak desteklenir!
Varlığı sorgulayan insanın kanaati, somut veya soyut olabilir! Sorgulamadan oluşan kanaat de “Taklit” olabilir! Sorgulayan, kendi kanaatini oluşturur; sorgulamadan, hazır kanaatleri “Taklit” kapsamında kabul etmek de bir kanaattir. Sonuçta insan kanaatinde özgürüdür, olmalıdır!
Yunus’un varlığına dair izahı harikadır! “Ete kemiğe büründüm, “Yunus” diye göründüm!” Yunus burada varlığının soyut ve somut açıklamasını veriyor! “Ete kemiğe bürünen” nedir? Ete kemiğe bürünen, “Yunus” adındaki soyut insandır! Soyut varlığı, ete kemiğe bürünerek “Yunus” olarak görünüyor! Ruh ve beden olarak 3. Boyutta görünüyor! Bu ete kemiğe bürünen ve “İnsan” olarak görüneni sorgulamak, insanın aslını sorgulamaktır! “Ben” kimim, neyim, bu boyutta ne işim var? Bu sorgunun neticesinde pek çok çıkarımlar oluşur ve bu çıkarımlar üzerinden kanaatler oluşur!
Şimdi varlığı sorgulayanların kanaatlerine bakalım! Varlığı bilimsel olarak sorgulayanların, “Somut” veriler araması doğaldır ve hakkıdır! Varlığı “Soyut” olarak “İnanç” ekseninde kabul edenlerin kanaatleri ve “Somut” olarak araştıranların kanaatleri, “Kabul” açısından kişiye özel bir “Değer” kazanır! Yani, varlığı nasıl sorgularsa sorgulasın insan, vardığı kanaatin bir değeri vardır!
Varlığı kendi kabulü ile izah eden herkesin kanaatleri kendince değerlidir! Bu nedenle varlığı izah kapsamında “Tartışmak” da önemlidir! Varlığı bir şekilde izah edip herkesin bu izahı kabul etmesini, etmeyenlerin “Karşıt” olarak tanımlanması, bu alandaki kavgaların da nedenidir! Bu alanda, “İzah” savaşları da olmuş, öyle ki kendi varlığını kutsayıp diğerlerinin varlığını kendi varlığı üzerinden değerlendirenler olmuş! Mesela kendi kanaatini, ırkını, dinini, ideolojisini esas alıp diğer kanaatlerin “Batıl” olduğunu ve diğer kanaat sahiplerinin de “Karşıt” olduğunu iddia etmek, en fazla çatışma zemini oluşturmuş! Bu zeminden istifade etmek isteyenler de olabilir! Bir kişi veya bir toplum, ırk, ideoloji veya din mensupları, kendi varlıklarının “Üstün” olduğunu ve başkalarının varlıklarının kendi varlıklarına dair “Alt” konumda olduğunu iddia eder ve bunu “Kutsal” kabuller üzerinden kendince destekler ise ne olur? Cevap kısa ve basittir; kavga olur! Kişiye “Kendi” varlığına dair kanaat edinme hakkını vermemek olur ki zaten tüm kavgaların nedeni de budur! “Evrensel, özgür, eşit insan!” prensibi, insanın kendi varlığını, kendince izah etmesini de sağlar ve bu alanda kavga zemininin oluşmasına imkan vermez! Kavganın nedeni, insanlar arasında “İnsan” olma açısından bir eşitliğin reddidir! Yani insanın varlığını kendi izahları ve öğretileri ile yapıp başkalarına da bu izahı zorla kabul ettirmek istemek, kavgaya neden oluyor!
Varlığın “İlahlar” üzerinden izahı, eski zamanda, kendini “İlah” olarak ilan edenlerin çıkmasına da sebep olmuş! Bunu iddia edenler, diğerlerine kabul ettirmek istemiş ve bir kısım insanlara veya bir dönemde kabul ettirmiş. Zaman içerisinde, varlık sorgulaması gelişince de “İlah” iddiaları, yerini “Yarı insan, yarı ilah” iddialarına bırakmış! İnsanlar daha da gelişince tüm “İlah” iddiaları sona ermiş ama bu sefer de ilahlar ile insanlar arasında “Aracı” konumunda olduklarını iddia edenler çıkmış! Süreci bilirsiniz! Bu insan varlığının sorgulanmasına dair gelişen ve bu sorgulamanın sonuçlarından kendilerine paye çıkarmak isteyenlerin konumuna dairdir! Varlık izahı üzerinden bu iddiaları yapanların ortak özelliği de şu; bu kişiler, önceleri “İlah” sonraları “Yarı ilah” daha sonraları “Aracı” olarak, özellikle kendilerine veya ırklarına veya öğretilerine dair bir ayrıcalık ve “Kabul” dayatması yapmışlar! Bu kabul dayatması üzerinden “Evrensel, özgür, eşit insan!” prensibine ulaşamamışlar! Bu iddialarda bulunanlar, bazı direk kendilerine dair ayrıcalıklar, üstünlükler bazı da ırklarına dair “Seçilmiş ırk” iddialarında bulunmuşlar! Doğal olarak da kendilerine, ırklarına menfaat sağlayan “Öğreti” üretmişler! Tapınaklar inşa edilmiş ve bu tapınaklara “Sunaklar” konulmuş. İlahlar adına tapınak aracıları insanlardan altın, mal ve kurban türü (İnsana yarayan) hediyeler istemişler! “İlahlar bu hediyeleri ne yapacak?” Diye sormayı akıl edemeyenler de tapınaklara severek hediyeler götürmüşler! Hatta bu iş eski Mısır’da o kadar abartılmış ki ilahlar istiyor diye insanlardan zorla mal ve ganimet toplanmış, bunlar arasında “Bakire kızlar” olması ilginçtir!
Varlığın sorgulanmasına dair kabuller üzerinden geçmişte neler yapıldığını biliyoruz! Günümüzde “Varlığın sorgulanması” nasıl olacak?
Varlığın sorgulanmasının sonuçlarına dair eski yanlışlar biliniyor! Günümüzde bu alandan insanların, kendine veya ırkına, ideolojisine, dinsel kanaatine dair paye çıkarması eskisi kadar kolay değil! İnsanlar gelişti, iletişim gelişti! İnsanlar varlığına dair sorgulamasını, kendine dayatılan tek bir kaynaktan yapmak zorunda kalmıyor! Hala gelişmemiş kabilelerde “Kabile büyücüleri” etkili olsa da süreç içerisinde bu aracıların konumlarını uzun süre devam ettirmesi mümkün olmayacak!
Varlığa dair, bilimsel veya inanç üzerinden çeşitli izahlar yapılabilir!
Varlığa dair bir şuur var ve bu şuur, izah edilmeye çalışılıyor! Bakın evrende bir işleyiş var ve şuur var! Yanılgı şu; bu şuura dair bir harici “İlah” arayışı, yukarıda bahsettiğim insan ilahlar ve aracılar yüzünden iflas etmiştir! Yani insan varlığını dayandıracağı bir “Varlık”, arar ise karşısında ya “Ya insan ilah” ya da “Aracı”, “Büyücü” bulur! Sonra da bunlara tapmak zorunda kalır! Ayrıntısını bilirsiniz! “La ilahe illallah” (İlah değil Allah!) işte tam bu aşamada tüm “İlah” kavramı bırakılıyor ve “Allah” ile tanışılıyor! Burada da bir engel var! Kişi ilahları reddettiğinde “Allah’ı” bulmadığında yine bildik “İlah” kavramı ile sadece adını değişerek “Allah” dediğinde yine bir yol almamış oluyor! İnsan, varlığı ve nizamı yükleyeceği bir “Varlık” arar ise bulamaz! İşte tam da bu noktada “Varlığı bildik manada olmayan, meçhul bir şuur” görünür! İşte bu şuur, bildik manada “Varlık” olarak düşünülür ise “İlah” manası açığa çıkar! İlah manası reddedilir ise bu da “La ilahe illallah” (İlah değil Allah) şeklinde olur! Bu nedenle arifler, “Allah’ı bildik manada “Varlık” olarak düşünmeyin, düşündüğünüzün gayrıdır!” demiş! Öyle ise “İlah” manasından kurtulmak gerekir ki “Allah” manası kişide açığa çıksın! Bu da yine kişiye özel açığa çıkacaktır! Hiçbir varlığa benzemeyen, bilinen tüm varlık tanımlarının gayrı olan “Allah”, ancak kişinin “Ben” alanında bilinir! Bu “Ben” alanı da farazidir, aslında “Ben alanı” O’nun alanıdır! “İlim, kendin bilmektir” yani kişi varlığına dair bir sorgulama yaptığında bunu kendi benliğinden yapabilir! Kendi alanında aslında o alanda Allah’ındır, ancak bilebilir! Yani “Ben” olarak kişinin bildiği Allah’a dairdir! “Ben” olarak bildiği de O’dur!
Bu aşamada iki sonuca varılır; ya kişi kendini “İlah” bilecek ya da “İlah” kavramına “La” çekip, bu kavramdan kurtulup bildiğine “Allah” diyecek! İşte bu yüzden herkesin biliş kapasitesine göre farklı kanaatler oluşacak! Bu kanaatleri kişi kendinde teke indirebilir ise ne ala yoksa dışarıdan biri veya birileri, bir kanaati sunar ise bu da yeterli olmayacak! “Evrensel, özgür, eşit insan!” prensibini hatırlayalım. Kim diyebilir ki “Benim kanaatim veya benim kabul ettiğim kişinin kanaati, herkesin kanaatinden üstün!” İşte tam da burada sıkıntı var! Algılar, “Ben” de gelişir! Her “Ben” Allah’ı bilme iddiasında diğeriyle hizadadır! Uzun oldu ama konu anlaşıldı!
Ateistlere dair de yazmak isterim; ateistlerin çoğu “La ilahe” (İlah yok) der ve bunda isabetlidirler! Yukarıda bahsettiğim gibi önce ilahlardan kurtulacak zihin! “İllallah” (Allah var) bunu tamamlar! Demek ki “İlah reddi”, varlık alanında, varlığın iddiasına ve işleyişin nizamına dayanak olacak bir boşluk oluşturuyor! Yani tamam; “İlah yok!” da bu varlığı nasıl izah edersin? Dendiğinde, sınırlı olan bilimsel kaynaklar yeterli olmuyor! Yani bir nizam ve işleyiş ve mahiyeti meçhul bir kaynak ve şuur inkar edilemiyor! Bu mahiyeti meçhul şuur da ancak “Ben” ile bilinebilir! “Ben” ise bireyseldir, toplumsal alanda tüm ben kanaatleri aynı hizadadır! O halde varlığın dayanağı olan şuurun kaynağına olan iman bireyseldir! İşte bu “Varlık sorgulaması” sonucunda oluşan kanaat her ne ise bireysel olacaktır! Bu nedenle, varlığı meçhul olan bir şuurun olmadığı da birey alanında kalmak zorundadır, ispatlanamaz! Varlığı da ancak “Ben” alanında bilinir! Sorun bu kanaatin olumlu ya da olumsuz sonucunun “Ben” alanından çıkarılıp toplumsal alana sokulmaya çalışılmasıdır! Hem Allah’ın var olması, yukarıda yazdığım şekilde birilerine ayrıcalık sağlaması anlamına da gelmez! Zaten ateistlerin genel olarak karşı çıkışları, varlık kabulü üzerinden bir din veya kişilerin ayrıcalıklı olarak kabulü ve insanlara bu kabuller üzerinden hükmetmek istemesi! Bu nedenle “İlah” reddi yaparlar ama kişinin benliğinde, varlığa dair oluşan boşluğu da dolduramazlar! Sıkıntılar da bu yüzdendir!
Son tahlilde; “Ben”, varlığı bilmenin aracıdır! Kişi, varlığı “Ben” alanında kendince, sadece kendine izah edebilir! Başkalarının “Ben” alanına girmek “Haddi aşmak” olur! Tüm “Ben” ler bir birine karşı eşit konumdadırlar! Şuurunu kullananların, 3. Boyuta hükmetmesi de doğaldır!
Selametle,
Ahmet Bektaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.