- 494 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
körler ve yıldızlar
KÖRLER VE YILDIZLAR
“Öptü beni bunlar kâinat gibi gerçek dudaklardır, dedi
Bu ıtır senin icadın değil saçlarımdan uçan bahardır, dedi
İster gökyüzünde seyret ister gözlerimde
Körler onları görmese de yıldızlar vardır, dedi.”
Koca Çınar’ın en sevdiğim rubailerinden biridir bu. Bu aşk dolu dörtlüğün içine sığdırılmıştır yargı ve önyargı.
Pek çoğumuzun yaşamını ön yargılar yönetir. Ve pek çok kişi sever önyargı oluşturmayı. Zamanımızın enerjimizin büyük bölümü bu önyargıların gerçek olup olmadığını anlamaya, geri kalanı da söz konusu zamanın boşa harcanmış olmasına hayıflanmayla geçer.
Var dediklerimiz yok, yok dediklerimiz var olabilir şüphesiz.
Buralarda pek de tanık olduğumuz bir manzara değil. Gözümüz alışmamış, kanıksamamışız. Hoş, gözümüz alışmalı, kanıksamalı mıyız? Bu da elbet bir tarafından tutulup sorgulanmalı.
Geçen hafta kızımla beraber İzmir’e gitmiştik. Ödemiş garından başlayan yolculuk Basmane’de son buldu. İndik orada trenden. Tren yolculukları oldum bittim hüzünlendirir beni.
Ya Tarık Dursun K.nen Kayabaşı Uygarlığının Yükselişi ya Gülten Dayıoğlu’nun Geride Kalanları’nı anımsamaktan olsa gerektir. Ya da Ruhi Su’ nun
“Alamanya dedikleri
Bir ileri bir geri
Kör olsun Alamanya
Ağlattın gelinleri…”
Tren belleğimde göç hikâyelerinin anahtar sözcüğü olsa gerektir. Bu yüzden hüzün, gözyaşı, dram davetsiz bir misafir gibi gelir yol boyunca yoldaşlık eder bana.
Basmane garından çıkıp Alsancak’a doğru yürüdük. Fuarın Basmane kapısı ile Montrö kapısı arasındaki ağaçlıklı yoldan. Daha ilk adımlarımızda bir aile ile karşılaştık.
Çam ağaçlarının gölgesi henüz uzaklaşmamış. Duvarın dibine üç beş karış aralıklarla gazete kâğıdı sermişler. Birinin üzerinde sevimli mi sevimli bir kız çocuğu. Uzanmış uyumaya çalışıyor. Diğerine iki kardeş birlikte oturmuşlar. Birinin ayakları betonun üzerinde. Pıtır pıtır üç çocuk. Aralarında birer yaş ya var ya yok
Bir baba. Gözleri yerde.
Bir anne kaygılı.
Henüz yirmi beşinde belki de yirmi altı.
Son zamanları öyle geçirmişler ki zamanın bütün izi yüzlerine, hareketlerine, bakışlarına kazınmış. Yüzlerinde en küçük bir umu işareti yok.
Kadın ölü gibi. Soğuk, ifadesiz.
Adam, ölü gibi.
Bir kişi daha var yanlarında. Belki bir kardeş belki yakın bir akraba. Belki hısım. Eski bir komşu. Onun da mutlaka bir hikâyesi olmalı. Geride kalanları, kalamayanları kim bilir?
İnsan hangi dili öğrense anlayıp hissedebilir bu insanları?
Üstte bir çatı?
Yok.
Akar bir musluk?
Yok
Bir tencere bir tava kaynayan?
Yok.
Bir dolap giysilerini saklayan?
Yok.
Ne var?
Bütün yaşamları tek kare. Bir kaç metre karelik bir beton parçasına sığmış her şey.
Yanar bir ampul var. Karanlık basınca sokaklar ışıl ışıl. Sokak lambaları ve araba farları. Hadi bir parça da romantizm diyelim. Üstte ay ışığı ve yıldızlar.
Bir de valizler var. İki orta boy valiz. Oradan oraya taşınmaktan kırılmış dökülmüş. Bu altı kişi bütün geçmişlerini ve geleceklerini bu iki valize sığdırmış.
Birileri kızıyor bu insanlara. Birileri acıyor. Birileri de görmüyor.
Az ötede bir aile daha var. Az ötede bir aile daha. Bir aile daha. Bir aile daha. Çoklar. Pek çoklar…
Kaldırımlar aileler ve hikâyeler. Bir hikâye olamamalar. Ve hikâyelerden taşmalar.
Körler görmese de yıldızlar var.
Sevgi,dostluk ve umutla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.