- 733 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'İmdat halinde camı kırınız'değildir otobüs
Retinası göğün mavisini seçtiğinde yeni bir günün başlamış olduğunun farkına vardı.Zaten yastığa gömülü başını,boynuna esefle,ölüvari düşürdü.Mısırlıların bulduğu zaman sayacının akrebi nasıl da kara kedi gibi sokulmuştu iki birin arasına.Yatağından jimnastikler gibi gerinmeden,kendine söylenen söylene kalktı.Okula,derse tekrar geç kalmıştı.Alarm kurup uyuduğuna emindi ama niçin alarmın çaldığını anımsamıyordu?Sırf alarmı duyup ürkerek uyansın diye Ajdar’ın Şahdamar şarkısını seçmişti o kadar da. Demek uykusu Hz.Hamza kadar güçlü ve bir smo güreşçisi kadar ağırdı.Bu da onun kaderiydi,imtihanı uyku üzerineydi belki de.
Hocası da amma sinir bozucu bir tipti.Derse geç kalanları önce bir güzel rezil ederdi şu klişe cümleleriyle: ‘Buyrun ön sırayı zaten protokolsünüz diye size ayırtmıştık’, ‘Ooo kahve içer miydiniz?’…Bu sözleri sadistçe sarfettikten sonra kapı dışarı ederdi onları.Bu yüzden de adı Sadist Hilmi’ydi.Ne kadar da sevmiyordu bu adamı böyle!
Ayşe,tüm bunları dişini fırçalayıp dağı,taşı,evin içindeki eşyaları inceleyip düşünmüştü.İnsanların kendisi için aldığı evde neden eşyaların saltanatının mevcut olduğunu ve kişiye kendi evinde dahi yer kalmadığını merak etti.Beyninin sağ lobunda ise hocasının ruh katledici cümlelerine karşılık Rabbi’nden sabır niyaz ediyor ve hocası izzet-i nefsini inciten bir şey söylerse ona ne karşılık vereceği hakkında diyalog provaları yapıyordu.Tüm bu obsesif düşünceleri bir kenera atıp çantasını koluna taktı ve anahtarını hızla avuçlayıp evin kapısını çekerek otobüs durağına doğru ivedi adımlarla yürüdü.
Güneşin yeryüzüne küstüğü havaları pek seviyordu.Bulutlar Leyla ile Mecnun dizisindeki Ak Sakallı Dede’nin sakalları gibi kabarık ve yoğundu.Sanki gökyüzü acıklı bir film seyretmiş de gözleri dolmuştu.Rüzgarsa uçan bir yılan gibi sarıyordu tüm bedenini.Ah,ne vardı hava hep böyle olsaydı!
Durakta ilk buluşmaya geç kalan sevgilisini bekler gibi heyecan ve korku sentezi bir hisle B46 otobüsünü bekliyordu.Akbili elinde;biran evvel onun çıkardığı dıdddıttt sesiyle fakülteye gideceğinin sinyalini duymak istiyordu kulakları.
Çantasından hiç sevmediği pembe kaplı telefonunu çıkardı ve ÖSS sonucuna bakar gibi baktı saate.Sadist Hilmi’nin dersinin ilk bir bir buçuk saatinin bitmesine 1 saat kalmıştı.Üniversiteye de otobüsle yarım saattte gidiyordu zaten ve diğer yarım saat de derse girmezse 2.derse girebilirdi.
Hadi amaaa gelsindi artık şuB46!Evvett!Sonunda geliyordu,niye bu kadar yavaştı?Selvi Boylum Al Yazmalım’da İlyas bile bu denli ağır gitmiyordu veda sahnesinde.Yaklaşınca anladı ki insanlar otobüsü taşıyordu.Geleneksel el hareketiyle otobüsü durdurdu.Otobüs,bir deve misali çöktü durağa. “Hadi Bismillah” deyip bindi.Çoğu kez kalabalık otobüslerde insanlarla kaynaşa kaynaşa gidiyordu,alışkındı.Zaten son durakta inince tüm insanlar yekvücut oluyordu.Hep ‘Amannnn, bu çok kalabalık be!Ben buna binmem,bir sonraki otobüse binelim tatlaaam!’diyen kızların lüksünden istedi.
Şoförün tam yanıbaşındaydı Ayşe.Akbilini bastığı dıtdıttırakın bağlı olduğu uzun yatay kolonu bisiklete binercesine tuttu ve şoförle aynı istikamate bakarak gitmeye başladı.Bundan derin bir haz ve mutluluk duyuyordu çünkü böyle yapınca otobüsü sanki kendisi sürüyormuş gibi oluyordu.Bazen kendini halka tanıtan Belediye Başkan adayı gibi hissettiği için yoldaki insanlara otobüsün ön camından el salladığı dahi olmuştu.Bu,mahşere giden bir otobüs insanın boğucu kalabalığını nasıl eğlenceli hale getirebilirdi yoksa?
Diğer duraklarda otobüse yeni yeni insanlar binmeye başlayınca şoförün ‘Arkalara doğru ilerleyelim lütfen,bakın boş yer var!’ cümlesini gözleriyle patakladı Ayşe.Nasıl boş yer vardı a be insafsız!Şu,biri kız iki gencin vaziyetini görmüyor muydu sahi?Bir parmak,japon yapıştırıcısına nasıl bulaşıyor da çıkmasının mümkünatı ne kadar zorsa onlar da aynen bu şekildeydi.Nikah farzdı bunlara,birbirlerinin namuslarıydı artık.
Başını iki yana sallayıp “nırç nırç” çektikten sonra,pencere kenarına oturup az sonra inmek için çantasını kucağında toplayıp,omzunu dikleştirerek insanlara ‘Nasıl ineceğim ben ya!’kaygısıyla bakan liseli Işılsu’ya acıdı en çok.Daha çok gençti oysa…
Matemetiksel bir bölüm okuduğuna inandığı uzun boylu,tenten saçlı çocuk otobüsün orta kapısının muhafızı kesilmiş,halinden hoşnut,Lumia 820’siyle Candy Crush’ın tadını çıkarıyordu.İki üç kişi yenilgiyi kabullenmiş,hapisten çıkamayacağını anlayan mahkumlar gibi hüzünle uyuyorlardı.
Cam kenarında,yakışıklı bir çocuk beklerken yanına oturan yaşlı amcanın varlığından rahatsız,başını mağrur bir kraliçe edasıyla kaldırmış,alsa alsa Cotton’dan aldığı güneş gözlüğünü takmış bir kız gördü Ayşe.Kiraz rengi rujunu bugün aldıysa hemen bitirmiş olduğuna inandığı bir kızdı bu.Ne tarafa baktığı nasıl da belirsizdi.Ayşe,oldum olası sevmezdi toplu taşıma araçlarında gözlük takanları.Gözlerin üzerinde olup olmadığını anlaması için garantisi olmayan bir görüntüydü bu.Başını o kızdan beriye çevirdi.Hemen yanında ayakta duran,gri-siyah pos bıyıklı,çelimsiz,yaşlı bir beyamca gördü.Otobüs askılarına tutunmuş,başını önüne eğmişti.Ha devrildi ha devrilecek.İçi acıdı.Ayşe’nin gözleri bu defa yaşlı amcanın yanında,koridor tarafında oturup Facebook’ta kankileriyle avare avare takılan ergene takıldı.Kaşlarını çatıp uzunca bu yeni yetme çocuğa baktı.Halen anne sütü bulamaçlı ağzından Sturbacks kahvelerinin tiksindirici kesif kokusu geliyordu.Çocuk modern hapishanesinde mutlu,girdiği sitenin mavisini gökyüzünün mavisine tercih ettiği için napişman.Bir Avrupa devleti gibi muhtaç insanlara karşı duyarsız ve Ayna+Cımbız umarsızlığı ile yaşlı amcaya yol boyu yer vermedi.Ne o ne bir başka Berkecan.
Bu kalabalığa karşın otobüste birbirini uzaktan uzağa kesen,hatta kesip biçen dört beş gence rastladı Ayşe.Dudakları yanağındaki gamzesini yakaladı.Şu otobüs aşkları hiç bitmeyecekti herhalde.
Pencere kenarında oturmuş,ağaçları ve gökyüzünü izleyip düşüncelere dalan Descartes bakışlı adamı kırptı gözleri bu kez.Sadist Hilmi değil miydi o?Gözlerini büyüyen bir hücre gibi açıp,merakla ve hissettirmeden adamı süzmeye çalıştı. ‘Yok canım o değil’dedi.Ne kadar da benziyordu.Sadist Hilmi’ye benzediği için bu adama da acıdı.
Herkes niye böyle suskundu ki?Sanki cenaze arabasındalardı.En azından otobüs şoförü bir türkü açabilirdi.Böylece insanlar soyut mimarlıklarını hatırlayıp hayal kurarlardı.
Otobüsten gökyüzünü izleyemediği için üzülüyordu.Çantasından telefonunu çıkarıp tekrar saate baktı,henüz 15 dakika geçmişti.Çantasını dibinde bir toplu iğne buldu ve birden kafasının sağ üst köşesinde beliren hayali baloncuğun içinde Edison’un 60 wattlık ampulü yandı.Aldı eline iğneyi,elini boyundan da yukarı kaldırıp birden yere attı.Fakat o da ne?İğne önündeki adamın omzuna düşmüştü ve adam ‘Ne yapıyor bu deli?’ dercesine baktı Ayşe’ye.Ufak bir ‘nırç nırç’la silkti iğneyi üzerinden.Yuhhhhh!Harbiden iğne atmıştı ve yere düşmemişti.Otobüsün kalabaklığının derecesini uygulamalı olarak test etmişti.Her ne kadar insanların alaycı bakışlarına maruz kalsa da.Hiç yoktan az buçuk da olsa eğlendiğini hissetti.
Ne var ki insanların dudakları kulaklarına doğru yay gibi açılmıyordu.Açılmalıydı.Ayşe herkesin otobüsten mutlu inmesini istedi.Bunu görev bildi kendisine,nedensiz.Sadece herkes gülümsesin ve otobüste herkesin güzel bir anısı olsun istedi.Otobüs,yer kavgasından ve kalabalıktan şikayet eden güruhun şoföre bağırıp çağırmasından daha başka bir olaya şahitlik edebilirdi.
Bu düşüncelerle otobüs camından dışarıya bakmaya çalıştı ama rüyasını izler gibiydi.Dışarıdaki insanlar buğulu görünüyordu.Rüzgar,dışarıdan otobüsün tüm camlarına hohlamıştı.Kaybolan oyuncağını bulan çocuk gibi neşeyle gülümsedi.Otobüsün biraz da olsa hınca hınçlığından sıyrıldığı bir sırada önündeki adamdan müsaade isteyip otobüs camına en yakın bir ön safa geçti.Ayşe,kollarını sıvadı ve elinin iç tarafını cama yapıştırıp çekti.Korku filmlerinde duvarlarda izi kalan kanlı eller gibi ama buzlu ve soğuk versiyonlu bir görüntü çıktı ortaya.Yanında ve arkasında onu pürmerak izleyen insanlara bakıp omuz silkerek muzipçe gülümsedi ve ‘Hadi siz de yapın’dercesine eliyle nazikçe komut verdi.İnsanlar tuhaf tuhaf bakıştılar.Biri daha yapsa aynını,hepsi yapacaktı.Sürünün psikolojisinin tetiklenmesi gerekiyordu.
Ansızın Ayşe’nin, matematiksel bir bölüm okuduğuna inandığı çocuk elini orta kapının buğulu camına zamklayıp çekti ve Ayşe’ye göz attı.Derken yavaş yavaş herkes bu el sanatına katılmaya başladı.Kah kocaman,kah uzun kah tombik ve kısa kah ince ellerin görsel seremonisi sardı otobüsün camlarını.Ayşe bu kez cama gülen adam çizdi.Kimisi çiçek çizdi kimisi göz,kimisi defter-kalem…İnsanların kalbinde,fikrinde ne varsa o resmedildi buğulu camlara.Küçük ama tatlı bir eğlence dönüyordu otobüste.
Bu kez hep birlikte iki ellerini de cama yapıştırıp çektiler.Uzun bir şarkının nakaratı gibiydi bu el baskıları.Elimizden geleni yapmak,elele vermek,elini tutmak,elimize çizildiğine inanılan yol ayrımları,kaderimiz…Ressamından başkasının yorumuna kapalı bir tablo yapılıyordu.
Şoför de durakta inen yolcuları dikizlediği aynadan şimdi tüm yolculara İbrahim Tatlıses bıyıklarının altından gülümseyerek bakıyordu.O da bu oyuna dahil olma arzusuyla gaza geldi ve tam iki elini açıp ön cama yapıştırıp çekecekti ki Ayşe ‘Hooppp!’ diye kızgın bir nara attı.Tüm otobüste kahkaha kardelenleri açtı.Otobüsün camlarında boş yer kalmayana dek süren sanat çalışması üniversite durağında son bulmuştu.İnsanlar otobüsten indiklerinde otobüs camları evlerdeki duvar kağıtları kadar renkliydi.Müthiş görünüyordu,hem otobüsün camları hem şoför hem de insanlar.Ayrıca şoför,insler inmeden evvel onlara bir daha ‘Otobüse yeteri kadar insan alacağım’sözü verdi.Ayşe’nin,matematiksel bir bölüm okuduğuna inandığı çocuksa şoförün sözünü tutmasını garantiye almak için delil niyetine şoförden bu sözün ses kaydını alıp şoförle bir özçekim yaptı.
Ayşe kısa sürede insanlara enjekte ettiği mutluluğun mutluluğuyla dünyayı kurtarmışçasına gururla ve Polyanna gülümseyişiyle aheste aheste yürürken Sadist Hilmi’nin dersine geç kaldığı gerçeği çekiçle başına vurulmuşçasına dank etti.
Yağmur yağmaya başlamıştı,yağmurla birlikte Ayşe de hızlandı ve ‘Ağlayın bulutlar,ağlayın halime’diye bağırdı göğe.Hayat gerçekten İstanbul’un fethinin şartlarıyla eşdeğerdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.