- 504 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual: Kolye 7.Bölüm
1
Tanrılar…
Hiyerarşi bakımından en yüksek tanrı, ondan daha aşağı seviyede dört tanrı ve bunlardan güç bakımından daha düşük olanlar…
En yüksek tanrı bir boyut yarattı ve ona da ‘Ölümlülerin Boyutu’ ismini verdi.Sorumlu olarak daha aşağıdaki seviyedeki diğer dört tanrıyı görevlendirdi.Onlar, en yüce tanrının penceresinden bakılınca ölümlülerin bakıcıları ve kendilerinin penceresinden bakılınca onların patronlarıydı.
Yüce Tanrı, aynı boyut içerisinde iç içe geçmiş dört boyut oluşturdu.Her biri ayrı bir boyutta yaşayan bu ölümlüler: İnsanlar, elfler,cüceler ve kötücül yaratımlardan oluşacak ve onlara ayrı ayrı dört tanrı hükmedecekti.
Tanrısal boyuta ait bir materyal insanların dünyasına belli tanrıların yardımları sayesinde Kötülük Tanrısı Asdachen’ in bir planı doğrultusunda atıldı.Bu nesne ölümlülerin dünyasında yaprak şeklinde olup iç içe geçmiş dört boyut arasındaki kapıyı açan maymuncuk ya da anahtar gibiydi.Aralarında Asdachen’ inde bulunduğu dört tanrının onların üstündeki yüce olanın emriyle oluşturulan antlaşma yüzünden dördü boyutlar arasında gidemiyor ve güçlerini de kullanamıyordu. Yani her biri kendi kısmından sorumluydu ve diğerlerine karışamazdı.Ancak Asdachen kendi tarafıyla yetinmek istemiyor ve diğerlerine de hükmetmek arzusundaydı ki bunu gerçekleştirmek adına gizli bir plan yaparak boyutlar arasında gidebilmek için bu ilahi nesnenin insanların boyutuna gönderilmesini sağladı.
Tanrıların bulunduğu yerde geçen süre onların güç sayılarının birbirlerini dengelemesi ile oluşan evrelerden meydana geliyordu.Ölümlüler buna ‘zaman’ diyordu.Burda zaman kavramı farklıydı: İki tanrı birbirleriyle mücadele ederken geçen sürenin değişimi,ilerlemesi ya da gerilemesi güç katsayısı büyük olana bağlıydı.O, kendisinden daha düşük olanın ne tür bir harekette bulunabileceğini kendi gücünün büyüklüğüne bağlı olarak ‘zaman’ ı ileri alabilerek çoğunlukla seziyordu.Bu durum ona büyük oranda üstünlük sağlayabiliyordu ancak Güç kat sayısı küçük olan rakibi, diğer tanrıların yardımıyla gücünü yükseltip onu geçebilecek seviyeye erişip avantajını ortadan kaldırabilirdi.Diğer yandan ona yardım edenler güçlü olanın gazabını göze almak zorundalardı.
Ölümlülerin boyutu, bir su kabarcığının içinde dört tane küçük olanının iç içe geçmesi gibiydi.Eğer bir bir gezgin boyutlar arasında dolanmış olsa: İnsanlarınkindeyken bir şatoda,aynı konumda elflerinkindeyken ormanda,cücelerinkinde yer altı mağaralarında ve diğerinde ise iki ejderha kıyasıya mücadele ediyordu.
…
Metamorfozdan Önce, İnsanların Boyutu
Bir büyücü ve şaman konuşuyordu.
“Bu dört harita ve üstündeki dört yaprak... Şimdi ne yapacağız,” dedi büyücü.
“Haritalar sende kalsın bana yaprakları ver,” diye işaret etti Şaman. Onları alır almaz hemen dördünü de birbirlerine dokundurdu.Yapraklardan çıkan uzantılar onları kenetleyerek birleştirdi.Ardından ayrılarak ve uzayarak tekrar birleşerek kenarları garip resimlerle ve desenlerle süslü bir kapı oluşturdu.Hiç beklemeden şaman,büyücü Ansomalı da alarak içeri girdi.İkisi ölümlülerin bilmediği sonsuz bir zihnin belleğinde zamandan (fanilerin inandığı şekliyle) bağımsız bir yerde bulmuşlardı kendilerini.Alanda dış kısımlarında gravürler ve resimler bulunan,birbirleri arasındaki uzaklıkları aynı olan bir karenin köşelerine oturtulmuş dört kuyu görünüyordu.Şaman ve Ansomal bunun merkezindeydiler.
Karenin bir köşesindeki kuyudaki gravürlerde sivri kulaklı,cılız insana benzeyen yaratıkların yani elflerin resimleri vardı ki bu onların boyutunu temsil ediyordu.Bu kuyunun doğrultusunda uzun uzun sakallı,kısa boylu,tıknaz yaratıkların yani cücelerin boyutunu temsil eden bulunuyordu.Elflerindekinin çaprazında olan köşedekinde ise insanlar için olan dördüncü ise kötücül varlıklar içindi.
Ansomal ve şaman merkeze girdikleri anda bu kuyulardan ışık hüzmeleriyle beraber silindirimsi ışınlar çıkmış ve her birinden farklı renkte çıkanlar belli bir yükseklikte birbirleriyle birleşmişlerdi.Kuyuların yansıması ışınların toplanmasından oluşan satıhta bulunuyor ve asıllarının üst kısmıyla yansıyanlarının alt kısmı birbirine bakıyordu.
Böylelikle onların başlangıcından çıkan silindirik ışınların arasında dört tane boşluk oluşmuştu.Bu ışınlardan hüzmeler ayrılarak boşlukları dolduruyor ve her aralıkta dört silindirin renginden bulaşmış kapıya benzer tasarılar meydana geliyordu.Farklı renklerde oluşan ışınların içinde onlar tamamlandıktan sonra merkezinde ikisinin sabit halde bulunduğu bir küp oluşmuştu.
Daha sonra ana kuyulardan doğrusal,yatay ve çapraz çizgiler uzatılarak onların aynı düzleminde yerde yansımaları oluştu.Bu, ikisi arasında boşluk meydana getirdi.Asıl kuyularla üstlerindeki kopyaları arasında oluşan kapılar aynı düzlemde aslı ile yerdeki kopyası arasına yansıyordu.Onlar, İlk olanların boyutsal büyüklüğünden küçük ama birebir kopyaları olup ayna şeklindelerdi.Karenin köşelerine yerleştirilmiş dördünün arka taraflarındaki bölgelerde yaşam alanları görünüyordu. Bunları birbirinden ayıran geçitlerdi içinde dönen girdaplarla aynalar.Yani dört boyut arasındaki kapılardı ve her birinin yanında kadim yazılar bulunuyordu.Elflerin yerdeki yansıması arasında oluşan kapıda Schnuddrix,cücelerininkinde Trouchall,insanlarınkinde Paradruin ve diğerinde ise Phargath yazmaktaydı.
Asıl kuyulardan oluşan silindirik ışınların oluşturduğu kolonların arasındaki geçitlerde ise Cypraqual kelimesi görünüyordu.
Büyücünün afallamış bir şekilde gördüğü bu oluşum yanındaki kişinin düşündüğü tasarımdı.O hiçbir şeyin farkında olmayıp izlerken Şaman değişim geçirmiş ve kötülük tanrısı Asdachene dönüşmüştü.Bu meydana gelen temelde yüce tanrının yaptığı tasarının benzeriydi ama Asdachen’ in onların arasında gerçekleştirdiği sanal öte yandan ölümlüler arasında gerçek olandı.O, Cypraqual yazan kapılardan giremiyordu ancak bu yaprakların boyut kapılarını açması sayesinde bunu başarmıştı.Bu oluşum zamandan ve her hangi bir kuramdan bağımsız tanrıların aleminde Kötülük Tanrı’ sının düşüncesinin yansımasıydı.O, ölümlülerin kendi dünyalarında ‘düş’ olarak bildiği durumu yaşamıştı. Açılan geçitlerden dünyalar arasında geçişler olmaya başlıyordu ölümlülerin boyutunda gerçek olarak.Aslında yansıması olan büyücünün yanındaki tezahürü bu yere giremezdi şayet yapraklar olmasaydı.Tanrının düş olarak gördüğü ancak büyücünün ve diğer yaratımların gerçek olarak yaşadığı bu oluşum, onun diğer üçünden daha aşağı seviyedeki tanrıların yandaşlık etmesiyle –onların yardımıyla bu düşünü diğerlerinden gizlemişti- meydana gelmişti.Yüce Tanrı binanın temelini atmış ve sahipleri arasındaki sorunlar yapı yıkılmadığı sürece onun umrunda değildi.
Ansomal bu gördüklerinin hiç birini hatırlamayacaktı. O, tanrının düşünde bunun oluşmasını ve girişi sağlayan bir piyondu.
Asdachen’ in düşü ölümlülerin boyutu için tamamen gerçekti. Yani gezgin aynı yerde ama artık tek bir boyuttaydı.
Ansomal uyandı… Gördükleri karşısında şaşkındı çünkü daha önce hiç görmediği uzun sakallı yaratıklar vardı etrafta. Ayağa kalktı ve gözüne bir şey çarptı. Yerde dört kristal yapraktan oluşan bir kolye vardı ve onu cebine attı… Bütün ölümlüler birbirlerinin dünyalarına geçiş yapmaya başlıyordu ve bu durum Metamorfozun başlangıcıydı. Kötülük Tanrısına yardım eden ya da etmeye zorlanan dişi bir tanrı ondan kaçtı ve ölümlüler için yıllar sürecek olan bu geçişlerde büyücüye aşık oldu… Ama O’nun ölümünü engelleyememişti ki tanrısal gücü bile buna mani olamamıştı.Öyle hüzünlenmişti ki ne yaptığını bilmiyordu… Ansomal’ ın ona hediye ettiği yaprak şeklindeki kristallerin birleşimden olan kolyeyi fırlatıp uzaklara attı...
Diğer üç tanrı kendilerine oynanan bu oyundan bir şekilde haberdar olmuş ancak Metamorfoz sona ermiş ve Cypraqual adında tek bir dünya oluşmuştu.Onlar Asdachen’i yakalamış ve onu da yanlarına alarak ölümlüleri kendi hallerine bırakıp gitmişlerdi.
Ansomal’ ın ruhu tıpkı diğer ırklardan Metamorfoz sırasında ölen büyücüler gibi ‘Ölüler Hanı’ diye oluşturulan ölümlülerin göremediği bir yerdeydi.
2
Marjuarane gözlerini açtı…
En son hatırladığı mağaranın çıkışında kırmızı bir ejderhayla mücadelesiydi…
Sonra ortadan kaybolmuştu…
Çimenlerin üzerinde otururken burnuna çok tatlı kokular geliyor etrafındaki ağaçlardan fısıltı tarzında enfes tınılar salınıyordu.Doğruldu ve çevresine baktı. Bulunduğu yer ağaçlarla ve hoş kokulu çiçeklerle bezeliyken havanın tadı leziz bir yemekten farksızdı.Bu huzur verici ortam o kadar cezbediciydi ki buraya nasıl geldiğini unutuvermişti.Silkindi ve burada nasıl olduğu hakkındaki düşünceler furyasının içine dalıp yürürken en son hatırına düşen, mağarada morlonklar iki arkadaşı Soriol ve Manilla’yı öldürüp ziyafet çekerken kaçınılmaz olarak çıkışına kaçtığı ve sonra da kırmızı bir ejderhayla savaştığıydı.Kolyedeki kristaller ısınmış…
‘Buraya nasıl geldim acaba. Öldüm de güzelliklerin vadeldiği yere mi düştüm.Ne kadar da alımlı.’ Diye düşüncelerinde kulaç atarken kulaklarına melodik sesler misafir oldu.Yeşil giysili iki elf arkadan yaklaşıp onun yanına gelmişti.Bir tanesi;
“Rollin ne yapıyorsun burada?Herkes seni bekliyor.Nereye çıktın gittin öyle, o kadar kısa sürede buraya nasıl ulaştın!” dedi şaşkınlıkla.
‘Bunlar da kim, neden bahsediyorlar?’ Savaşçı yüzlerine boş boş baktı.İki elf onun cevabını beklemeden kollarından tutup götürmeye kalktılar ancak o, ikisine karşı koydu ve ellerinden kurtuldu.Bu arada iri ve kaslı bir yapıya sahip olmasına rağmen ne kadar hafif yürüdüğünü fark etti.Gelenler şaşkınlık içindeydi zira bu Rollin’ den bekledikleri değildi.
“Sizi tanımıyorum. Rollin de kim?Ben elf değil bir insanım!” diye bağırdı.Ancak sesi ve içerdiği kelimeler kendisine o kadar yabancı gelmişti ki ince ve narinleşmesinin yanında zarif tınılara da sahipti.Elfçe konuşmuştu. ‘Elf dilini düzgün konuşamazken şimdi hatasızım.Bu nasıl olur’ diye kafası karıştı.
Gelenler ona çift başlıymış gibi bakıyor ve sarfettiği ‘insan’ kelimesinin ne olduğunu düşünüyorlardı çünkü bu kelime elf dilinde yoktu.Susmuşlardı; ‘Rollin ne diyordu böyle.’
Bir tanesi daha önce duymadığı kelimeyi dillendirmeye çalışarak;
“Bu da ne! Senin uydurman mı?”
Onlarla aynı oranda Marjuarane de şaşkındı.Bu elfler kanlı canlı ve kendisi de hiç ölmüş gibi görünmüyordu.Takılmadan elfçe konuşuyor ve vücudunu çok hafiflemiş hissediyordu.Bir anda anladı ki onu kolye buraya getirmişti.Nesnenin tenine verdiği ısıyı hatırladı. Aslında yapraklardan çıkan uzantıların onu tamamen kaplamasıydı. Bunu kendisi dahil hiçbir ölümlü göremezdi. ‘Peki, burası neresiydi. ‘insan’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmeyen ama beni tanıyan,onlardan biri olduğumu sanan ve Rollin diye seslenen elfler.Bunun ne olduğunu öğrenmeliyim.’
“Burada sadece elfler mi var?” diye sordu sakince. Diğer ikisi bu soru karşısında iyice afalladılar.Bu elf tanıdıkları Rolline hiç benzemiyordu.Onun gibi giyinmiş,onun gibi görünüyor ama tanıdıkları elf gibi konuşmuyordu.Onun gibi davranmıyor ve dillerinde olmayan yabancı bir kelimeyi telaffuz ederek ‘ben insanım’ diyordu.İkisi birbirine bakış attı.
“Rollin ne oldu sana! Bu ne anlamsız soru böyle.Bu dünyada sadece biz varız tabii ki.Kafanı bir yere mi vurdun sen!” dedikten sonra biri, yanında duran diğeri fısıltıyla; ‘Dansta çok uzun süre kalması için içeceğine fazla iksir katmışız,” dedi.Savaşçının aklına ‘burada sadece elfler var’ sözünden sonra Bilge’ nin cümleleri düştü.Kütüphanede, ona eski dünyadan bahsederdi.Kitaplarda okuduğuna göre; Metamorfozdan önce ölümlüler ayrı ayrı dünyalarda birbirlerinden habersiz yaşarlarmış.Birinde sadece elfler,birinde sadece insanlar… ‘Demek ki kolye vasıtasıyla metamorfoz öncesine geldim.Neden insanların boyutu değil de elflerin boyutu.’ Diye alnını kırıştırdı.’Buraya artık her neresiyse bir yabancı olarak değil de elf olarak getirildim.Bir de bu yerde yaşayan birinin kılığındayım.’ İyice kafası karıştı.
İki elf daha fazla vakit kaybetmeden savaşçının onlara karşı koymaması ve izin vermesiyle onu götürdüler.Onlar, ‘kesin fazla içirmişiz’ diye düşünerek Rollindeki bu değişikliği unuttular ve bu şekilde de sıyrıldılar.
Dışında elf müzisyenlerinin çoşturduğu dans eden kalabalığın göründüğü bir malikaneye getirdiler.Onu da aralarına alarak ‘ işte size kaçağı getirdik,’ diye de bağırdılar.
Marjuarane, oradan oraya onu tanıyan elfler tarafından sürüklenirken bir süreliğine kafasındaki soruları unutmaya karar verdi.Hiç yabancılık çekmiyor tıpkı onlar gibi dans ediyor ve ritimlerine kolaylıkla ayak uydurabiliyordu.Onların içinde savrulurken elf kızlarından biri yanına gelmişti.Gelenin yüzü solgun görünüyor ve hüzün kokuyordu.
“Beni nasıl bırakır gidersin! Hem habersizce gidiyorsun hem de döndüğünde beni görmüyorsun.Bir de üstüne üstlük sırnaşık Reuna ile dönüyorsun,hem de kol kola,” kızın sesi önce kırılganken sonuna doğru kırçıllı hale bürünmüştü. “Artık beni önemsemiyor musun, sevmiyor musun?” diye bitirdi ve bahsettiği Reuna’ ya kızgınca baktı.Diğeri de altta kalmayıp onun bakışlarına aynı oranda karşılık verdi.
‘Bu kız demek ki Rollin dedikleri elfin sevdiği. Ben Rollin değilsem o zaman o nerede?” Bu yeni düşünce aklını iyice bulandırdı.
Rollinin sevdiği kız çok güzel ve bir o kadar da asildi.Elf toplumundaki hatırı sayılır bir ailenin kızıydı.Büyüleyici mavi gözlere ve gece mavisinin mercanımsı renkteki saçlara sahipti.Ay ışında saç tellerine… diye şarkılar söylenirdi onun adına.Teni oldukça narinken attığı adımlar zarifken bakışları da zarafetine nakış nakış asalet işlerdi.Savaşçı, geldiği dünyada elflere daha doğrusu kızlarına hayrandı.Onlar insanlardan daha güzeldi ancak çekicilik konusunda iki ırk arasında farklılık da yok değildi.
Kız,ona dokunmuş;
“Uzun süredir yüzüme bakıyorsun canım.Daha önce bana böyle bakmazdın.Affettim seni,çok mu özledin beni,” diye kırılganlığını üzerinden atmış ve işveyi giyinmişti. ‘Elf de olsa insan da olsa karşı cinsin hepsi aynı,’ diye düşünmeden edemedi.O, bir noktaya kilitlenip düşüncelere dalmış ve farkında olmadan uzun uzun kıza bakmıştı.Onu kolundan tutup getiren diğer kız ise hışımla dans edilen yerden ayrıldı.Rollinin sevdiği kız, savaşçıyı kolundan tuttuğu gibi oradan kopardı.Elfin güzelliği gerçekten onu büyülemişti.Belki de bir süre burada kalabilir iki arkadaşının üzüntüsünü unutabilirdi.Buraya kolyenin ne amaçla getirdiğini bilmemesine rağmen götürebilirdi de.’Bir gecelik bu fettan güzele katılsam ne olur.’
Kızın dokunuşu sıcacıktı.
“Nereye gidiyoruz tatlım?” diye sordu nazikçe.Kız bu soru karşısında şaşırdı;
“Ne demek nereye gidiyoruz. Tabii ki aşk yuvamıza, her zaman gittiğimiz yere.Ayrıca bana ‘tatlım’ demen çok hoşuma gitti,” diye de sesinin tonuna biraz da şuh serpiştirdi.Marjuarane kısa bir süreliğine işi oluruna bırakmaya karar verdi.
Cilveli elf,onu bir nehir kenarına getirmişti. ‘ Demek aşk yuvamız burası.’
İkisi nehrin kenarına oturdu.O, kızı öpeceği sırada Rollinin sevdiği yanından ayrılıp suya girdi.Sonra tüm baştan çıkarıcılığını yüklediği bir tonla ve ıslak görüntüsüyle ‘gelsene’ diye işaret etti.Savaşçı da hemen soyunup onun davetine zevkle icabet etti.Suyun serinliğine rüzgarın esintisi vokal yapıyordu.
İkisi öpüştü. O, elf kızlarını daha önce de öpmüştü ama hiçbiri bu kadar cezbedici ve ateşli olmamıştı.Kız, tekrar kaçtı,savaşçı kovaladı.Nehrin içlerine doğru derinlik artarken görünüşe elf hiç tedirgin görünmüyordu. Derinliğe iyice daldı ve bir anda çok iyi bildiği bir yüzle Rollinin ölüsüyle karşı karşıya geldi.Korku ve ürpertiyle; ‘Eğer bu Rollin ise yanımdaki kim?’
‘Şekil değiştiren elfler vardı ama… Bu civarda bu tiplere çok az rastlanırdı.’ Diye düşüncelerle geriye dönerken savaşçının melodik sesi ‘Hadi tatlım yanıma gel,’ diye çağırmaya devam etti.Kız, yüzeye çıkarken; ‘bana ‘tatlım’ demez’ düşüncesi beyninde yankılanıyordu. ‘Bu kesinlike şekil değiştirenlerden. Hem aşkım kolye falan takmaz.’ Yankı son buldu.Hemen kıyıya çıktı.
“Ne oldu, niye üstünü giyiyorsun?” diye sordu üzüntüyle Marjuarane.
“Nedense bu sefer beni derinlik kötü etkiledi. Daha önce hiç böyle olmamıştım,bir an kendimi kötü hissettim de. Hem sen niye yanıma gelmedin?” dedi öfkesini zor da olsa bastırarak.
“Haklısın yüzün çok solgun görünüyor.Sanki…”
Kız üzerini giyindikten sonra ağaçların yanına doğru yürümeye başladı.Savaşçı da onu takip ediyordu.
“Kolyen çok güzelmiş canım,yaprak şekilleri falan.Böyle aksesuarlar taktığını bilmiyordum.Oldukça da ilginç kristallerle bezeli… Hiç böylesini görmemiştim,” dedi yalancı bir gülümsemeyle.Bu işin aslını öğrenmeliydi.Şekil değiştiriciler biliyordu ki öldürdükleri elfin kılığına bürünebilir ama onun yapmadığı bir şeyi yapmazlardı o zaman kendilerini açık etmiş olurlardı. ‘Yanımdaki bir şekil değiştiricisi değil ise o zaman ne! Yeni bir tür olabilir mi ki?’
Ayrıca şekil değiştiricilerin onların diyarına girmesi de yasaktı.Büyük köklü bir ağacın yanına gelip tanrısının ismi geçen birkaç cümle fısıldadı.Ardından ağacın dalları hareketlenip Marjuarane i kıskıvrak yakalayarak ayaklarına yapıştı.Müdahale şansı bile bulamadan ani şaşkınlıkla tepetaklak bir şekilde asılı kaldı.
Kız bir büyücü değildi ama belli ağaçlar yardımına koşardı.Onun kendileri gibi görünmesine rağmen sevdiği olmadığını anlamış ama tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı.
“Kimsin ya da nesin sen?” Hiç lafı dolandırmadan sordu.”Derinliklerde Rollinin cesedini gördüm.Normal bir elf gibi görünüyorsun ama değilsin. Şekil değiştirici de olmadığın kesin zira onlar bu kadar salak olmazlar.Sevdiğim gibi görünüyorsun ama O değilsin… Onu neden öldürdün!”
‘Demek sorun buymuş: Rollini öldürmüşüm,’ diye düşündü.Ardından cevaben;
“Öldürmüş müyüm hadi ama ben Rollinim hayatım.Sen derinliklerde hayal görmüşsün.Benim o kızla geldiğimi gördüğünde seni terk ettiğimi sandın.Onun üzüntüsüyle –“
“Kes saçmalamayı! Kimsin ya da nesin sen?”
“Neden inanmıyorsun ki.Belki de—“
“Sana palavrayı bırak dedim.Adımı söyle! Hem Rollin bana ‘tatlım’ demez,böyle ilginç aksesuarlar takmaz,”
Savaşçı,köşeye sıkışmıştı ve kurtulamıyordu.Ne cavap vereceğini düşünürken bir elf kız ismi salladı ama balık oltaya gelmedi.Söylemekten başka çaresi kalmamıştı zira ağacın dalı, elfin direktifiyle boynunu sıkmak için hareketlenmişti.Elf son kez;
“Rollini neden öldürdün?” diye kızgınca sordu.O tatlı ve cici kız şimdi çok tehlikeli bir hale bürünmüştü.
“Tamam!” diye bağırdı çaresizce. “Ben başka bir zaman ve başka bir dünyadan geliyorum.Orada sadece elfler yaşamaz bir çok ırk yaşar.Ben insan ırkındanım,Ben—“
“Bu ne biçim yalan.Sen neden bahsediyorsun? Başka bir dünya, başka bir zaman yok.Başka tanrı da yok.Bu dediklerine inanmam anlattığın kadar saçma olur.Bana gerçeği söyle ve acı çekmeden öl! Ayrıca ‘ırk’ ve ‘insan’ saçmalığı da ne! Bunlar bizim dilimizde yok.” Yine de meraklanmıştı.Zaten esir bir yere kaçacak durumda değildi.
Marjuarane, ‘ırk’ kelimesini nasıl ifade edeceğini düşündü. “Canlı türü,” dedi ki iki kelimede elfçe de vardı.
“Bitkiler gibi mi?”
“Evet,artık şu ağacına söyle— “
“Sana inanmıyorum.Aşkımı sen öldürdün ve her neysen de öleceksin!”
Savaşçı boğulmak üzereyken tehlike hisseden kolyedeki uzantılar savaşçıyı tamamen kapladı yine ve elf onu ortadan kaybolmuş bir şekilde gördü.
Kolye, savaşçıyı Metamorfoz öncesine yani zamanda geriye götürmüştü.Onun, bunun hakkında hiçbir fikri yoktu.Onu iki kez ölmekten kurtarmış ama bu durum Cypraqual dünyasında daha önce hiç görülmemiş buraya ait olmayan yaratıkların giriş yapmasını ve bir tanrının göz kırpmasına zemin hazırlamıştı.
1 - HAZİRAN 2005
2 - NİSAN MAYIS 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.